Berlin'in İstanbullu yöneticisine emek ödülü

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Boyacıoğlu

BERLİN - Beki Probst İstanbul doğumlu. Üniversiteyi de İstanbul’da okuduktan sontra bir süre gazeteci olarak çalışmış ve 1960’larda İsviçre’ye yerleşmiş. Sinema dünyasının önemli isimlerinden biri olan ve otuz yıldır Berlin Film Pazarı’nı büyük bir başarıyla yöneten Beki’ye, Berlin Film Festivali’nin emek ödülü sayılan ‘Altın Kamera’ ödülü dün yapılan bir törenle verildi. Pazarın düzenlendiği tarihi Martin Gropius Binası'nın sinema salonundaki törene yıllardır Beki ile çalışan birçok sinemacı katıldı. Beki’yi salona bando, mızıka ve mavi balonlar eşliğinde getirdiler. İçeri girdiğinde gözyaşlarını tutamadı. Tören sade ama çok özenliydi. Farklı ülkelerden arkadaşlarının Beki’ye iyi dileklerini sundukları on beş dakikalık bir kısa film hazırlanmış. Kısa ama espri dolu iki konuşmadan sonra Dieter Kosslick, Beki’ye ‘Altın Kamera’yı sundu. Tören sonrası düzenlenen resepsiyonda ise bir başka sürpriz vardı. Beki’nin her yıl Amerikan Film Pazarı sırasında kaldığı otelde kendisine şarap servisi yapan garson kadını Berlin’e getirtmişler. Bol miktarda şampanya, gözyaşı ve fotoğraflı, güzel bir etkinlikti.

SİNEMADA HİÇ ANLATILMAMIŞ BİR DÖNEM

Lance Daly’nin yönettiği ‘Black 47’ Yarışma Bölümü’nde yer alan ama yarışma dışı gösterilen bir film. Berlin’de böyle bir tuhaflık var, yani bir film yarışma bölümünde yarışma dışı gösterilebiliyor. Çok az insan 1847’de özellikle patatese musallat olan bir hastalık yüzünden İrlanda’da kıtlık çıktığını ve bir milyona yakın insanın öldüğünü bilir. O zaman Osmanlı da birkaç gemi dolusu tahıl ile İrlanda’ya yardım etmeye çalışmış. ‘Kara 47’ o dönemde bir İngiltere kolonisi olan İrlanda’da geçen bir intikam öyküsünü anlatıyor. İngiliz ordusunda görev alıp Afganistan’da savaşan İrlandalı bir asker, ordudan kaçıp ülkesine geri dönüyor ve büyük bir sefaletle karşılaşıyor. Annesi açlıktan ölmüş, kardeşi İngilizler tarafından idam edilmiş, kimsenin kimseye yardım edecek hali yok. Çok az miktarda üretilebilen tahılı da İngilizler Londra’ya yolluyorlar, kendilerine karşı gelenleri de acımasızca cezalandırıyorlar. Buradan sonrası çok iyi çekilmiş bir intikam öyküsü. Tam anlamıyla bir festival filmi olmayan ‘Kara 47’, sinemada şimdiye kadar hiç anlatılmamış bir dönemi başarıyla izleyiciye aktarıyor.

FİNLANDİYA'NIN İLK FİLMİ...

Dün akşam Finlandiya’nın resepsiyonuna gittik. Özellikle festivalin ilk günlerinde birçok ülke partiler düzenleyerek filmlerini tanıtmaya çalışıyor. Böyle etkinlikler sosyalleşme ve iş konuşmak açısından da önemli. Finlandiya Film Enstitüsü oldukça büyük bir mekan kiralamış, sahneye bir perde konulmuş, orkestra yerini almadan yapılan açılış konuşmasında Finlandiya’da ilk filmin 1907 yılında çekildiği ancak filmin kaybolduğunu anlattılar. 2017 yılında filmi siyah beyaz olarak ve 1907’nın tekniği ile yeniden çekmişler. Konuklara bu 15 dakikalık filmi altı kişilik bir orkestranın canlı müziği eşliğinde sundular. Ama müzikten daha önemlisi filmin sesiydi. Sahnede ‘ses sihirbazı’ diye tanımlayabileceğim bir adam, filmin bütün seslerini, elinin altındaki şişeler, kağıt parçaları, gömlekler gibi nesneleri kullanarak büyük bir başarıyla yaratıyordu. Çok zekice düzenlenmiş olan bu performans çok beğenildi ve bol bol alkışlandı. Kıskanmadım desem yalan olur.