Çiçero: Yapımcının elinin değdiği belli!

‘Çiçero’ tarihimizde pek bilinmeyen ilginç bir karakteri (hatta bazılarına göre bir kahramanı) düzeyli bir casusluk filmi havasıyla süsleyerek sunan derli toplu, ortalamanın üstünde bir yapım… Sinema tarihimizde önemli bir yer tutmayacağı kesin ancak güzel bir sinema gecesi geçirmek isteyen sinemaseverler için oldukça iyi bir tercih…

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Uslu, kuşkusuz sadece gişe açısından değil sinemasal açıdan da başarılı hatta bazen uluslararası sulara da açılabilecek kadar iddialı filmlerin dümeninde olan deneyimli bir yapımcı… Her ne kadar filmlerde asıl sanatsal katkı yönetmen ve oyuncular başta olmak üzere yaratıcı ekipten gelse de, bizce bu ekibin arkasında gerekli her desteği ve olanağı sağlayan başarılı bir yapımcının olması da vazgeçilmezdir…

Ancak büyük bütçeli ve iddialı bir yapımda, yönetmenin arkasında, filmde çok ciddi bir söz hakkı olan bir yapımcı olması bazı kısıtlamalar ve sıkıntılar yaratabilir. Böyle önemli filmlerde yapımcılar kuşkusuz hem yatırımlarını korumak hem de sinemasal açıdan başarı kazanmak için bazı koşulları şart koşmak zorunda kalabilirler.

Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan ‘Çiçero’ filminde, yapımcı Mustafa Uslu’nun filme müdahalelerde bulunduğunu ima etmiyoruz… Her ne kadar teknik açıdan özenli ve anlatım açısından ortalamanın üstünde görünse de, ‘Çicero’da yer alan bazı karakterlerin tek boyutlu olması, bazı sahnelerde her açıdan bir aşırılığın hissedilmesi ve yine bazı sekansların seyircileri duygulandırma amacıyla kotarılmış gibi durması, filmin kusurları olarak gözümüze çarpıyor. Bizce bunun sebebi, yapımcının filme direkt müdahalesinden daha çok, yönetmenin ticari kaygıyla takınmış olduğu bir tutum…

İlyas Bazna, daha çok küçük yaşta savaşın vahşetiyle tanışmış ve bütün ailesini bu kıyımda kaybetmiş Arnavut kökenli bir Türk’tür. İkinci Dünya Savaşı sırasında yetişkin bir yaşa gelmiş olan İlyas bir davette söylediği aryadan (aslında davette asıl işi garsonluktur!) dolayı fark edilir ve Ankara’daki İngiliz büyükelçisinin özel uşağı olarak işe alınır. Dünya savaşı bütün hızıyla yaşanırken ve askeri istihbarat her zamandan daha önemli hale gelmişken, İlyas bir casusluk işine başlar ve Almanya ile İngiltere arasında askeri bilgiler satmaya girişir. Savaşın seyrini değiştirecek bu bilgi alışverişi sırasında İlyas’ın Alman konsolosluğunda çalışan bir kadına aşık olması işleri daha da karmaşık hale getirecektir.

İLK SEKANSTAKİ İZLENİMLER…

Filmin en başındaki çarpıcı sekansta filmdeki güçlü ve zayıf noktaları görmeye başlıyoruz: Kıyım görmüş ve yerle bir edilmiş, çoluk çocuk demeden herkesin öldürüldüğü kasaba gayet etkileyici bir şekilde sunulmuş ve savaşın dehşetini bir kere daha bize hatırlatıyor. Ancak bu biçim açısından etkileyici sekanstan sonra bu katliamın faili çeteleri görüyoruz ve daha bu aşamadan bile karikatürel bir anlatım devreye giriyor: Katliamı yapan çeteciler aralarında parti yapıyorlar, gülüyorlar ve kafaları çekiyorlar… Evet, belki bu adamlar sadist olabilirler ve özel bir hedefleri olmayabilir ancak insanlık tarihinde her büyük kıyımın, kılıf olarak kullanılsa bile etnik, dinsel ve ırksal temellere dayandığını göz önüne alırsak, bu adamların bu şekilde tanıtılması, onları tek boyutlu ve apolitik kılıyor… Aynı şekilde bu sekansta İlyas’ın küçük kardeşinin acımasızca vurulması yetmiyor, üstelik bu çocuğun down sendromlu olması olayı daha da korkunç bir hale getiriyor. Filmin gerçek bir hikayeden alındığını göz önüne alırsak bütün bu yürek burkan olaylar tabii ki gerçekten yaşanmıştır ama yine de bunları beyaz perdeye taşımada inceden bir göz dibine sokma, bir duygu sömürüsü ve olayı olduğundan daha da korkunç gösterme telaşı hissediyoruz…

BENİ SEVEN CASUS…

İlyas Bazna yetişkin yaşa gelince ve onun, o dönem yaşadığı ortamı görünce, film güzel bir şekilde akmaya başlıyor. Önce İlyas’ın, arya sahnesine tanık oluyoruz. Ardından İngiliz büyükelçisinin evinde özel uşak olarak çalışmasıyla film gerçekten ilginçleşmeye başlıyor. Zaten casusluk filmi sinemamızda pek işlenen bir tür değil, hele bunu kıvrak bir anlatımla, güzel bir gerilim yaratarak resmetmek hiç kolay bir iş değil…

İlyas Bazna bu casusluk görevine başladığında, devreye bir de bir aşk ilişkisi giriyor ve başta sadece kazanacağı paraya önem veren İlyas’ın öncelikleri değişiyor. Bu aşk ilişkisi de genelde dozunda bir yönetmenlikle aktarılıyor. Gereksiz uzatmalar, basmakalıp konuşmalar taşımayan bu sekans, tam çok hassas bu dönemde yaşanan bir tutkuyu bize başarılı bir şekilde hissettirecekken, filmdeki bir başka karton kötü adam yani Alman büyükelçisi ortaya çıkıyor ve gerçekçi hava yine bozuluyor. Her türlü kötülüğü yapmayı seven, gözlerinden nefret akan, Nazi partisi üyesi bu adam sanki filmdeki kötü adam boşluğunu doldurmak için konulmuş gibi duruyor…

BAŞARILI BİR ŞEKİLDE RESMEDİLMİŞ DÖNEM…

Yönetmen Serdar Akar, bahsettiğimiz ek karakterlerin hikayeyi tökezletmesine rağmen yine filmdeki kontrolünü asla kaybetmiyor, anlatmak istediği konunun sonunu getirmeyi başarıyor… Her ne kadar filmin son on dakikası bize biraz fazla uzatılmış gibi gelse de, hikayede genel olarak bir kopukluk olmadığını kabul etmek gerekir.

Filmin bir diğer pozitif noktası dekorlar yani filmin dönemini yansıtma konusundaki başarısı. Gördüğümüz arabalardan giysilere, şapkalardan sigara ağızlıklarına kadar her öğe belli ki ciddi bir emek, çaba ve özenle seçilmiş. Bu konudaki tek ufak kusur sadece bazı objelerin biraz fazla yeni, biraz fazla gıcır, yeterince eskitilmemiş ve kullanılmamış durması. Ancak sonuçta filmin hem sanat ekibinin başarısını hem de onlara bu olanakları sağlayan yapımcıyı kutlamak gerekir.

Oyunculuklara değinecek olursak Alman büyükelçisini oynayan Murat Garipağaoğlu dışında genelde başarılı sayılabilecek oyuncu performansları mevcut. Usta oyuncu Erdal Beşikçioğlu’nun oyunculuğu fena değil ancak bizce asıl ön plana çıkan performans Burcu Biricik’in oyunculuğu oluyor. Biricik, gerçekten dozunda, inandırıcı ve yoğun bir performans sergileyip filme ciddi bir katkı sağlıyor. Tarihsel figürler olarak Churchill’in başarılı, Atatürk’ün fena olmayan, Hitler’in çok başarısız bir şekilde resmedildiğini de ekleyelim.

Bir de son olarak canımızı sıkan bir noktayı not düşelim: Filmde ilk sekans dahil down sendromlu çocuklar yersiz kullanılmış ve duygu sömürüsü amaçlı gözümüze sokulmuş gibi duruyor. Tabii ki onlar konusunda bir hassasiyet sahibi olmamız gerekir ama filmde onlara bu kadar fazla yer verilmesi gerekli miydi, bizce bu tartışılması gereken bir konu.

Sonuç olarak ‘Çiçero’ tarihimizde pek bilinmeyen ilginç bir karakteri (hatta bazılarına göre bir kahramanı) düzeyli bir casusluk filmi havasıyla süsleyerek sunan derli toplu, ortalamanın üstünde bir yapım… Sinema tarihimizde önemli bir yer tutmayacağı kesin ancak güzel bir sinema gecesi geçirmek isteyen sinemaseverler için oldukça iyi bir tercih.

Yönetmen: Serdar Akar

Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Burcu Biricik, Ertan Saban, Tamer Levent, Murat Garipağaoğlu, Mehmet Ulay, Altan Erkekli…

Ülke: Türkiye