Ersin Kana: Aşk filmi çekebildiğim gün politik sinema yaptığımı söyleyebilirim
Yönetmen Ersin Kana ile ilk filmi Hile Yolu hakkında konuştuk. Kana, ' Hile Yolu'nda, belgeseli ve kurmacayı olabildiğince yakınlaştırdığımızı düşünüyorum' dedi.
DUVAR - Yönetmen Ersin Kana ile ilk filmini, belgesel ve kurmaca filmde “gerçeklik” mefhumunu ve politik sinemayı konuştuk. Konu bağımsız sinemaya gelince Kana, “Kim bağımlı ya da kim bağımsız? Bakanlıktan destek alınarak çekilmiş film, bağımsız film mi gerçekten?” diyerek görüşlerini açıkladı.
Belgesel filmler de çekiyorsunuz. Belgesel ve kurmaca sinema arasında “gerçeklik” hususunda benzeşen ve farklılaşan noktalar sizce nelerdir?
Son zamanlarda belgesel ve kurmaca filmler birbirine çok yaklaştı. Kurmaca filmlerde belgeselin anlatım biçimleri artarken, belgesel de kurmacanın anlatım biçimlerini yoğun biçimde kullanmaya başladı. Özellikle akıllı telefonların birer kameraya dönüşmesiyle birlikte artık herkes kendi hikâyesinin yönetmeni… Ve dikkat ederseniz, son dönemde en amatör çekimlerin izleri ana akım anlatımda yer buluyor. Görsel teknolojide çok hızlı bir dönüşüm süreci yaşanıyor ve artık hikaye anlatma biçimleri bunları içermek zorunda. Asıl olan hikaye anlatıcılığıdır. Her iki türün de hikayeyi anlatırken kendine has avantajları var. Belgesel ve kurmaca birbirine yaklaştığında tam da bu avantajlardan yararlandı. Benim için esas olan hikaye anlatıcılığı. Hikâyeyi ne kadar ikna edici anlatıyorsanız o kadar hakikidir bence.
Hile Yolu filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?
İlk fikrim, Hile Yolu’nu mockumentary (sahte belgesel) çekmekti. “Ya şöyle olsaydı!” fikrinden hareketle sahte bir belgesel çekmek... Ancak çalıştıkça bunu bir filme dönüştürmeyi daha doğru bulduk. Hile Yolu'nda, belgeseli ve kurmacayı olabildiğince yakınlaştırdığımızı düşünüyorum. Elbette ilk uzun metraj filmimiz olduğu için sette deneyimle alakalı sorun yaşayacaktım. Bu yüzden de en sade anlatımı hedefledim. Bu hem sanatsal hem de ekonomik kaygının bir sonucuydu. Her anlamda ekonomik bir anlatım... Siyasal kaygıya gelince... Biz filme çalışmaya başladığımızda Hrant Dink katledileli henüz üç yıl olmuştu. Senaryosuna iki yıl çalıştık. Siyasal olarak çok riskli bir şey yapıyorduk.
Türkiye’nin siyasal gündeminde bugün doğru sandığınız bir şey yarın yanlış çıkabiliyor. Her şey fazlasıyla hareketli ve manüpilatif. O yüzden gerçekliği sorgulanamaz bir temadan hareket etmemiz gerekiyordu ki oradan bile tartışma konusu çıkarmak isteyenler oldu. Kendi adıma, dört yıl sonra geriye dönüp baktığımda, “aynı hikâyeyi daha açık anlatmam gerekirdi” diye düşünüyorum.
Bu da benim özeleştirim olsun. Çünkü bütün o riskli ve kapalı bazı anlatımların filmi biraz da anlaşılmaz kıldığını düşünüyorum. Gişede yaşadığımız sonuç da bize bunu gösteriyor. Ama öğreniyoruz. Yaparak öğreniyoruz. Bana göre, bir önceki filmdeki hatalarımız yeni bir film için bizi tetikler. Mükemmel olanı yaptığımda tekrar film yapmak için beni ne besleyebilir ki?
Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?
Ben bir şeyi kategorize edemem. Onu, konu hakkında çalışanlar yapar. Şu da var: 60’lar ve 70’lerin kuram tartışan filmcileri de değiliz. “Mış” gibi olup cevap vermek istemiyorum. “Film yapıyorum” Bunu demek bence oldukça yeterli... Görsel kodlarımıza gelince; burada doğdum, büyüdüm. Kurduğumuz cümlelerde buraya ait şeyler olmaması mümkün değil. Ayrıca bu olması gereken bana göre.
Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Çok güzel bir aşk filmi yazıp çekebildiğim gün politik sinema yaptığımı söyleyebilirim. Şimdilik sadece politik hikayeler içeren filmler yaptım diyebilirim.
Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?
Kendi yağında kavrulan işler yaptık. Bugüne kadarki hikayelerimizi kendi finansmanımızla hallettik. Çalışıp kazandığımızı yaptığımız işlere harcadık. Haliyle küçük hikayeler oldu. Bundan sonrası için biraz daha büyütmemiz gerek. Önümüzdeki dönemde, bu zorluklarla daha fazla yüzleşeceğim. O zaman daha iyi anlatabilirim. Şimdiye kadar, birçok işi üstlenen küçük bir ekiptik. Şimdiden sonra, daha fazla işi üstlenen küçük bir ekiple daha fazlasını yapmayı öğrenmemiz gerekecek.
Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Bu ayrımlara inanmıyorum. Film çeken kişi böyle düşünmez, düşünmemeli. Bu iki kavram da bu işin ticaretini yapanlar içindir. Film dağıtım pazarına girdiğinde ortaya çıkan şeyler. Maalesef bu kavramlar seyirciye de sirayet etmiş durumda.
Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?
İnanın bilmiyorum. İnsan düşünür, düşündüğü gibi yaşar ve üretir. O yüzden ürettiğinde de bunun izleri vardır. İnsan bildiği, üzerine kafa yorduğu hikayeleri iyi anlatabilir. Birine ulaşmak, derdini onla paylaşmak, onda da bir fikir yaratmak... Bence filmlerde tamamen böyle bir süreç işler. Çok para kazanmak için yapılan filmler olmaz. İyi filmler olduğu için çok para kazanırlar. Yani seyircide bir şey yakalamıştır, bağ kurmuştur. Çok para kazanmak için çekilen filmler en başta film olmayı beceremez. O yüzden sorunuzun cevabını gerçekten bilmiyorum. Ben bildiğim kadarını yapıyorum.
Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Türkiye’de stüdyo sistemi olmadığı için bağımsız sinemacı kavramını çok doğru bulmuyorum. Kim bağımlı ya da kim bağımsız? Bakanlıktan destek alınarak çekilmiş film, bağımsız film mi gerçekten? Hikayesini güçlü bir film şirketine satmış bir senarist-yönetmen bağımsız olmaktan çıkıyor mu? Başka sinema endüstrilerinin kavramlarıyla burada bir şey anlatmak doğru gelmiyor bana. Ayrıca izlenecek yolu bilsem zaten tek uzun metraj filmimle dört senedir beklemezdim.
Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?
Liste yapma konusunda hiç iyi değilim ama farklı nedenlerle sevdiğim, etkilendiğim çok fazla yönetmen var. Hiç aynı tarzda filmler yapmasak bile hayran olduğum isimler var. Bir sebepten Tarantino’yu müthiş bulurken başka bir sebepten Bunuel hayranıyım. Tek bir sahne sayamam... Monica Belucci’nin, Marlon Brando’nun oynadığı her sahneyi, çekmek isterim. Onları çeken yönetmenlere de imreniyorum.
Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?
Sansür festivallerle hayatımıza girmiş bir şey değil. Sansür her yerde... En başta kendimizde... Her yazdığımızı oto sansürümüzden geçiriyoruz. Bu sadece politik fikirler değil, ekonomik anlamda da böyle... Sinema dışında da böyle… “Sansüre karşı başarı sağlayacak mı? sorunuza karşı ben de sorayım... “Bilmediğim herhangi bir çalışma mı var?”