Blade Runner 2049 geleceğin habercisi mi?

Blade Runner 2049’un eleştirel hayal gücü bize şunu gösteriyor: Birincil değer yaşam ise ve bu dünya bizim kaderimizse, insan ve insan olmayan ya da insanlık sonrasının özü, yaşama dair idealler/değerler yaratmak için savaşmaktır.

Google Haberlere Abone ol

Ali Rıza Taşkale

Reşat Volkan Günel

DUVAR - Distopik sinema, toplumların hangi yöne doğru gittiğini, bizim şimdiye ve geleceğe dair hangi korku ve umutlara sahip olduğumuzu gösterir. Bu yolla hem gerçekliğin kendisini resmeder, hem de hayal gücümüzü zincirlerinden kurtaran bir işlev üstlenir. Distopik sinema, bu anlamda, gerçeklik ve hayal gücü temelinde deneysel düşünce ve radikal eleştiri için yeni imkân sahaları açan sanatsal bir müdahale biçimidir. Daha iyi bir hayat ve toplumsal değişim talebiyle eleştirel bir bilinç kurabilenlerin hayal gücünü dikkate alan distopik sinema, gelmekte olan toplum tipinin habercisidir.

BLADE RUNNER 2049 BİZE NE SÖYLÜYOR?

Peki, distopik sinemanın iyi bir örneği olan Blade Runner 2049 bize ne söylüyor, gelecekte oluşacak sistem veya toplumlar hakkında bize neler sunuyor? Her şeyden önce film, bize şu soruyu soruyor: kendi varlığımız da dahil, neyin gerçek olduğunu nasıl bileceğiz? Daha da önemlisi, film sahip olduğumuz bütün distopik korkuları bir araya topluyor. İklim bozulması sonucu bütün canlılığını yitiren şehirler; ceset rengi topraklar; denatüre tabiat; aşırı kirlilik; neon ışıklı, yüksek katlı korunaklı siteler; uçan arabalar; ‘hoşlan’ komutuyla yanıp sönen dev hologramlar; kalabalık ama toplumsal etkileşimin olmadığı sokaklar; birbirinden kopuk atomize bireyler; dünyayı ele geçiren şirketler; egemenliğin insanlardan çıkıp algoritmalara geçtiği post-kapitalist ve totaliter yönetimsellikler.

Blade Runner 2049’un ana kahramanı olan K, fiziksel açıdan son derece güçlü ve cesur, duygusal açıdan yavan bir replikant polis rolünde. İşi, istenmeyen erken model replikantları bulmak ve ‘tedavülden kaldırmak’. K’nın arkadaşı ve ailesi yok. Tek gerçek arkadaşı, yemek yaparken bir anda seksi bir kadına dönüşebilen, holografik yapay zeka Joi. K insan değil, Joi ise insan-dışı bile sayılamayacak biri. Ancak aralarında olan gerçek bir şey var: Aşk.

K, bir gün Sapper Morton adında bir replikantı tedavülden kaldırmak üzere şehir dışına gönderilir. K, Morton’ı ortadan kaldırdıktan sonra toprağa gömülü bir kutu kemik bulur, ancak bu kemiklerin nasıl hayati bir öneme sahip olduğunun farkında değildir. Çünkü kemikler K’nın koruduğu totaliter düzeni baltalayabilecek bir gize sahiptir: Morton, Blade Runner’ın 1982’de çekilen ilk versiyonunda yer alan Rachael ve Deckard’ın kızının doğumuna yardımcı olmuştur. Korkutucu olan da budur; bir replikantın doğum yapabileceği düşüncesi.

Bu durum düzen için asla kabul edilemezdir, zira replikantlar çoğalıp bir araya gelebilir, hatırlayıp bir karşı-hafıza oluşturabilir, ruhsuz olmanın ötesine geçip sisteme ve şirketlere karşı eleştirel bir bilinç oluşturabilir ve bir replikant isyanı başlatabilir!

Replikantlar hiçbir hakka sahip değildir. K’nın polis şefi Joshi’nin de dediği gibi, ‘şeylerin bir düzeni vardır, dünya türleri birbirinden ayıran bir duvar üzerine kuruludur’. Dolayısıyla bu duvar yıkılmamalı, insanı merkeze alan ve onu bütün türlerin egemeni yapan bu sistem her ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. Kapitalist uygarlığın hayatta kalması için biyolojik olarak tasarlanmış itaatkâr replikantlar gereklidir, çünkü filmde milyarder replikant üreticisini canlandıran Niander Wallace’ın da ısrarla belirttiği gibi, ‘her büyük medeniyet, atılabilir bir iş gücünün arkasından’ inşa edilmiştir.

Burada siyasal bir iddia da kendini hemen açığa vurur. Replikantlar, zenginlerin ve güçlülerin işlerini yapmak ve emperyal heveslerini gerçekleştirmek için seri olarak üretilen köle iş gücü konumundadır. Onların sürekli sömürüsü, kapitalist uygarlığın üzerinde kendini var ettiği ve yeniden ürettiği bir yakıttır. Uygarlık tarihi köle emeği tarafından inşa edilmiştir.

EFENDİ - KÖLE DİYALEKTİĞİ

Sonuç olarak, tarihin motoru efendi-köle diyalektiği üzerine kuruludur. Bu diyalektikte yeni alt-sınıf ya da köleler, replikantlardır. Bu nedenledir ki filmde K’nın işini, hafızasını ve doğasını sorgularken gördükleri ve yaşadıkları, ‘acaba 2049’a kadar insanlar tümüyle köle mi olacak?’ duygusuyla paralel ilerler. Bu duyguyu en iyi yansıtan sahne ise atölyelere kapatılan binlerce çocuk işçinin gösterildiği berbat barınaklardır: sosyal devlet tümüyle ortadan kalkmıştır.

Blade Runner 2049’u sosyal ve siyasal teori açısından güçlü ve bu yazının amacı bakımından cazip kılan, geleceğin aslında bir umuttan ziyade bir tehdide dönüşmüş olduğunu göstermesi. Blade Runner 2049, insanlık sonrası geleceğin nasıl olabileceğine dair ciddi bir uyarıdır. Şu bir gerçek ki, gelecekle meşgul olmanın, ona dair söz söylemenin önemli olduğu bir çağda yaşıyoruz. Nihayetinde geleceğe dair bu zorunlu söylem ve eylem ihtiyacı, bize ve yaşadığımız topluma/sisteme neler olabileceğiyle ilgili bir endişeyi dile getiriyor aslında. Ancak yine de tartışmaktan, analiz etmekten vazgeçmemek gerek, zira bizi bekleyen olası gelecekleri tartışmak, hayal gücünü harekete geçiren, onu güçlendiren bir siyasal eylemdir.

Blade Runner 2049 da şunu yapıyor: Aslında başkalarının gelecek fikrinin figüranları olduğumuzu ve bu geleceğin bize kurtuluş vaat etmediğini söylüyor. Bu da bizi şu sonuca götürüyor: Devletlerin sermayenin finansmanına bağımlı hale geldiği, korkunç bir kontrol ve gözetim ağının hayatın her alanını ele geçirdiği ve çalışma koşullarının güvencesizleştiği bir çağda, yeni barbarlar ve yeni despotik yönetimler gelecekte artık istisna değil kural olacak.

Bu bağlamda gelecek zorluklarla yüzleşmede demokratik ve ilerici bir yol bulma çabası, zihnimizin siyasal meselelere apolitik, teknolojik, güvenlikçi çözümler sunan liberal kısıtlamalardan azade olmasını gerektirir. Başka bir şekilde söylersek, hayal gücü liberalizmin boyunduruğundan kurtulmalıdır. Bugün beraber yaşadığımız ve bizi her açıdan kötürüm kılan bir sistemin yapısal sorunlarının, gelecekte teknoloji yardımı ile çözüleceği inancı, aynı problemlerin sorumluluğunu üzerimizden atmaktan başka bir işe yaramayacak.

Bir tür determinizm olarak da nitelendirebileceğimiz bu anlayış, depolitize bir uzmanlar yönetimini ve teknolojik tahakkümü kutsadığı gibi, en temelde hayal gücünün yoksulluğunu da ortaya koyuyor. Uzun lafın kısası, siyasal meselelere teknolojik çözümler önerirken, bunun insan ve insan olmayanların yararına, özgürleştirici bir düzlemde olması için de çaba sarf etmek gerekiyor, çünkü günümüzün dehşetinden gelecekte nasıl kurtulacağımızı bu sayede öngörerek aşabiliriz.

Bunu en iyi kavrayan, K. Ruhsuz bir replikant olarak başlayan serüveni, insan ve insan olmayanlar arasındaki dayanışma ve işbirliğini sağlayan radikal bir figüre dönüşmesiyle son buluyor. K’nın rolü bu yüzden gelecekteki kötülükleri engelleyen kutsal bir adalet savaşçısına da indirgenmemeli sadece. O her şeyden önce ‘insandan daha insan’ biri. Peki, insan olmak ne demek? Empati kurmak, aşık olmak, istenç sahibi olmak, hayal kurmak, direnmek, yeni değerler yaratmak.

Filmdeki isyancı replikantlardan biri şöyle demişti: ‘Doğru amaç için ölmek, yapabileceğiniz en insanca şeylerden biridir’. Blade Runner 2049’un eleştirel hayal gücü bize şunu gösteriyor: Birincil değer yaşam ise ve bu dünya bizim kaderimizse, insan ve insan olmayan ya da insanlık sonrasının özü, yaşama dair idealler/değerler yaratmak için savaşmaktır.

ORİJİNAL ADI: Blade Runner 2049

YÖNETMEN: Denis Villeneuve

OYUNCULAR: Ryan Gosling, Harrison Ford, Jared Leto, Ana de Armas, Sylvia Hoeks, Robin Wright

YAPIM: 2017 ABD

SÜRE: 162 dk.