Kutsal geyik yönünü şaşırmış halde…

Kutsal Geyiğin Ölümü sıra dışı bir film ancak gözümüze daha çok çarpan yanı bu tutumun arada ‘absürd’lüğü zorlaması… Lanthimos’un sinemasına kapılan tarafta duruyoruz ama olmayınca olmuyor işte!

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Günümüzün en sıra dışı yönetmenlerinden biri olan Yorgos Lanthimos’un son filmi Kutsal Geyiğin Ölümü, diyalogların açıklığı, kurulan ortamın donukluğu ve olayların sertliği açısından, yönetmenin izlerini taşısa da senaryosundan kaynaklanan bazı sorunların kurbanı olarak bekleneni veremiyor. Lanthimos bu sefer seyirciye yarattığı bir dünyayı değil, sadece yaratmaya çalıştığı bir dünyanın çabalarından bir sergi sunuyor.

Tanınmış bir cerrah olan Doktor Steven Murphy ( Colin Farrell) ve oftalmolog eşi Anna (Nicole Kidman) , iki çocuklarıyla mutlu ve sakin bir hayat sürmektedirler. Bu sakin hayat, Steven’ın kanatları altına aldığı babasız genç Martin’in ( Barry Keoghan) önce cerrahın hayatına sonrasında ailesinin hayatına girmesiyle alt üst olacaktır. Çocukları teker teker hasta olan çift hem buna çözüm bulmaya hem de bu durumda Martin’in ne kadar rolü olduğunu anlamaya çalışırlar.

LANTHİMOS'UN DOKUNUŞLARI MİNİMAL DÜZEYDE

Bir önceki filmi Lobster’da gördüğümüz gibi Lanthimos’un kurduğu dünya seyirciyi hemen içine çeken bir dünya değil. Öyle ki filmlerindeki diyalogların çok açık olması, karakterlerin adeta mekanik bir performans sergilemesi ve hikayelerindeki inanılması güç, fantastik öğeler, mantıklı bir hikaye örgüsü ve gerçekçi bir hava arayan seyirciyi ilk 10 dakikadan sonra filmden soğutabilir. Aynı şekilde filmin havasına uyan ve bütün bu sıra dışılıkları kabul eden seyirciyi ise içine çekebilir. Tabii ki, mesela filmlerindeki karakterlerin hiçbir imada bulunmaması, yapacakları şeyleri apaçık olarak önceden söylemeleri, kurulmuş bebekler gibi oyunculuklar sergilemeleri ve senaryo anlatımındaki aşırı yalınlık gibi şeyler sinemasal açıdan zayıflıklar gibi görünebilir. Ancak, aslında Lanthimos bunu filmiyle seyirci arasına bir mesafe koymak için bilinçli bir şekilde, bir tercih olarak uygular.

Kutsal geyiğin ölümü filmindeki asıl problem ise karakterlerin filmin başındaki durumlarından kaynaklanıyor. Mesela Lobster’da baş karakter dahil herkes kendilerini en baştan yabancı bir dünyada, bazı garip kurallar çerçevesinde ve hayatlarında bazı şeyler eksik olarak buluyorlardı. Bu başlangıç noktası hem hikayeyi güçlendiriyor hem de arayışlarındaki motifi belirlemek için sağlam bir destek noktası sağlıyordu. Bu filmde ise durum tam tersi ve karakterler son derece mutlu ve hiçbir arayış içeresinde değil. Bu kabul edilebilir bir durum fakat bu sefer onları allak bullak eden olay içinde bulundukları ortamdan değil dışardan gelen bir yabancı ile gerçekleşiyor. Başka bir deyişle filmdeki sıra dışı tutum ortamla değil ortama bir şeyin eklenmesiyle oluşuyor. Filmde aileye ölümcül bir virüs gibi yapışan Martin karakterinin tamamen normal bir ailenin işleyişini bozduğunu düşünebiliriz. Ancak bu durumda o zamana kadar ki kişilerin robotumsu konuşmalarını, çiftin yatak odasında robotlar gibi cereyan eden fantezi sahnelerini ve olaylardaki mekanik havayı nasıl açıklayabiliriz? Filmdeki sıra dışı olmak veya olmamak arasındaki tereddüt hali, en baştan yönetmenin sinemasını beğenen seyirciyi bile rahatsız ediyor.

MARTİN GÜNÜMÜZÜN USLU DAMİEN'İ

Aynı zamanda filmin asıl lanet öğesi görünürde normal gibi görünen bir çocuğun üzerine kurulabilir ancak ailenin bu lanet üzerindeki acizliği artık mantık sınırlarını zorlar şekilde gelişiyor. Evet, çift sırasıyla çocukları için fedakarlıklar yapıyor (hatta Anna bir bilgi almak için adeta bir fahişe gibi davranıyor), baba tıbbın bütün yollarını deniyor, Martin’e hem sözsel hem fiziksel tehditler uyguluyor ama bir saatten sonra bu arayış devam edeceği yerde duruyor ve aile sanki bir problem yokmuş gibi hayatına devam ediyor. Bu sahne sanki bir çaresizlikten ziyade bir kabullenme hissi uyandırıyor. Bu belki klasik bir filmde daha hazmedilebilir bir durum olabilirdi ama Lanthimos’un filmlerindeki direk, sert ve soğuk havayla pek uyuşmadığı bizce kesin.

Seyirci olarak açıkça gördüğümüz şey yönetmenin bu sefer daha düz bir senaryoya el attığı ve bahsettiğimiz hikayedeki kendine has dokunuşlar dışında Martin karakterinin aileye sızmasına kadar her şeyi normal gibi göstermesi. Ancak zaten yönetmen kıstaslarında normal olan ancak gerçek hayatta olmayan bir aileye yine garip bir öğenin katılmasıyla film içinde bir bütünlük değil, bir kopukluk yaşıyor. Seyirci olarak filmle aramıza Lanthimos’un istediğinden daha fazla mesafe koyuyoruz, ondan daha fazla soğuyoruz. Filmin finalindeki, mitolojik ve dinsel semboller taşıyan, babanın geçirdiği cinnet sahnesi filmi mantıklı bir şekilde sonlandırmak yerine biraz boşa kürek çekme hissi yaratıyor.

Yönetmen başrolde yine Lobster’da da oynattığı Colin Farrell’i tercih etmiş. Bizce Farrell başarılı ve biraz donuk, tutuk tutumu Lanthimos’un dünyasına uyum sağlıyor. Aynı şekilde Anna’yı oynayan Nicole Kidman da soğuk bakışları ve kırılgan duruşuyla gerçekten ciddi bir katkı sağlıyor. Çiftin çocuklarından ergenliğe yeni adım atmış kızlarını canlandıran Raffey Cassidy ve küçük oğlan kardeşini oynayan Sunny Suljic de gerçekten başarılılar. Gerçekten yaşlarından beklenmedik bir profesyonellikle karakterlerine can katıyorlar. Filmde adeta post-modern bir Damien’e hayat veren Barry Keoghan’ın ise, fiziği role uygun olduğu halde pek ciddi bir yere bağlanamayan konuşmaları, rolünün performansına zarar veriyor. Bu kadar kritik bir karakterin bizce bu kadar muğlak bir duruşu olmamalıydı.

Kutsal Geyiğin Ölümü sıra dışı bir film ancak gözümüze daha çok çarpan yanı bu tutumun arada ‘absürd’lüğü zorlaması… Dediğimiz gibi biz Lanthimos’un sinemasına kapılan tarafta duruyoruz ama olmayınca olmuyor işte!

Yönetmen: Yorgos Lanthimos

Oyuncular: Colin Farrell, Nicole Kidman, Alicia Silverstone, Barry Keoghan, Raffey Cassidy, Sunny Suljic, Bill Camp, Anita Farmer Bergman…

Ülke: İngiltere, İrlanda