Ayin: Böyle korkmayı özlemişiz!
Ayin, uzun zamandır özel örnekler beklediğimiz korku filmleri arasında üst sıralara yerleşen, özgün bir tarzı olan çok başarılı bir korku filmi. Korku filmi demişken tabii ki asıl soruyu sorarak bitirmemiz gerekiyor: ‘Ayin filmi etkiliyor ve korkutuyor mu?’. Cevabımız ise ‘Evet... Hem de çok!’
DUVAR - Yurtdışı basınından çok iyi eleştiriler almasına rağmen (yeni yüzyılın ‘Exorcist’i vb. ), ‘Ayin’ filmi belki de dini çağrıştıran bir isim taşıyan bir korku filmi olmasından dolayı, ilk anda, bizde pek büyük bir beklenti ve heyecan yaratmıyor. Nedeni ise ‘Exorcist’ filminden beri şeytan çıkarma, şeytani ayin, bu güce karşı çarpışan din adamları gibi temalar çok işlendi ve zamanında ergenliğe geçiş, bekaret, kötülüğe karşı dine sığınma gibi ilginç ve zamanında yeni sayılabilecek konular artık eskimeye ve sıradanlaşmaya başladı.
Ancak bizi asıl şaşırtan ve sevindiren şey, ilk uzun metraj filmi olmasına rağmen yönetmen Ari Aster’in Ayin filmiyle, iyi korku filmi kıtlığı yaşadığımız şu dönemde, kuşkusuz bazı eski korku filmlerinden esintiler taşıyan ancak yine de özgün, değişik, etkileyici ve gelecekte kendi imzası dahilinde sayılabilecek noktalar barındıran bir yapım sunmasında yatıyor. Yönetmen, birçok korku filminde gevelenen, tekrar edilen konuları bir kenara itmiyor, fakat bunlara yeni bir bakış, değişik bir soluk ve farklı bir yorum katıyor. Ayin, belki sinema tarihinde özel bir yere sahip olmayacak fakat son zamanlarda izlediğimiz korku filmleri arasında sivrileceği de kesin.
Graham ailesinde büyükanne Ellen öldüğünde, aile fertleri ölçülü ve saygılı bir yas süreci yaşarlar ama bu ölüm aileyi derinden sarsmaz. Ancak büyükanne Ellen’nin peşinde sürüklediği bir lanet vardır ve bu lanet aileyi etkilemeye başlar. Bir de ailenin saklı kalmış sırları ve geçmiş travmaları su yüzüne çıkmaya başladıkça başta anne olmak üzere bütün aile için kabus gibi bir dönem başlar.
BÜYÜKANNENİN DENGELEYİCİ YANI…
Yönetmen Aster bize Ayin filminin ailesini sunarken, daha en baştan ters bir şeyler olduğunu hissettiriyor. Yani bahsettiğimiz lanet, mutlu, sorunsuz ve huzur içinde yaşayan bir alenin üstüne çöken bir durum değil. Graham ailesinde belli bir düzen ve belli bir yerleşik hayat var ancak her an patlayacak, çıkış yolu arayan krizler de sürekli kendini hissettiriyor. Büyükannenin ölümüyle ailenin çok fazla üzülmemesi, sürekli mutsuz ve depresif duran ailenin küçük kızı Charlie’nin (Milly Shapiro) yüz ifadesi, ailenin annesi Annie’nin (Toni Collette) uyurgezer davranışları ve psikolojik problemleri (sebeplerini bir grup terapisi seansında anlıyoruz) bu aile ortamında zaten bir şeylerin eksik ve tekinsiz olduğunu gösteriyor. Sadece ailenin babası Steve (Gabriel Byrne) ve büyük oğlu biraz daha normal davranıyorlar ama onlar da büyükannenin ölümünden sonra yavaş yavaş dengelerini kaybetmeye başlıyorlar.
Bu noktada da filmin bizce şu özelliği ortaya çıkıyor: benzerlerinin aksine filmde ölmüş olan kişi yani büyükanne, kötülüğün kaynağından ziyade kötülüğün dengeleyicisi… Başka bir deyişle büyükannenin ölümü ailenin üstüne bir lanet indirmiyor, zaten ailenin üzerinde olan bir laneti, emen, hafifleten bir kişinin ölmesi aileyi bu duruma sokuyor, hassas dengeleri tamamen altüst ediyor.
KARAKTERLER SIKIŞMIŞ BİR DURUMDA…
Filmde ilginç bir kamera kullanımı daha doğrusu ilginç bir kadraj ölçeği de var. Filmin başından itibaren, birçok planda karakterleri yakın planlarla değil daha çok orta ölçekte çekilmiş kadrajlarla görüyoruz. Ailenin fertleri, evlerinin değişik odalarına girip çıkarlarken onları uzaktan izliyoruz. Bazen bir tiyatro seyrediyormuş hissiyatı veren bu sekanslar, filmin donuk, soğuk ve tekinsiz ortamıyla tam olarak örtüşüyor. Bir de filmin annesinin minyatür evlerle uğraşması, bir açıdan filmin biçimi ile paralellik taşıyor. Sanki aile de sıkışmış oldukları bu evden, takındıkları normal aile maskelerini atarak, etraflarındaki duvarları yıkarak çıkmaya çalışıyorlar. Annenin büyük bir özenle yaptığı minyatür evlerin ailenin beraber oturduğu evi temsil ettiği açıkça belli oluyor.
Filmdeki korkutma katsayısının oldukça yüksek bir yerde olduğunu söylememiz gerekir. Yönetmen karanlık köşelerden çıkan hayaletler veya karakterlerin üstüne çullanan ruhlar kullanmıyor, daha çok güpegündüz, uzaktan görünen tekinsiz kişileri, karakterlerin kendilerinin aynada gördükleri korkutucu yansımalarını kullanıyor. Karakterler giderek dış bir tehditten değil, kendilerinden korkmaya başlıyorlar. Bizce bir insanın kendinden korkması ve tedirgin olması en çaresiz durumlardan biridir.
Ailenin fertlerinin her biri normal, gündelik hayatlarına devam etmeye çabaladıkça, gördükleri sanrılar çoğalıyor. Zaten huzursuz olan aile, içlerinden birisinin oldukça trajik bir şekilde ölmesiyle daha da yıkılıyor. Son çare olarak ölmüş kişilerle irtibata geçmeye çalışıyorlar. Bu durumu daha da ağırlaştırıyor. Bu temasa geçme çabası rahatlatıcı sonuçlar vermiyor, laneti daha da ağır hale sokuyor. Delirmenin eşiğine gelmiş anne ve diğer aile fertleri bir cehennem hayatı yaşamaya başlıyorlar. Bu arada filmin final sekansının ciddi anlamda Polanski’nin başyapıtı ‘Rosemary’nin bebeği’ filminden esintiler taşıdığı da tartışılmaz bir gerçek.
ASTER FİLMİNE SONUNA KADAR HAKİM…
Yönetmen Aster’in bir becerisi de filmini sonuna kadar kontrolünde tutmasında yatıyor. Esinlendiği filmleri asla taklit etmiyor, sadece hafiften esintiler katıyor. Daha da etkileyici bir hava yaratmaya çalışırken, konunun abartılı sekanslara kaymasını önlüyor. Örneğin atmosfer ve anne karakteri açısından benzerlikler taşıdığı Aronofsky’nin ‘Anne’ filminde bizce baş kadın karakterin sanrıları bir yerden sonra iyice kontrolden çıkıyor, dallanıp budaklanan hikaye filmin dokusuna zarar veriyordu. Burada ise filmin kompakt yapısı bozulmuyor, film başka yerlere uzanmaya çalışmıyor, giderek içine kapanarak daha da tedirgin edici bir hale geliyor.
Bu başarılı atmosfer ve hikayeye büyük bir katkı da oyunculardan geliyor. Başta ailenin babasını oynayan Gabriel Byrne olmak üzere her birinin çok başarılı oyunculuklar çıkardığını söylememiz gerekiyor ama anneyi canlandıran Toni Collette için ayrı bir parantez açmamamız haksızlık olur. Zaten fiziğiyle ve oyun gücüyle bu tür filmlere ( The sixth sense) çok yakışan Collette kusursuz bir performans sergiliyor. Dehşete düştüğü sahnelerdeki yüz ifadesi bile içimizi ürpertmeye yetiyor. Filmin karanlık ve baskıcı atmosferine inanılmaz bir katkıda bulunuyor.
Ayin, uzun zamandır özel örnekler beklediğimiz korku filmleri arasında üst sıralara yerleşen, özgün bir tarzı olan çok başarılı bir korku filmi. Korku filmi demişken tabii ki asıl soruyu sorarak bitirmemiz gerekiyor: ‘Ayin filmi etkiliyor ve korkutuyor mu?’. Cevabımız ise ‘Evet... Hem de çok!’
Yönetmen: Ari Aster
Oyuncular: Toni Collette, Gabriel Byrne, Alex Wolff, Milly Shapiro, Ann Dowd, Mallory Bechtel, Brock McKinney, Austin R. Grant…
Ülke: ABD