Onur Ünlü'den yeni film: Karanlık mı, karamsarlık mı?
‘Aşkın….’ filmini izledikten sonra seyirci olarak ağzımızda biraz ekşi bir tat ve aklımızda karamsar bir hava kalıyor. Onur Ünlü, tabiri caizse, biraz kendini tutabilseydi, bizce çok güzel çekilmiş kadrajlarla, güzel şekillenmeye başlamış bir hikayeyle ve iyi oyuncularla çok daha iyi bir film çıkarabilirdi. Gerçekten yazık…
DUVAR - 2017 yılı çıkışlı olmasına rağmen seyirciyle bu hafta buluşan ‘Aşkın gören gözlere ihtiyacı yok!’, klasik polisiye/ film noir hatları taşıyan ancak son kertede yönetmenin filmini başka bir türe evirme çabaları ile muğlaklaşan bir yapım. Yönetmen Onur Ünlü film noir türünün olmazsa olmazı bütün öğelerini filmine yerleştiriyor ve gerekli karanlık atmosferi kuruyor ancak senaryoda güzel başlayan olay örgüsü dallanıp budaklanıp başka yerlere gidiyor. Aynı zamanda filmin atmosferinin giderek boğucu olması normalde bu türde bir başarı sayılabilecek, bu örnekte biraz aşırı karamsar bir bakış açısına dönüşüyor.
Cinayet masası dedektifi Salim (Fatih Artman), biraz bıkkın, bezgin ve içine kapanık bir adamdır. Özel hayatı son derece sorunludur ve üstelik gözlerinde giderek artan ve sonunda onu kör bırakacak bir hastalık vardır. Bu yüzden bulanık bakışıyla işine devam eden Salim, son olarak gaddarca öldürülmüş zengin bir iş adamının cinayet davasına verilir. Cinayetin baş şüphelileri arasında bulunan kurbanın karısı Handan (Demet Evgar), Salim’in ilgisini çeker. Handan güzel olduğu kadar gizemlidir ancak kendisi de kördür. Handan’la bir diğer cinayet zanlısının eşi Leyla (ki o da kör!) arasında gidip gelen Salim, göz hastalığı ilerledikçe hem kendisini hem de davadaki kontrolünü kaybetmeye başlar.
SALİM, SELEFLERİNİ ARATMIYOR!
Onur Ünlü, filmini kurarken sağlam bir atmosfer, derinlikli karakterler ve akıcı bir anlatım sunuyor. Başarılı film noir’ların anti-kahramanlarını aratmayan, yaşam yorgunu Salim’i izleyince, yine vazgeçilmez diğer karakterlerden femme fatale’i yani Handan’ı görünce ve filmin karanlık, gizemli senaryosunu fark edince çok özgün olmayan ama sağlam bir polisiye filmi izleyeceğimiz hissiyatına kapılıyoruz. Gerçekten de başkarakter Salim, iç şeytanlarıyla boğuşan, sorunlu bir hayatı olan ve garip saplantılara sahip ( kör kadınlara karşı bir zaaf!) kısaca bu tür filmlere cuk oturan bir kişi. Gerek davranışları, gerekse kişiliğiyle ikon olmuş seleflerini, Humphrey Bogart ve diğerlerini utandırmıyor. Aynı şekilde filmin cazibe noktası olan Handan karakteri de gereken gizem ve davetkar tarza sahip. Bir de bütün bu iyi çizilmiş karakterlere kapalı, boğucu ve karanlık bir ortam eklenince ‘Aşkın…’ filminin iyi bir polisiye olması için eksik bir noktası yokmuş gibi duruyor.
ÜNLÜ, DEĞİŞİKLİKLERİ SEVER!
Bu başarılı giriş bizi biraz rahatlattığı kadar şaşırtıyor da çünkü yönetmenin eklektik yapısını yani değişik türden ve başarı seviyesi dalgalı filmler çektiğini biliyoruz. Her ne kadar bizce biraz aşırı yoğun tempoda (tam 15 film!) çalışsa da ve filmleri her zaman aynı başarı seviyesini yakalamasa da, yönetmenin değişik, ticari olmayan (Cingöz Recai filmi dışında)ve alternatif bir sinema dili yaratmak istediği su götürmez bir gerçek. Ancak işte bu bahsettiğimiz arka arkaya film çekme sevdası, değişik türden filmlerin özelliklerini birbirine durmadan karıştırması ve kariyerindeki filmleri bir deneme tahtası, bir arayış alanı gibi kullanması filmlerinin başarı seviyesini oldukça düşürüyor. Hatta 2014 de çektiği ve bizce kariyerinin zirvelerinden biri olan ‘İtirazım var!’ filminden beri belli bir düşüş içerisinde olduğu söylenebilir.
Birçok başarılı yönetmenin, yeni bir film çekmeden önce ciddi bir hazırlık yapar ve bir arayış süreci içine girer. Ünlü, sanki bu arayışı filmini çekerken yani filmin yapım sürecinde gerçekleştiriyor. Doğal olarak filmin ortamı konusuna hazırlıksız yakalanıyor, yönetmenin dokunuşları filmin dokusuyla uyuşmuyor ve verilmek istenen mesajlar giderek muğlaklaşıyor.
'DAHA DA KÖTÜ OLSUN!' ÇABASI...
Filminin ele aldığı konuyu ve kompakt yapısını yeterli bulmayan yönetmen, çizdiği karakterleri giderek daha dibe çekiyor, çizdiği karanlık atmosferi adeta bir cehennem havasına çeviriyor ve filmin amacını (katilin kim olduğu ve niye öldürdüğü) başka yönlere çeviriyor. Gerekli özelliklere sahip Salim karakteri feleğin çemberinden geçmiş bir karakterden saplantılı ve hastalıklı bir karaktere dönüşüyor. Zaten sorunlu olan özel hayatı inanılmaz boyutlarda kötülüğe boğuluyor. Örneğin Salim’in giderek körleşmesini ve boşanmış eşiyle olan sorunları yeterli bulmayan yönetmen bir de onun esrarkeş, yaşlı bir fahişe olan annesini tanıtıyor. Aynı şekilde Salim’in kör kadınlara olan takıntısından Handan kadar, bütün olay içerisinde en masum görünen genç, güzel ve kör Leyla da nasibini alıyor. Filmdeki bütün ana karakterler birbirine yakınlaştıkça her biri en kötü yanlarını ortaya çıkarıyor. Ancak bu ortaya çıkan kötü yanlar filmde o kadar sırasız ve rastgele serpiştirilmiş gibi duruyor ki bütün bunlar karakterleri beslemek yerine onları tüketiyor. Film ilerledikçe karakterlere olan ilgimiz azalıyor. Beklenen patlama noktaları asla gelmiyor ya da geldiğinde ilgimiz çoktan başka yere kaymış oluyor.
Ünlü’nün zaten hüzünlü ve kasvetli çizmiş olduğu bu dünyayı daha da kötü hale getirme çabası, gereksiz aşırılıkta karamsar bir hava estiriyor. Daha da derinleşen bu cehennem çukuruna iyice gömülen karakterler, pek de ne yapacaklarını bilmeden daha şiddetli, kanlı ve tacizkar eylemlerde bulunuyorlar. Sanki onlar da hikaye kadar kendilerinin de tükenmekte olduğunun farkına varıyorlar.
OLAN OYUNCULARA OLUYOR!
Filmdeki bu sallanmanın asıl üzücü tarafı, iyi oyuncuların da bundan zarar görmesi. Hem de Fatih Artman bu kadar katmanlı ve inandırıcı bir Salim karakteri çekmişken… Veya Hara Sürel’in canlandırdığı Leyla karakteri bizi duygulandırmışken… Demet Evgar ise ne yazık ki kendine çok uymayan bir rolde gibi duruyor. Oyunculuk gücünü tabii ki tartışamayız ancak bizce ne fiziği ne de oyunculuk yanı bir femme fatale’i canlandırmak için uygun değil…
Son olarak şunu da eklemekte yarar var: Yönetmen Ünlü, son filmlerinin başında büyük bir filozofun bir sözünü cımbızla çıkarıp önümüze koyuyor. Bizce çok başarısız olan ‘Gerçek kesit’ filmindeki Heidegger’in sözünden sonra bu sefer Aristoteles ‘in bir sözüyle filme başlıyoruz. Bu sözler tabii ki filmin konusuyla alakasız değil ama çok gerekliler mi bizce tartışmaya açık bir konu…
‘Aşkın….’ filmini izledikten sonra seyirci olarak ağzımızda biraz ekşi bir tat ve aklımızda karamsar bir hava kalıyor. Onur Ünlü, tabiri caizse, biraz kendini tutabilseydi, bizce çok güzel çekilmiş kadrajlarla, güzel şekillenmeye başlamış bir hikayeyle ve iyi oyuncularla çok daha iyi bir film çıkarabilirdi. Gerçekten yazık…
Yönetmen: Onur Ünlü
Oyuncular: Demet Evgar, Fatih Artman, Ezgi Eyüboğlu, Hare Sürel, Özgür Emre Yıldırım, Ayşenil Şamlıoğlu, İncinur Daşdemir, Turgut Tunçalp….
Ülke: Türkiye