Yıkıntılar Arasında: Kara harfler, eve dönemeyenler ve Sur...
Özcan Alper, “Kavil-Yıkıntılar Arasında” adlı son filmini, Basklı şair ve yazar Joseba Sarrionandia’nın “Zor Zamanlar” adlı şiirinden yola çıkarak çekti. Konusunu Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yaşanan yıkımdan alan ve Alper’in animasyon olarak çektiği filmin dili Kürtçe. Alper, Kürtlerin yaşadıkları ile Joseba Sarrionandia’nın hayat hikâyesinin ortak yönlerinden yola çıkarak böyle bir tercihte bulunmuş.
DİYARBAKIR - Basklı şair ve yazar Joseba Sarrionandia Türkiye’de tanınmıyor. Çünkü henüz hiçbir kitabı Kürtçe ya da Türkçe yayımlanmış değil. Yapımcılar, bir film projesi için Özcan Alper’in kapısını çalıncaya kadar, tek dizesi bile Türkiye’de yayımlanmamıştı şairin.
Basklı bir şair ile Türkiyeli bir yönetmenin buluşması ise Yıkıntılar Arasında adlı kısa bir animasyon filmin ortaya çıkmasına vesile oldu. Filmden söz edeceğim ama önce Joseba Sarrionandia kimdir, buna bakmakta yarar var. Çünkü Amed Şehir Tiyatrosu’nda izlediğim film, şairi tanıma arzusuna neden oluyor.
ŞAİR VE MİLİTAN
Franco faşizminin hüküm sürdüğü Bask’ta, Bilbao yakınlarındaki Luretta’da, 1958 yılında dünyaya geliyor Joseba Sarrionandia. Bask dilinde konuşmanın cezalandırıldığı, başka bir değişle anadilinin yasaklı olduğu zamanlar...
Dili yasak olsa da çağdaş Bask edebiyatının gelişmesinde önemli bir katkısı olan POTT adlı dergide, daha 19 yaşındayken yer alır. Edebiyat iyidir, yanında dönemin ünlü isimleri vardır, diktatör Franco ölmüştür ama Bask ve Joseba Sarrionandia mutsuzdur. Çünkü Franco’dan sonra baskılar bitmemiştir ve Bask halkının baskılara karşı mücadelesi devam etmektedir.
ETA örgütüne ilgi duyması, içinde yer alması, genç edebiyatçı Joseba Sarrionandia’nın işkenceyle ve hapishaneyle tanışmasına neden olur. Daha 22 yaşındadır Joseba Sarrionandia ve ilk şiir kitabı, 1981 yılında, o hapisteyken yayımlanır. Ardından öykü ve deneme kitapları gelir.
Hapiste yazdıkları dışarıda yayımlanıyor ancak öyle anlaşılıyor ki Joseba Sarrionandia, dört duvar arasında kalacak bir insan değildir. Martutene Cezaevi’nde yatmakta olan şair, 1985 yılında, ilginç bir firar hikâyesine de imza atar.
FİRARİ VE SÜRGÜN
7 Temmuz’da, San Fermin bayramı kutlamaları dolayısıyla Imanol Larzabal isimli Basklı sanatçı tutuklulara konser verir. Konserden bir gün sonra sayım yapılır ve iki kişinin, Joseba Sarrionandia ve arkadaşı Inaki Pikabea’nın firar ettiği anlaşılır. Firarın ayrıntıları daha sonra ortaya çıkar: İki tutuklu, müzik aletlerini taşıyan kamyondaki hoparlör görünümlü kutulara saklanarak, deyim yerindeyse ellerini kollarını sallayarak çıkmışlardır cezaevinden.
Firarın senaryosunu dışarıdaki arkadaşları yazmıştır. Dışarıdadırlar artık ama her tarafta arandıkları için özgür değillerdir. Onları bekleyen sürgündür. Yurtdışına çıkışlarını da arkadaşları organize eder. Önce Fransa’ya, ardından Çek Cumhuriyeti’ne ve oradan da Cezayir’e geçerler. Yönetmen Özcan Alper’e, “Joseba Sarrionandia şimdi nerede?” diye sordum. “Küba’da” cevabını aldım.
Şair, İspanya’nın prestijli ödüllerine değer görülse de hâlâ aranıyor ve ülkesine gidemiyor. Kitapları hakkında yazılan yazılarda yurtsuzluk ve sürgün duygusunun karşımıza çıkması da bu nedenle.
ÖZCAN ALPER’LE TANIŞMA
İlk filmi Sonbahar ile kendisinden çok söz ettirmişti Özcan Alper ve bundan sonra çekeceği filmler merakla beklenir olmuştu. Son filmini, kısa bir animasyon olarak ve Joseba Sarrionandia’nın bir şiirinden yola çıkarak çekti.
Filmlerini izleyenler bilirler, Alper şiire yabancı bir yönetmen değildir. Filmlerindeki birçok sahne şiir gibidir ve filmlerinde şiire yer vermişliği de vardır. Filmi izledikten sonra, “Gizli bir şair misin? Yazıp kendine mi saklıyorsun şiirleri?” diye sormam da filmlerinde hissettiklerimle ilgiliydi. “Yok” diye karşılık verdi Alper, “Ama çok şiir okurum ve filmlerimden birinin çıkış noktası da okuduğum şiirdir.”
BİR ŞAİR VE BİR SİNEMACI
Bir şair ve bir sinemacının bir araya gelerek ortaya çıkaracağı eser elbette şiir gibi olacaktı. Bu şiir gibi filmden söz edeceğim ama yine kısaca ikisinin bir araya geliş hikâyesinden söz etmeliyim.
Joseba Sarrionandia’nın hem hayat hikâyesinden hem de eserlerinden bir film yapma fikri, Küba’da yaşayan şairle Türkiye’deki sinemacıyı bir araya getiriyor. Filmi tek yönetmen çekmeyecek. 12 kısa filmi 12 yönetmen çekecek. Filmler bağımsız da izlenebilecek ama bir bütün olacak.
Proje bu ve Özcan Alper’e de soruluyor, bu projede yer almak ister misin, diye. Alper tanımıyor ne şairi ne de yazdığı şiirleri. O şair hakkında bilgiler toplarken, İngilizceye çevrilmiş birkaç şiir gönderiyorlar ve Alper bunları Türkçeye çevirtiyor. “Şiirleri çok sevdim” diyor Alper ve teklifi kabul ediyor.
SUR’A GİRMEK YASAK
Teklifi kabul ediyor ama bu arada aklına başka bir şey geliyor: Filmi Kürtçe çekmek. Filmi Diyarbakır’da, Gelecek Uzun Sürer filminde dar sokaklarında dolaştığı Sur’da çekmek. Joseba Sarrionandia Bask halkıyla Kürtler arasındaki benzerliklerden haberdardır ve hiç beklemediği bu teklife çok sevinir.
Özcan Alper, aklında Joseba Sarrionandia’nın şiiriyle Diyarbakır’a gelir. Mekan bakacaktır film için. Ancak o günlerde Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki 6 mahalle kuşatma altındadır. Bu 6 mahalleye girip çıkmak yasaktır. Girişimleri sonuçsuz kalır ve İstanbul’a döner.
Senaryosunu yazdığı filmi çekebilecek mi? Alper bu soruya cevap ararken animasyon filmler yapan arkadaşı Vrej Kassouny başka bir soru sorar: “Neden animasyon bir film çekmiyorsun?”
BİR YILIN SONUNDA
Tartışmalar uzun sürer. Filmin yeniden yazılan senaryosuna içeriden bir göz olarak Diyarbakırlı yazar Murat Özyaşar da katılır. Sinemacı Özkan Küçük ile şair Seyyidhan Kömürcü katkı sunar. Şair Lal Laleş Türkçe şiiri Kürtçeye çevirir. Çatışmaların yaşandığı Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Şırnak’ta, Silopi’de çekilmiş binden fazla fotoğrafa tek tek bakılır, tartışılır ve filmde kullanılacak 100 kadar fotoğraf seçilir.
Bütün bu işler bir yıl sürer. Sonunda film bittiğinde, Joseba Sarrionandia bir mail yazar Özcan Alper’e. Kısaca, tembel olduğunu düşünmeye başlamıştık ancak çok güzel bir film yapmışsın, der.
YIKINTILARDA YANKILANAN DİZELER
Joseba Sarrionandia’nın beğendiği film, patlama sesleriyle açılıyor. Patlama sesleriyle uyanan filmin kahramanı Lal, bu sesleri dinler bir süre ve sonra şöyle konuşur: “Her şeyi unutmak için daha sesli konuşuyorum/kendi adımı kendi sesimle üç kez bağırarak çağırıyorum/cevap veren olmuyor/söyleyecek bu kadar çok şeyimin olmasına rağmen adımın Lal olması tuhaf!”
Dışarı çıkmak için çırpınan bir kuş, pencere camını delen bir kurşunu izliyoruz. Sonra filmin kahramanı Lal, Joseba Sarrionandia’nın dizeleri eşliğinde Sur sokaklarına çıkarıyor izleyiciyi. Sadece Sur değil, diğer şehirlerde gerçekleşen çatışmaların sembol görüntüleri de. Lal, cenazesi günlerce sokak ortasında bekletilen Taybet Ana’nın açık gözlerini, acısını içinde hisseden herkesin yerine kapatıyor usulca, “Gözlerini toprağıma kapayanlar var” diyerek.
Kurşunlarla, bombalarla delik deşik edilmiş evler, sokaklarda kurulmuş mevzilerin ardında çatışanlar, vurulanlar, göç edenler, öfkeyle, şaşkınlıkla bakanlar… Adamlar, kadınlar çocuklar, ölüsü sokak ortasında bekleyen yalnız kalmış bir köpek…Bu görüntüler “Bugünleri unutmadan yaşayamayız/Bugünleri unutarak hiç yaşayamayız” ikilemi içinde bırakıyor izleyiciyi.
DÖNMEK MÜMKÜN MÜ?
Dönmek, filmin esas sorunsallarından biri. Dönülürse nereye dönülecek? Yıkılmış mahalleye, “Çocuklar öldü, babalar yetim, anneler öksüz kaldı” dizesine, o en uzak ülke olan çocukluğa, anadiline dönmek mümkün mü? “Eve dönmeliyim, eve/Sorunun cevabı işgal ettiği yere.” Filmin sonunda Lal, yıkılmış bir evin içinde, nasılsa ayakta kalmış bir kütüphane ile karşılaşıyor. Raflarda Kürtçe edebiyatın klasikleri vardır. Feqiyê Teyran’ın kitabı bunlardan biridir. Lal kitabı okumaya başlarken, Joseba Sarrionandia’nın “Zor Zamanlar” şiirinden şu dizeler duyuluyor: “Ki zaten, insanın gidebileceği en uzak yerdir çocukluğu/Gırtlağımda bir harf, büyük harflerle, kapkara/Sahi hangi harflerle yazılıyordu öfke?”
Sur’da ve diğer yerlerde yaşananlara bir şekilde tanıklık edenlere filmin öyküsü, dizeler ve Onur Diner ile Cihangir Aslan’ın yaptığı müzik daha bir dokunacak, sarsacaktır mutlaka. Ama Kavil-Yıkıntılar Arasında filmine denk gelirseniz kaçırmayın, derim.
Bir de, keşke bu film vesile olur da Joseba Sarrionandia’nın kitapları Kürtçeye ve Türkçeye de çevrilse.