Yönetmen Vuslat Saraçoğlu: İnsanların çenesini yoran bir film oldu!
Yönetmen Vuslat Saraçoğlu ile ilk uzun metraj filmi Borç'u konuştuk. Saraçoğlu, "Hemen hemen bütün gösterimlerden sonra seyircilerde büyük bir konuşma isteği oluştuğunu gözlemledik. Hatta filmdeki farklı sahnelere bambaşka yaklaşımların türediğini, izleyicilerin farklı karakterleri birbirlerine farklı argümanlarla savunduklarına da şahit olduk. İzleyicilerin dışında da pek çok insanın çenesini yoran bir film oldu!" dedi.
DUVAR - 37. İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Film, 8. Malatya Film Festivali’nde En İyi İlk Film, 6. Boğaziçi Film Festivali’nde de En İyi Kurgu ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini alan, yönetmenliğini ve senaristliğini Vuslat Saraçoğlu’nun yaptığı Borç filmi, yarın vizyona giriyor.
Serdar Orçin, İpek Türktan Kaynak ve Rüçhan Çalışkur’un başrollerini oynadığı filmde, komşusu hastalanan Huriye’yi ortada bırakmamak için ona evini açan Tufan ve Mukaddes çiftini, bu iyilik ve/veya kötülük halinin Tufan merceğinden ele alınması sürecini izliyoruz.
Kakafoni ve Müslüm Baba’nın Evlatları’ndan sonra senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiğiniz ilk uzun metrajlı filminiz Borç yarın vizyona giriyor. Öncesinde film, pek çok festivalde seyirci ile buluştu. İlk olarak oradan başlayalım. Süreç nasıl geçti? Tepkiler nasıldı?
Arzu ettiğimiz gibiydi. Benim en büyük beklentim, filmin insanları konuşturması; tartıştırması idi. Hemen hemen bütün gösterimlerden sonra seyircilerde büyük bir konuşma isteği oluştuğunu gözlemledik. Hatta filmdeki farklı sahnelere bambaşka yaklaşımların türediğini, izleyicilerin farklı karakterleri birbirlerine farklı argümanlarla savunduklarına da şahit olduk. İzleyicilerin dışında da pek çok insanın çenesini yoran bir film oldu! İyi bir şey bu.
'ESKİŞEHİR'DE İNSANLAR DESTEK OLDU'
Borç’un çekimleri Eskişehir’de yapıldı. Bu kent klasik taşra kapsamı içinde yer almasa da, merkezden –İstanbul- uzakta olması ona o gözle bakmamıza sebep oluyor. İlk soru, neden Eskişehir? Ek olarak, sizce Eskişehir’in filme olan katkısı neydi?
Eskişehir çekim yapmak için görece kolay bir şehir gibi göründü gözüme. Çok huzurlu bir insan profili var. Gerçekten de yerinde bir karardı çünkü bize destek olan çok insan oldu. Hikâyeye katkısı açısından soruyorsan, hikâyenin büyük bir şehirde geçmesi konuyu saptırabilirdi; “Büyük şehirlerde insanlık ölmüş” şeklinde bir klişeyi anımsatabilirdi. Bu açıdan Eskişehir sıcaklığıyla ve derli toplu bir yer olması sebebiyle hikâye ile bir uyum içindeydi. Öte yandan senaryodaki “küçük şehir” Türkiye’nin genelini temsil etmekten uzak, kendine özgü özellikleri baskın bir yer de olmamalıydı. Mesela duyulduğunda hemen seçilebilir bir ağız ve aksana sahip bir yer olamazdı çünkü karakterlerin Türkiye’nin herhangi bir yerinde bulunabilecek insanlar olduğunu hissettirmek istiyordum. Bu sebeple Ege’de bir kasaba, Karadeniz’de bir şehir, ya da doğuda bir ilçe çok doğru bir seçim olmayabilirdi gibi geliyor bana.
'GÖRÜNTÜLERİN ALTINI KAZIMAYI SEVİYORUM'
İstanbul Uluslararası Film Festivali’ndeki gösteriminizden sonra, seyirci ile yapılan soru- cevap’ta “İyilik üzerine bir film yapmak istedim” dediniz. Sizi bu düşünceye iten sebep neydi? Genel bir kötülük hali olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Ortalık kötülük kaynıyor, iyilik üzerine bir film yapalım da her taraf iyiliğe boğulsun gibi bir düşüncem yoktu. Ben genellikle görüntüde olan şeylerin altını kazımaya çalışmayı seviyorum. Konuları, kavramları, duyguları inceltmeyi; bunların boyutları ve tonları üzerine düşünmeyi seviyorum. Kendime de sürekli, “Bazı şeyler bildiğin gibi olmayabilir Vuslat!” demeyi seviyorum. İyi ama nasıl bir iyi? “İyi” diye adlandırılan başka bir insandan farkı ne mesela Tufan’ın? Onu biraz yakından tanıyınca “iyi” olduğuna emin olabiliyor muyuz? “İyi” görünenlerin içinde gizlenmiş kötülükleri, “kötü” görünenlerin içinde gizlenmiş iyilikleri, zalimliklerin altındaki naiflikleri, adalet savunucusu gibi görünüp de en temel adaletsizlikleri yapanları, hak savunucusu gibi görünüp yeri geldiğinde en temel hakları gasp edenleri, sabah akşam sansürü eleştirip işine gelmediğinde bir anda en temel sansürcü kesilen kişi ve yapıları anlatmak önemli geliyor bana. Yani görünenin, sunulanın, pazarlananın altındakiler ilgimi çekiyor.
İlk filminizde Serdar Orçin, İpek Türktan ve Rüçhan Çalışkur gibi oyuncularla çalışmak sizi zorladı mı? Bu süreci nasıl değerlendirirsiniz?
Hiç zorlamadı. Aksine en büyük şansım oldular belki de.
'GÖZETTİĞİM ŞEY KADIN YA DA ERKEK FİLMİ YAPMAK DEĞİL'
Filminizin gösterimlerinden birinde, seyirciler arasından bir kişi, her ne kadar bir erkeğin odağında olduğu bir hikâyeyi anlatsa da aslında bir kadın filmi yaptığınızı söyledi. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?
Evet, “kadın filmi” yapmaya çalışmadan kadın filmi yapmışsınız diyenler oldu. Hatta bir izleyicimiz “Erkekliğin sorunlu taraflarını ince gözlemlere dayanarak hiçbir didaktik ögeye yer vermeden anlatmışsınız” diye ifade etmiş durumu. Bunu ifade eden de erkek üstelik. Buna zıt bir şekilde filmde Tufan’ın fazla kollandığını düşünenler de var. Dediğim gibi bu konuda ortaya çok farklı yorumlar çıkabiliyor ve bu çeşitlilik güzel. Ben neye kafayı takarsam onunla ilgili film yapmaya çalışıyorum. Gözettiğim şey kadın filmi ya da erkek filmi yapmak değil.
Filminiz Türkiye’de düzenlenen pek çok festivalde ödüllerle karşılandı. Sanırım şu günlerde yurtdışı festivallerine katılıyorsunuz. Yakın zamanda hangi festivaller var?
Evet, yolculuklarımız devam ediyor. En yakın olarak Hindistan’da Kerala Film Festivali’nde yarışacağız.
Film, yarın vizyona giriyor. Seyircinize bir mesajınız var mı?
İçlerindeki sanat heyecanı katlanarak artsın, geceleri uykularını kaçırsın!