Cannes'da 'bitti' derken başlayan film!
Suç karşıtı bir ekibe katılan genç bir adamın hikayesini konu eden Ladj Ly imzalı 'Sefiller' filmi Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında yer alıyor. Filmde yer alan, Fransa'daki farklı etnik ve dini grupların zor yaşamı böyle mi anlatılmalıydı?
Ahmet Boyacıoğlu
DUVAR - Sefiller (Les Miserables) Victor Hugo’nun 1862’de yazdığı romanın adı. Bu yıl Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında yer alan Ladj Ly imzalı Fransız filmi aynı adı taşıyor ve romandan da alıntılar yapıyor. Film Fransa’nın 2018’de dünya kupasını kazanmasından sonra Paris’te yapılan kutlamaları gösteren belgesel görüntülerle başlıyor. Ancak filmde önemli rol oynayacak olan Afrika kökenli gençleri de ellerinde Fransız bayraklarıyla uzun uzun izliyoruz. Bu gençler Paris’in oldukça sorunlu, suç oranı yüksek bir banliyösünde yaşıyorlar. Fransız milli takımının büyük çoğunluğunun Afrika kökenli oyunculardan oluştuğunu göz önüne alırsak aslında bu gençlerin kendi renklerindeki oyuncuları kutladığı da düşünülebilir.
Son yıllarda ABD yapımı polis dizilerinde ana karakterlerden birinin Afrika ya da orta Amerika kökenli, iyi, hatta sadece iyi değil aynı zamanda beyaz ortağından daha mantıklı bir polis olduğunu fark etmişsinizdir. Gerçeklerle çok örtüşmese de böyle bir seçimin izleyiciyi rahatlattığı söylenebilir. ‘Sefiller’de de caddelerde huzuru sağlamak için devriye gezen üç polisten biri Afrika kökenli, üstelik o bölgede doğup büyümüş. Paris’in bu banliyösünde ‘huzuru sağlamak’ öyle kolay bir iş değil. Bölgenin (yine Afrika kökenli) belediye başkanının mafya tarzı bir örgütlenmesi söz konusu. Müslüman Kardeşler grubunun ve uyuşturucu satan çetelerin de pek kanunlarla ilgisi yok. Üç polisten oluşan, huzuru sağlama görevini üstlenmiş ekibin de tüm bu kişilerle diken üzerinde bir ilişkisi var. Ekibi yöneten (beyaz renkli) polis; şiddet yanlısı ve ırkçı bir kişi, kimseye hoşgörüsü yok, potansiyel suçlu gördüğü insanlara şiddet uygulamaktan kaçınmıyor. Ekipteki diğer iki polis engellemese ortalığı kırıp geçirecek.
'TAMAM FİLM ŞİMDİ BİTİYOR DERKEN GELEN YENİ BİR ŞİDDET DALGASI'
Romanlar'ın yönetimindeki bir sirkten küçük bir aslan yavrusunun çalınması zaten hassas olan dengelerin bozulmasına yol açıyor. Hırsızın Afrika kökenli bir genç olduğunu biliyoruz. Film boyunca iyi polis - kötü polis çekişmelerine ve oldukça yoğun şiddete tanık olduktan sonra, günün sonunda bütün kavga - dövüş sona erdiğinde mahalle sakinlerini ve polisleri evlerinde ve birahanelerde sessiz ve düşünceli olarak izliyoruz, ‘Tamam şimdi film bitiyor’ derken yeni bir şiddet dalgası geliyor.
Fransa’da farklı etnik ve dini gruplara mensup gençlerin büyük kentlerin varoşlarında zor bir hayat yaşadığı, çoğunun işsiz olduğu, şiddetin önemli bir sorun olarak yıllardır sürüp gittiği biliniyor. Ancak bu önemli konu böyle mi anlatılmalıydı? Bir televizyon dizisi tadındaki ‘Sefiller’ sona erdiğinde salondan yoğun bir yuh sesi çıktı. Özellikle Fransız izleyiciler beğenmedikleri filmleri protesto etmek ya da beğendiklerini uzun uzun alkışlama konusunda kendilerini çok özgür hissediyorlar.
Ben kendime ‘acaba bu sıradan filmi neden festivale seçmişler?’ sorusunu sordum. Konuştuğum birkaç gazeteci de filmden hiç hoşlanmamıştı. Ancak akşam karşılaştığım Venedik Film Festivali yönetmeni Alberto Barbera filmi çok sevdiğini, bir başyapıt olarak değerlendirdiğini söyledi. Ne diyelim? Zevkler ve renkler değişiyor.
'SİNEMAYA GİTMEZSENİZ CEZA PUANI ALIYORSUNUZ'
Cannes Film Festivali’nde yaka kartınızı kullanarak aldığınız bir davetiyeyi kullanmazsanız, yani sinemaya gitmezseniz ceza puanı alıyorsunuz ve bir sonraki gösterim için davetiye alma şansınız azalıyor. Yakında bu kuralı filmler bitmeden salondan çıkanlar için de uygulayacaklarını düşünüyorum. Çünkü bir sürü insan beğenmediği filmi yarıda terk edip salondan ayrılıyor ve bazen filmi izlemek yerine çıkan insanları saymak daha eğlenceli olabiliyor.