BABA mı, ANNE mi, ANNE! mi?
Belki sırf Aronofsky’nin önceki filmlerinin hatırı için bile olsa izlenecek son filminin isminin ‘Anne’ değil de “Anne!” olarak belirlenişi sizi duraksattığı an, ilk uygun seans için planlamanızı sabırsızca yaparsınız. !’li Anne’yi izlerken ve izledikten sonra da, yine etkileyici bir düşünselliğin ve emeğin ürünü olan filmi sadece yazmak değil de daha çok tartışmak gerektiği fikrine karşı koyamazsınız.
Aziz Yağan
Dünya prömiyerini Venedik’te yapan, Toronto’da gösterime giren soğukkanlı ve sağduyulu “Anne!” filmi de, tıpkı Ildiko Enyedi’nin Beden ve Ruh filmi gibi hak ettiği ilgiyi, amaçladığı etkiyi ve tartışmayı kısa ya da uzun vadede sağlayacak, tutarlı bir referans olacaktır. Meseleyi öncelikle doğru zemine çekip ardından tartışmayla, sonun çaresizliğini de görmezden gelmeden, içselleştirilmiş bir direnişle film hızla ve bazen hızlı sahnelerle akıyor. Olabildiğince ağır, sert ve sarsıcı olan film net bir bakışa ve duruşa sahip; kendinden emin, meselesini mırın kırın etmeden, gizleyip saklamadan açıkça ortaya koyuyor. Film teması, bakış açısı, replikleri, kurgusu ve efektleriyle bir bütün.
Bu film, ‘ev’in (home değil, house) dışına bir türlü çıkamayanların filmidir. Tüm çabalarına rağmen, House’u home yapamayanların filmidir. Evin içinde her ne oluyorsa olsun, o evden kopamayanların filmidir. Bu film, Anne!’nin sonundaki !’in tarihselliğini, direnişini, gücünü, ağırlığını, içtenliğini, çarpıcılığını, derinliğini, acımasızlığını tartışabilmektir. Bu film Habil ve Kabil meselesinde öğretilmiş ezberlere sahip olabileceğimizi, meselenin perde arkasında başka boyutların olabileceğini didikleyebilmektir. Habil ve Kabil’i tartışacaksanız, o halde Adem ve Havva’dan başlamanız gerekecek, hatta bir tık evvelinden! Elbette Lilith de unutulmadan..
MESELE ŞAİR YOLUYLA SANATÇI ÜZERİNDEN İŞLENİYOR
Yönetmenin meseleyi ‘şair’ yoluyla sanatçı üzerinden, ancak (belki de artık) hayranları için ve hayranları kendinden kopmasın diye yazı’layan biri üzerinden irdelemesi yerinde olmuş. Şairin mısralarındaki, cümlelerindeki izahatlara, vaadlere inanan hayranlar şairin evine gelirse neler olur? Şair gerçeklenir! Gerçeklenirse yani sis perdeleri ve erişilmezlik kalkarsa neler olur?
Kendi yarattığı yazın yoluyla (yine kendi yarattığı) hayranlarının esiri olan şair evine gelenleri neden gönderemiyor? Yani hayranlar şaire karşı savunmasız değiller, onların da güçlü hatta hayati önemde kozları var! Beklentiler karşılıklıdır, gazap da karşılıklıdır ama her halükarda, son kertede şair dokunulmazdır. Bu, öğretilmiş çaresizliğimizdir ve filme göre bu böyledir de! Ancak işler de şairin gönlüne göre yürümemektedir, yürümeyecektir. Hayranlardan biri, burada olduğumun bir kanıtı olmalı, diyor.
Şairin temel ölçütü hayranlarını kaybetmeme üzerine kurulu olunca, hayranları evi yağmalasa da, ne yaparsa yapsın şair ‘affetmenin bir yolunu bulmalıyız’ diyor. Bunu, evine gelenlerin oğlunu yemesinin ardından diyor! O o kalabalığa oğlunu bile yedirtti! O aynı bebek sonraki yaratı denemelerinde ‘Baba’ diye mi seslenmeliydi, yoksa filme adını veren “Anne!” diye mi? Nusayri toplumunun bir belirlemesi vardır: ‘Neden baba oğluna düşkündür de, oğul babaya düşkün değildir?’ sorusunu sorar ve bilemezseniz şu yanıtı verirler: ‘Çünkü Adem’in babası yoktu!’
‘Şair (Tanrı) aklı ve hayran (kul) aklı’ tamamen bambaşkadır, onları aynıymış gibi gösteren süreçlerin benzerliğidir ancak nedenleri (başlangıç!) ve sonuçları ile sonuçların ötesi (yine başlangıç!) ile göz önüne alındığında başka başka hayatlar belirginleşmeye başlar. Bir olguda Tanrı’nın baktığı yer, değerlendirme, etkilenim ve çıkış arayışı ile kulunki farklıdır. Filmde de iki akıl her bakımdan farklı çalışıyor, farklı bakıyor.
İSİMSİZ İKİ KARAKTER: 27'SİNDE BİR KADIN, 50'SİNDE BİR ERKEK
Madem psikolojiden, pedagojiden çokça söz eder olduk; bu durumda Kabil ile Habil’e ve Tanrı ile Meryem’in tecrübesini de böylesi eleştirel duyguyla, zihinle ele alamaz mıyız? Yönetmen kanımca bunu deniyor. Anne ve baba olarak Havva ve Adem’in Kabil ve Habil üzerindeki etkisini, kaderselleşen girişimlerini, belirleyiciliğini tartışamaz mıyız? Meryem ile Havva karşı karşıya gelse birbirlerini kıskanırlar mı ya da kim kimi kıskanır?
27’sinde bir kadın ve 50’sinde bir erkek, ikisinin de adı yok. Filmdeki oyuncuların tümü adsız. Adam belki Tanrı olabilir, ancak kadın asla Tanrıça olamaz! Kadın ve adam birbirlerine aşkla bakıyorlar (gibi). Adam kadına tanrıçam diyor, seni seviyorum, diyor; ancak kadın tanrıça olamaz. Kadın ve şairin karşılıklı duyguları aynı mı, benzeşen yanları var mı; bunlar mümkün değil! Şair fütursuzca, mekanik bir sorunu çözmeye çalışır gibi deneyimlenmeye devam ediyor, hepsi bu!
YARATICILIK ADI ALTINDA OYUN KURAN 'HIM'
Adam ile kadın arasındaki aşkın içeriğinin ve taraflara göre anlamının, etkisinin, sınırlarının, neyi ifade ettiğinin sorgulandığı; adamın seni seviyorum sözünün, aslında ‘(sizin) beni sevmeni(zi) seviyorum’ olarak okunuşu.. Adamın kadına asla aşık olmayışının ve bunun da kadın tarafından bilinirliğinin ve kabullenişinin sözcüklere dökülüşü insanoğlunu kendine getirmeye yetmiyor. İçinde sevgi taşıyanın diğerine “Nesin sen!” sorusunu yönelttiğinde, yanıtsızlığı bizlere irdeleten bir Anne!
Yaratıcılık adı altında oyun kuran ‘Him’ olduğuna göre, Anne! biçilen rolün ne kadar dışına çıkabilir. Kadın eve gelenleri buyur edebilseydi, o çakmaktan uzak durabilseydi olaylar nasıl ilerlerdi? Him çaresiz ve bu çaresizliğinde, başlattığı oyununun sarpa sarmasında, kendisi etkili. Him başarısız sonlardan sorumlu değil; örneğin Lut kavmi sorumlu ve bu nedenle cezalandırılmasında bir sakınca görülmüyor! Sorumluluğu üstlenememe; kendimiz ve toplumumuz içinden, üzerinden yaşantımızı sorgulayamamamızın, müdahale edemeyişimizin bir sonucu mu? Bu nedenle mi sonlara karar veremiyoruz, başlangıçlar yapamıyoruz?
Film ekofeminizme değinse de bunu kabaca yapmıyor. Öncelikle yaratı koşullarında neyin ekofeminizmini arayabilirsiniz? Kadın o koşullarda çakmağı çakmasa mı idi? Özgür irade! Bağımsız kişilik! Haksızlığa, kötülüğe boyun eğmeme! Reddetme! O gidişata şair değil, bohçasını da alıp gitmeyi deneyen kadın bir son vermek istedi! House alev aldı da ne oldu? Sorun neredeydi, sorun şairin Pollyannacı, melankolik, megalomani gibi görünen tavrında mıydı? Ancak o yaşantının doğasının tartışılmazlığı dikkate alındığında, şairle ilgili bu gibi tanımlamaların da sorunlu, hatta asılsız hale gelebileceği göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca, Ad Harris’in sergilediği kişilik de filmin ekofeminizme yaslandığı fikrini sarsıyor.
Başlangıçlardan vazgeçmeyen, hep yeniden başlangıç şansı olan ‘şair aklı’ daha çok filme sağlam ilham kaynağı olacağa benziyor.