Arzunun Kanatları: Handke'den bir kaç sahne...
Yönetmen Wim Wenders, Arzunun Kanatları filminin senaryosunu Peter Handke'nin yazmasının ister. Handke sadece birkaç sahnesini yazar. Filmin açılış sahnesinden de Handke’nin mevzuya dahil olmasından da anlaşılacağı üzere üzerine bir hokka edebiyat sıçramış bir senaryo ve bu senaryodan gebe kalmış bir film ortaya çıkar.
Oğul Aşkın [email protected]
DUVAR - Wim Wenders, “Der Himmel über Berlin” (Türkçesi Arzunun Kanatları) filmini 1987’de çekmiştir. Çok sonraları, hakkında çok konuşulacak bir o kadar derinine incelenecek filmin senaryosunu Wenders yazmıştır. Başta Peter Handke’den -ki filmin başındaki dolma kalemle not edilen “Lied vom Kindsein” şiirin sahibidir- senaryoyu yazmasını istemiş lakin Handke Wenders’i reddetmiştir. Daha sonra ikili arasındaki anlaşmaya göre Handke sadece filmin birkaç sahnesini yazmıştır. Filmin açılış sahnesinden de Handke’nin mevzuya dahil olmasından da anlaşılacağı üzere üzerine bir hokka edebiyat sıçramış bir senaryo ve bu senaryodan gebe kalmış bir film ortaya çıkmıştır. Filmin alabildiğine şiirsel yapısı, şehre ve insanlara bakış açısını, büsbütün bir debdebenin ve karmaşanın(ki kütüphane sahnesinde Damiel’in eğildiği çocuğun okuduğu Tevratta İbranice –ülke kaos içinde- yazmaktadır.) içindeki hayatlara yaklaşımını etkilemektedir.
Filmde şiirselliğe uygun biçimde değişken anlatıcı kullanılmış; Handke’nin şiiriyle başlayan anlatım Damiel’in sesi ile devam etmiş, bir çok sahnede karakterlerin iç sesleri kullanılmış ve filmin sonuna doğru kütüphanedeki yaşlı adam Homer(os) film içindeki monologlarında kendini anlatıcı olarak tanımlamaktadır. Böylelikle bu ikisini, eserin bir içsel bir de dışsal anlatıcısı olarak görmemiz mümkündür. Bu ikililik bir çelişkiyi değil anlatımda bir yekpareliği sağlamıştır.
Olaylardan çok karakterler arasındaki diyaloglardan ve monologlardan kaynaklanan oldukça yoğun bir metine sahip olan filmde özellikle monologlar ve meleklerin aracılığıyla kulak misafiri olduğumuz insanların düşünceleri bilinç akışı anlatım yöntemine çok benzemektedir. Zaman zaman değişmeli olarak karakterin bakış açısındaki kameradan aynı sahnede aniden dış kameraya geçiş ise edebiyattaki anlatımın içsel perspektif ile dışsal içsel perspektifi arasında değişmesini anımsatmaktadır. Bu iki anlatım unsuru daha dinamik ve seyirciyi olayların akışı içine çeken bir anlatım tutumu sağlamaktadır.
İki günlük bir hikayenin 127 dakikaya sığdırıldığı filmde mekanlar çeşitli ve yaratıcıdır. Bir günün sabahında başlayıp yine başka bir günün sabahında biter Film seti, Alekhan sirki (ki ismi sinematograf Henri Alekhan’dan menşeilidir.), rock müzik yapan bir bar, şehrin sokakları, ara mekanlar, yer ve gök bu mekanlardandır. Mekanlar arası geçiş herhangi bir kesme tekniğine ihtiyaç duymadan şiirsellik yitirilmeden yapılmıştır. Ki filmin içerdiği şiirselliğin asıl uzamı Damiel’in nadiren gördüğümüz kanatlarıdır. Damiel’in taşıdığı Fallen Angel fikri ve imajı bu şiirselliğin taşıyıcısıdır.
Ana olayda öykü dramatik bir dönüm, bir tepe noktasına ve bir çözüm noktasına sahiptir. Damiel’in insana dönüştüğü an bir dönüm noktası olup, Damiel’in taşınan sirke gelip Marion’u bulamadığı an ise öykünün tepe noktasıdır, Damiel ile Marion’un Berlin içinde birbirini araması ile yaratılan küçük de olsa gerilim öykünün sonuna doğru Damiel ile Marion’un buluşması ile çözüme ulaşmaktadır.
ZITLIK BAĞLAMI
Karakterlerin kurgulanışında en önemli karakter olarak melek Damiel ile arkadaşı melek Cassiel ve aşık olduğu trapezci kadın Marion arasında farklı birer ilişki bağlamı bulunmaktadır. Bu bağlam farklılık ve zıtlık olarak sirayet etmektedir hikayeye. İkisi de melek olmasına rağmen Damiel ve Cassiel’in kişilikleri arasında, filmde de belirgin bir şekilde vurgulandığı üzere önemli ayırt edici kişilik özellikleri vardır. Marion ise Damiel’e göre zıt taraftır. İkisi zıt ama neticede birbirini tamamlayan özelliklere sahiptir. Filmdeki diğer önemli karakterler ise sinema artisti Peter Falk – ki eski bir melektir – ve kendini anlatıcı olarak tanıtan yaşlı adam Homer(os)dir. Peter Falk filmde gerçek hayattaki kendi ismiyle oynamaktadır. Yaşlı adam ise burada tarihin derinliklerinden gelen bir anlatıcıyı yeni Homer(os)’i temsil etmektedir.
Damiel ve Cassiel’in arasındaki farklılıklar karakterlerinde ortaya çıkmakta ve filmin sonuna yaklaştıkça giderek belirginleşmektedir. Bu farklılıkları, hem diyaloglarındaki anlamlarda ve olaylara bakış açılarında, hem de mimiklerinde görmek mümkündür. Damiel daha çocuksu, insani ve dünyevi şeylere eğilimli, Cassiel ise daha idealist ve ciddi bir tavır sergilemektedir. Mesela, Damiel gülümseyen çocuksu ifadesiyle sirkte oturmuş çocuk tiyatrosunu seyrederken, Cassiel donuk bir yüz ifadesiyle, ayakta olup biteni inceleyen bir tavırla etrafı süzmektedir.
Aralarındaki farkı çarpıcı bir şekilde ortaya koyan sahneler, eski bir melek olarak Peter Falk’ın her iki melekle de karşılaştığı iki ayrı sahnedir. Aynı sosis tezgahı önünde aynı monolog ile onları yanında hissettiği için “ben dostum” diye elini uzattığında iki melek farklı tepkiler verirler. Damiel, Falk’ın elini sıkarken, Cassiel tokalaşmak için elini uzatmaz.
Damiel ile Marion’un arasındaki zıtlık ise daha çok birbirini kapsayacak şekildedir, bunları farklı boyutta görmek mümkündür. Bir erkek diğeri kadın, biri melek diğeri insandır. Ancak bu roller filmin seyri içinde değişecektir. Örneğin ikisini bir arada gösteren trapez gösterisinde Damiel melek olduğu halde insan konumunda yerden onu izlerken, Marion insan olduğu halde trapeze bağlı olarak da olsa, sırtına taktığı melek kanatları ile havada uçmaktadır.
Rollerin değişmesiyle ilgili diğer önemli bir sahne de, Damiel insan olduktan sonra ilk kez kavuştuklarında genelde erkeğe atfedilmiş bir işlev olan “aşk ilanı”nın kadın olan taraf Marion’ca uzun bir monolog ile yapılır. Damiel ise sadece susmaktadır. Filmin son sahnesinde de ip üzerinde yukarıda gayet rahat hareketlerle trapez gösteri yaparken, Damiel aşağıda beceriksizce ipe tırmanmaya çalışır henüz yeni insan olmuştur çünkü – artık roller değişmiştir biri insan diğeri melek olmuştur.
Melek imgesini oluştururken, Wenders Rilke’nin “Duineser Elegien” isimli ağıt ilahi karışımı bir formda yazılmış olan eserinden ve Walter Benjamin’in “Über den Begriff der Geschichte” eserinde yarattığı “tarihin meleği” imgesi imgesinden esinlenmiştir. Filmdeki melek imgesi Hıristiyan mitolojisinde betimlenen meleklerden ve İncil’de tasvir edilen tanrının elçilerinden farklıdır, eski ve yeni ahit bağlamında insanlara tanrının emirlerini iletmek gibi bir misyonları yoktur.
Yeni bir tür melektir bu, Benjamin’in tarihin meleğini kurgularken ilham aldığı Paul Klee’nin “Angelus Novus” resmi gibi. Rilke’nin melekleri de benzer şekilde zaman ve mekan sınırı tanımaksızın insan üstü niteliklere sahip olarak ayrı görünmez bir dünyada yaşarlar, insanların sanatsal faaliyetlerine ilham verirler. Burada Rilke’nin melekleri insanoğlu imgesinin zıddı olarak ortaya konulmaktadır. Bir zıtlıklar beraberliği filmin her yönünde etkili iken başta bahsedilen şiirsel etkiyi yükseltmektedir. Tarkovsy etkisinin yoğun hissedilmesi bu sebepten de şaşırtıcı değildir.