İsrailsiz Cannes Film Festivali!
Bu yıl Cannes Film festivali’nin resmi bölümlerinde bir tane bile İsrail filmi yok. Bu biraz şaşırtıcı bir durum, çünkü genelde her yıl İsrail’den birkaç film Cannes’a seçilir. Bir dedikoduya göre İsrail Kültür Bakanı'nın geçen yıl kırmızı halının merdivenlerinde, üzerinde Kudüs fotoğrafları olan elbiseyle poz vermesi ve bu fotoğrafın küçük bir skandala yol açması Fransızları çok rahatsız etmiş
Ahmet Boyacıoğlu
DUVAR - ‘Vahşi Hayat’ (Wildlife) Eleştirmenler Haftası’nın açılış filmiydi. Sağlam bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre yönetmen Paul Dano, Berlin Film Festivali’nin Yarışma Bölümü'nden aldığı daveti reddetmiş ve filmini önce Sundance Film Festivalinde gösterdikten sonra Cannes’a gelmiş. Görüldüğü gibi ilk filminde bile kendini ağırdan satan yönetmenler de var.
Vahşi Hayat’ın ilk gösteriminde çok beğenildiği, on dakika boyunca alkışlandığı dedikodusu yayılınca Festival merkezinden yürüyerek yirmi dakika uzaklıktaki Eleştirmenler Haftası gösterimlerinin yapıldığı salona geldik. Girişte yaklaşık seksen metre uzunluğunda bir insan kuyruğu vardı. Duyan gelmiş. Salon olsa olsa 250 – 300 kişilik olduğundan içeri girme şansımız çok düşüktü. Yanımdaki İalyan gazeteci ‘Ben kuyruğu keseceğim’ deyip ortadan bir yerlerden kaynayıverdi. Doğrusu ben utandım ve arkaya geçtim. Yirmi dakika güneşin altında bekledikten sonra basın kuyruğu bitiverdi ve kendimi son izleyicilerden biri olarak salonda buldum.
Gösterimden önce yapılan konuşmalarda bir roman uyarlaması olan filmin senaryo yazarlarından birinin Elia Kazan’ın torunu olduğu belirtildi ve torun Kazan sahneye çağrıldı. Kızın adını aklımda tutamadım ama zaten önemli olan soyadı. Eğer dedeniz ünlü bir sinemacıyla herkesten bir adım önde olabiliyorsunuz.
BAKAN'A TEPKİ İDDİASI
Vahşi Hayat ‘düşük bütçeli’ bir filmmiş. Tabii bu Amerikan standartlarına göre düşük bir bütçe. Babayı Jake Gyllenhaal oynuyor. Salon doldu, film başladı. 1950’ler Amerikasında bir kasaba. Anne, baba ve 14 yaşındaki oğullarından oluşan bir çekirdek aile. Filmin başında baba işini kaybediyor. Birkaç gün sonra işveren bir hata yapıldığını söyleyip işe geri dönmesini istese de, gururu kırıldığı için bu teklifi kabul etmiyor. Bir süre sonra da bölgede sürekli çıkan orman yangınlarını söndürmeye çalışan bir ekibe katılıyor ve eşinin karşı çıkmasını ciddiye almadan dağlara gidiyor. Babanın yokluğunda anne önemli bir değişime uğruyor. Bir işe girip para kazanmanın yanı sıra yaşlı ve (burası önemli) zengin bir adamla bir aşk yaşıyor. Bütün bunlar da çocuğun gözlerinin önünde oluyor. Bu filmden öğrendiğim tek şey kar yağmaya başlayınca orman yangınlarının sona erdiği bilgisi oldu. İlk karla beraber baba eve dönüyor. Gerçekler kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkıyor. Baba bir bidon benzin ile yaşlı adamın evini yakmaya kalkıyor. (İşte burası tam bir Yeşilçam filmine benziyor) Sonuçta aile dağılıyor. Filmin tamamı bu.
Filmin ilk gösteriminde neden on dakika alkışlandığına gelince, bu sorunun cevabını bilmiyorum. Anlamaya da çalışmadım. Olan benim üç saatime oldu. Kırk dakika yürümek ve yirmi dakika da güneşin altında beklemek bu süreye dahil.
Bu yıl Cannes Film festivali’nin resmi bölümlerinde bir tane bile İsrail filmi yok. Bu biraz şaşırtıcı bir durum, çünkü genelde her yıl İsrail’den birkaç film Cannes’a seçilir. Bir dedikoduya göre İsrail Kültür Bakanı'nın geçen yıl kırmızı halının merdivenlerinde, üzerinde Kudüs fotoğrafları olan elbiseyle poz vermesi ve bu fotoğrafın küçük bir skandala yol açması Fransızları çok rahatsız etmiş. O yüzden bu yıl İsrail filmlerinin hiç seçilme şansı olmamış. Doğru mu değil mi bilmiyorum. Ancak ilginç.