Cannes 3: Aki Kaurismaki tarzı mizahıyla İsimsiz Aziz
Aki Kaurismaki tarzı bir mizahı başarıyla beyaz perdeye aktaran Alaa Eddine Aliem’in yönettiği İsimsiz Aziz filmi, Cannes Film Festivali’nin gözdesi olmaya aday. İsimsiz Aziz konusuyla 1960’lardan kalan çok eğlenceli bir Jean Gabin filmini de hatırlatıyor.
DUVAR- Peşindeki polislerden kaçmaya çalışan bir hırsız, arabası bozulunca çaldığı parayı bir tepeye gömüyor ve kimse dokunmasın diye kazdığı yere bir mezar görüntüsü veriyor. Birkaç dakika sonra da polislerce tutuklanıyor. Bir film için güzel bir başlangıç sahnesi. Alaa Eddine Aliem’in yönettiği, Fas, Fransa, Katar ortak yapımı İsimsiz Aziz (The Unknown Saint) Cannes Film Festivali’nde Eleştirmenlerin Haftası’nda yer alıyor.
Hırsızımız yıllar sonra hapisten çıktığında ilk işi parayı gömdüğü yere gitmek oluyor ancak sahte mezarın bir türbeye dönüşmüş olduğunu ve insanların şifa aradığı kutsal bir yer haline geldiğini görüyor. Türbe o kadar önemli ki hemen yanına bir de yerleşim yeri kurulmuş ve insanlar çorak tarlalarını bırakıp bu köye yerleşmişler.
Şimdi burada bir parantez açmak gerekiyor. 1960’lardan kalan çok eğlenceli bir Jean Gabin filmi vardır ve hikâye aynıdır. O filmde de paranın gömüldüğü yer bir kiliseye dönüşmüştür. Büyük bir olasılıkla filmin genç yönetmeninin ne Jean Gabin’den ne de bu filmden haberi vardır. Sevgili Atilla Dorsay son kitabında ‘Sinemanın Tarantino ile başladığını sanan gençler var’ diye yazmış. Çok doğru. Neyse, film filme benzer, biz ‘İsimsiz Aziz’in Mucizesi’ne dönelim. (Filmin Fransızca adı Le Miracle du Saint Inconnu). Tahmin edebileceğiniz gibi sürekli bir bekçinin nöbet tuttuğu türbeyi kazıp parayı almanın hiç de kolay olmayacağı ortaya çıkıyor.
Film ilerledikçe türbenin yanına kurulmuş küçük köydeki insanları tanıyoruz ve hepsinin birbirinden ilginç ve eğlenceli karakterler olduğunu gözlemliyoruz. Türbenin bekçisi köpeğini herkesten daha çok seviyor, sakınan göze çöp batar misali köpek bir kaza geçiriyor ve dişleri kırılıyor. Köyün berberi aynı zamanda dişçi. İstek üzerine köpeğe altın dişler yapılıyor. (Son yıllarda Cannes Film Festivali’nde ‘Palm Dog’ adı altında, bir En İyi Köpek ödülü var. Filmdeki kurt köpeği bu ödülü alabilir.) Berber dükkanının köyün buluşma ve dedikodu merkezi olduğunu da belirtmek gerek. Berber ise tek başına bir filmi sırtlayabilecek nitelikte son derece komik bir karakter. Köyün sağlık ocağında çalışmaya başlayan doktor kısa bir süre sonra işinden nefret etmeye başlıyor. Erkekler şifanın türbede olduğuna inandıklarından doktorun yanına uğramıyorlar. Muayene olmaya gelen kadınların hepsinin ‘Sadece pazartesi ve cuma günleri başım ağrıyor’ gibi çok tuhaf şikayetleri var. Zaten cebinde sürekli içki taşıyan erkek hemşire de tüm hastalara paracetamol veriyor. Köylülerin bilim adamı sandığı hırsızımızın kendisine yardım etmek için çağırdığı arkadaşıyla türbeyi kazıp parayı alabilmek için yaptığı bütün planlar başarısız oluyor. Türbe gündüzleri sürekli ziyaretçi akınına uğruyor. Geceleri de bekçi ve köpeği nöbet bekliyorlar. Ziyaretler bazen geceleri bir ayine dönüşüyor. Bu arada insanların gerçekten türbe ziyaretinden sonra şifa bulduğunu, hastalıklarının iyileştiğini, yürüyemeyenlerin tekerlekli sandalyeden kurtulduğunu görüyoruz. Ancak türbeden nefret eden ve yok etmek için uğraşan başka insanlar da var.
İsimsiz Aziz, ikinci yarıda temposunun düşmesine karşın zevkle izlenen, Aki Kaurismaki tarzı bir mizahı başarıyla beyaz perdeye aktaran bir film ve festivallerin gözdesi olmaya aday.
İzlediğim her filmden iyi duygularla ayrılmadığımı belirtmek isterim. Örneğin Avusturya, İngiltere, Almanya ortak yapımı, Jessica Hausner’in yönettiği ‘Little Joe’ adlı bir film var yarışmada. ‘Little Joe’ bir genetik laboratuvarında üretilen ve insanlara mutluluk vereceği düşünülen, genleriyle oynanmış bir çiçek. Filmin bilim kurgu olduğu bilgisi de var. Bilim kurgu türünü severim, büyük umutlarla izlemeye gittim, ancak 20 dakikalık bir kısa filme yetecek bir hikayeyi 105 dakikaya uzatınca sonuç hiç de iyi olmuyor. Filmde kullanılam müzik de tam bir felaket. Jessica Hausner, Roger Corman’ın yönettiği ‘Küçük Korku Dükkanı (The Little Shop of Horrors, 1960) adlı klasik filmi izlemiş olsaydı böyle bir film yapmazdı. Yazık olmuş.