Tolga Karaçelik: Delirmemek için Kelebekler'i çektim
Stockholm Film Festivali en iyi film dalında yarışmaya gelen Tolga Karaçelik ve Tuğçe Altuğ ile hem "Kelebekler", hem de ölüm/sinema/direniş biçimi üçgenini, hakikat/adalet/hafıza ekseninde konuştuk. Karaçelik "Kendimi pozitif tutmaya çabalarım genelde ama karanlığa doğru çekildiğimde oradan çıkmam çok zor oluyor. Delirmemek için tam da bu dönemimde Kelebekler’i çektim ve insanlara da iyi gelecek bir film olsun istedim" dedi.
Berxwedan Yaruk - [email protected]
DUVAR - İçine düştüğümüz ve çevremizdekilerin sorgusuzluğu sayesinde bir süre kadar garipsemeden uyum sağladığımız bir şey var. Yaşam. Her gün, her sabah güne başlayış anında “Tüm bu olan biten şey nedir?” sorusunun kelimesiz hallerinin bizi ittiği bunalım, hiçleştirme, anlam yitimi yahut anlam sağanağı içinde kaybolup kendimizi yeniden bulmaya çalışıyoruz. Bir sonu olduğunu bile bile bir şeyi yapmaya devam etme telaşı, ölümün yani artık olmamanın olduğu yerde bir yere kadar yine de olma refleksimiz var.
İçine düşmek tabiri, hayat dediğimiz şeyi tam bu noktada müthiş tanımlıyor zira içine düştüğün şey senin planın değildir ama oradan çıkmak kesinlikle artık senin planlaman gereken bir derttir. Yukarı hiç bakmayarak oraya düştüğünü rededebilirsin gayet tabi ki bu sayede düşmeye başladığın ilk yere dair sorulardan kaçınıp olduğun yerin zaman/mekan algısı ve sınırında yaşayabilirsin. Ki dünya dediğimiz yerde işler böyle yürüyor. Tüm bu bilinmezlik, muğlaklık ve soruların altını politik bilinçle doldurarak yüzlerce sene kutsallaştırılmış bir hayatla akıl sağlığımızı korumaya çabaladık. Bir o kadar süre de hiçlik içinde. Ölümün olduğu yerde asıl sorudan kaçınmak için daha da ciddileştik. Ciddiyetin, gökten üzerimize düşmekte olan arabayı durdurma gücü var mı? Tolga Karaçelik’in varlık ve yokluk arasında gezinişi, buna karşı pozisyon alma arayışı ve bir direniş yöntemi kovalayışı ilk işlerinden bu yana oldukça sert bir yerden ilk adımını atıyor.
Karaçelik’i anlamak için derdini ilk kez ‘göstererek’ aktarmak istediği ana gitmekte fayda var. 2005’de New York’da okurken "Evoke" isimli ilk kısa filmini çekiyor. Evladı ile beraber aklını da kaybeden bir babanın cenin yeme hikayesini anlatıyor. Karaçelik’in ölüm/gariplikler ve sonrasında akışa devam eden hayatla başa çıkma yöntemleri hususunda arayışları ilk burada dışa vuruyor kendini. Devamında çektiği kısa ve uzun metrajlı filmlerin bütününde de bu serencamı görüyoruz.
Stockholm Film Festivali en iyi film dalında yarışmaya gelen Tolga Karaçelik ve Tuğçe Altuğ ile hem "Kelebekler" hem de ölüm/sinema/direniş biçimi üçgenini hakikat/adalet/hafıza ekseninde konuştuk.
Gişe Memuru’nda gökten düşen, Sarmaşık’ta bir hayalet gibi gezen Kürt ve Kelebekler’de patlayan tavuklara değin, gariplikler Tolga Karaçelik sinemasında her an yaşanabilir bir dünyada seyrediyor. Kırılan normallik eşiğimiz ve şaşırma ölçümüze bir eleştiri mi var sinemanda yoksa “hayat bu aslında” duruşu mu tüm bunlar?
Tolga Karaçelik: Kendimi hiçbir zaman ‘ait’ hissetmediğim için anlatmayı tercih ettiğim karakterler büyülü gerçekçi öğeler barındırıyor. Toplumun buna alışma gündeminden öte kendi uyum sürecimle alakalı gelişiyor. Çıldırmamak için bir yol aramak zorunda kalıyoruz hepimiz.
'KEYİF DE BİR DİRENİŞTİR ÇÜNKÜ; OTORİTE KEYFİMİZİ ELİMİZDEN ALIR'
İlk filminden bu yana bende “Tolga Karaçelik akıl sağlığını kaybetmemek adına film çekiyor” hissi var?
Tolga Karaçelik: Evet, kesinlikle. Kendimi pozitif tutmaya çabalarım genelde ama karanlığa doğru çekildiğimde oradan çıkmam çok zor oluyor. Delirmemek için tam da bu dönemimde Kelebekler’i çektim ve insanlara da iyi gelecek bir film olsun istedim. Gişe Memuru benim monoton hayattan çıkma hikayemdi mesela, "Sarmaşık" gördüğüm dünya ve Türkiye'deki politik sistem ve düzen üzerine bir filmdi. Bir şekilde yatak odama kadar gelmiş bir otoriteye yanıttı. Sarmaşık ile “Aha insanlara bir şeyler hissettirebiliyorum” fikri güçlenince tam da amcamı kaybettiğim bir dönemde hem bana hem insanlara iyi gelecek bir film yapmak istedim.
Güzellikler de paylaşılmalı noktasına gelince keyif de bir direniş yöntemidir; çünkü otoriter rejimler keyfimizi de elimizden alıyorlar. Yalnızca muhalifi olduğumuz şeylerden bahsettiğimizde muhafazakarlaşıyoruz. Güzelliklerin ve neşenin paylaşılmasını sesli dile getirince avamın kabalığına maruz kalma hali var bir de artık. En çok üzüldüğüm şey kabalığın bu denli normalleşmesi. Tüm bu nezaketsizlik ve üretene dönük tahammülsüz kabalığa, ölümle olan problemim de eklenince dediğin cümleye yanaşıyorum.
Gişe Memuru ve Sarmaşık filmlerinizde hakikat/simülasyon, muktedir/mazlum ve zaman/mekan yitimi ekseninde varoluş sorularına cevaben daha karanlık bir yanıt vardı. Kelebekler’de ise hayatla baş etme rehberine daha motivasyonlu tabelalar bırakmayı mı tercih ettin?
Tolga Karaçelik: Kendimi rahatlamış hissediyorum ama ne yazık ki tam da böyle zamanlarda sana en çok benzeyenler senin canını en çok sıkanlar olabiliyor. İlk iki filmin çekildiği zamana oranla Kelebekler süreci gülmeye en çok ihtiyaç duyduğum zamanlardı ki bu yöntemin rahatlatıcı etkisi oldu ama komedi çok tehlikeli bir saha. Çok parıltılı, çok eğlenceli. Sadece komediye odaklansak yine izlenir, yine olur ama insanlar şaşırdıklarında ya da güldüklerinde kalkanlarını indiriyorlar. Vermek istediğini tam bu anlara denk getirme derdin olduğunda komedi unsurları epeyce duvar yıkıcı olabiliyor..
Tuğçe Altuğ: Gülmenin biçimleri var bir de. Neye gülüyoruz ve bu gülmenin ardındaki hikaye ne? İzlediğimiz yapıtı komik yapan şey ne? Gülme ediminin hiç de o kadar anlaşılır olmadığını Henri Bergson’un "Gülme" kitabından anlayabiliyoruz. İyileştirici bir güç olabiliyor mesela. Filmimizdeki komedinin de bu noktada işlevsel olduğunu söyleyebilirim.
Filmin girişinde Ezgi Mola’nın canlandırdığı Sevtap karakteri görünmediği bir esnada "Artık ne gerçek ne yalan anlamıyorum" diyor. Sen miydin o ses? Hakikat yok mu sana göre?
Tolga Karaçelik: Hakikat inanmaktır. Bir yönetmenin de işi izleyiciyi, kurgulanmış yalanlara inandırmaktır. Sarmaşık’tan sonra “Hayatımda izlediğim en gerçek filmdi” diyebiliyor insanlar mesela.
Tuğçe Altuğ: Esas olan histir.
Tolga Karaçelik: Bu filmin hakikati de inanmak aslında. Onun seni sevmesine ihtiyacın yok, senin onun seni sevdiğine inanmaya ihtiyacın var. Çünkü gerçeği zaten hiç bilemezsin. Ama inanmak, o bağı oluşturuyor. Aile diyoruz aile var oluyor, sınırlar, din, Allah diyoruz onlar var oluyor. Var olmayan bir şeyi insanların ortak hikayesi haline getirebilmeyi sevdiğim için filmi tercih ediyorum. İmamın hakikat sorgusu da, kardeşlerin hatırlama derdi de bu noktadan var oluyor.
'GÜÇLÜ KADIN HİKAYELERİ HER ZAMAN İSTEDİĞİM BİR ALAN'
Tüm bu sorular, yanıtsızlıklar ve kaos içinde bir de travmalarla baş etmeye çalışırken Kelebekler filmi yaşama senin gibi sorular soranlara bıraktığın bir hayatla baş etme rehberi mi?
Tolga Karaçelik: Yaşadığımız çağı hafifletmek adına söylemiyorum kesinlikle ama bizden çok daha baskıcı dönemlere denk gelmiş hayatlar, çağlar var. Bir şekilde tüm bunlara karşı bir direniş yöntemi gelişebiliyor. Ve bu zaman içerisinde sürekli form değiştirebiliyor. Direniş yöntemlerini tartışıyoruz hatta biz de bir süredir. Kelebekler bu yöntemlerden birisi.
Suzan karakterinin yüzünün çeşitli yanlarında ilk sahneden son sahneye değin saklayabildiği, ara ara biraz gösterip o muğlaklık ikliminde bizi merakta bıraka bıraka tutmaya devam edebildiği müthiş mimikler şöleni var. Bu performans sonrası alınan en iyi kadın oyuncu ödülü de var zaten. Sorum ise seni heyecanlandıran derinlikli yeni bir proje teklifi/hazırlığı var mı?
Tuğçe Altuğ: Suzan’ın konuşmasındaki kapalılıktan, yüzündeki muğlaklıktan, şarkıda detone olmasına kadar epey detaylı çalıştık. İçimin yeni bir işe çalışmak için enerji dolu olduğu bir dönemimdeyim aslında ve birkaç olasılık var lakin netleşince paylaşalım onu.
Tuğçe Altuğ’un en aksak ve zorlandığı yanı hangisidir? Hangi ayrıntının hakim olduğu bir metin seni heyecanlandırır?
Tuğçe Altuğ: Çok net bir şekilde “Şu” yanım diyemem ama ben karakterleri hayal ederken “Acaba şu karakteri bir hayvan olarak oynasam nasıl olurdu” şeklinde daha içgüdüsel bir yerden ele alıyorum. Kiri, hatayı, zaafı yani gerçekliği daha güçlü verebiliyor bu. O yüzden mükemmel bir karakter değil de aksak ve benim aksime sakin/yumuşak olmayan, daha deli, tahmin edilemez ve tekinsiz roller olabilir. Ya da güçlü kadın hikayeleri de her zaman istediğim bir alan.
Tavuğu konuşalım mı artık sanki? Durum öykülerine hareket katmak için aksiyon, ülkede sağda solda patlayan bombaların normalleşmesi metaforu ya da benzer çokça teori var aklımda ama?
Tolga Karaçelik: Bir kere bıyıklı bıyıklı adamları tavuklara kovalatmak fikri çok eğlenceli bence. Amcamı kaybettikten sonra bir gülme isteği vardı. Gülmek istiyordum sadece. Ölümle ilgili büyük sorunları da olan bir insanım, galiba çok korkuyorum. O yüzden tavukları patlatmak olayı sembolizmden öte bu noktadan çıkmış olabilir.
'CİDDİ İNSANLAR HAYATIMIZI MAHVEDİYOR HEP...'
Bütün bu sokağı kaybetmek, anlam arayışında zorlanmak ve amacın yitimi etkisiyle içine düştüğümüz motivasyonsuzluk bize cevabı başka bir yerde mi aratacak? Yeryüzünün astronotları mıyız? Hakikati insandan ötede mi arayacak Karaçelik sineması artık?
Tolga Karaçelik: Öleceğini bilerek, güneşin bir gün patlayacağını bile bile üretmeye devam etmek çok güçlü bir inanç ve bu yüzden insanı çok seviyorum aslında. İnsanı hâlâ ciddiye alıyorum Ama bir yandan da kendini çok ciddiye alan, ciddi insanlar hayatımızı mahvediyor hep. İnsan olarak var olan durumları çok fazla ciddiye almamaya başlamamız lazım. ‘Çok da şey etmemek’ belki de onların oyununu bozacak şeydir.
Son olarak etkilendiğiniz bir kadın yönetmen ve oyuncu sorsak?
Tuğçe Altuğ: Polonyalı Agnieszka Smoczynska’nın "Deniz Kızlarının Şarkısı" isimli işi çok heyecanlandırmıştı beni mesela. Sonraki işlerini merakla bekliyorum. Phoebe Waller-Bridge'in oyunculuğunu ise oldukça fazla beğeniyorum. Fleabag performansı muazzamdı mesela. Hatta bu işi Türkiye’ye getirmeye dair bazı girişimler de oldu oluyor. Sürpriz olur mu? Bakalım. Böyle bir karakteri oynamak isterim.