Aynı süper kahramanları oynayan oyuncular…
Aynı süper kahramanı canlandıran oyuncuların farklılıklarını mercek altına alırken, daha ‘normal’ yani daha insani karakterleri canlandıran oyuncuları liste dışı bırakıyoruz çünkü bu durumda işin içine çok farklı dinamikler girebilir. Dolayısıyla örnek vereceğimiz filmler ve oyuncular, gerçek anlamda süper güçleri olan veya inanılmaz yetenekleri olan kahramanları sergileyen yapımlar ve bu karakterlere hayat veren oyuncular olacak…
Ünlü bir çizgi romandan veya bir kitaptan esinlenmiş karakterleri, sinemada canlandırmak kuşkusuz filmin oyuncularının omuzuna çok ciddi bir sorumluluk yükler. Hem filmin yönetmeni hem de oyuncuları kendilerini, başta filmin uyarlandığı eserin tutkunları olmak üzere, beklentilerini yüksek tutan seyircilerin isteğini karşılamak zorunda hissederler. Bu ‘sinemaya geçiş’, değişik nedenlerden dolayı bazen çok başarılı sonuçlar verir ve film esinlendiği eser kadar özel ve ‘kült’ bir hale dönüşebilir, bazen ise sonuç bir başarısızlık hatta tam bir fiyasko olabilir.
Artık geçmişte kalmış filmlerin ‘yeniden çekimlerini’ (remake’lerini) ve 15-20 sene gibi uzun bir süreye yayılan filmleri bir kenara koyarsak ( ‘Godfather’ serisi gibi) çekilen filmin başkarakteri, ‘ikon’ haline gelmiş bir kahramansa, başrol oyuncusu ‘hayatının rolünü’ oynama şansını elde eder ve sonuç kariyerinin gidişatını bile etkileyebilir.
Biz burada, aynı süper kahramanı canlandıran oyuncuların farklılıklarını mercek altına alırken, daha ‘normal’ yani daha insani karakterleri canlandıran oyuncuları liste dışı bırakıyoruz çünkü bu durumda işin içine çok farklı dinamikler girebilir. Dolayısıyla örnek vereceğimiz filmler ve oyuncular, gerçek anlamda süper güçleri olan veya inanılmaz yetenekleri olan kahramanları sergileyen yapımlar ve bu karakterlere hayat veren oyuncular olacak…
BEN BOND, JAMES BOND…
Ian Fleming’in yaratmış olduğu James Bond karakteri, kuşkusuz artık her sinemaseverin aklında yer etmiş ve güncelliğini hâlâ koruyan ‘ikon’ olmuş ender karakterlerden biridir. İngiliz gizli birimi ‘MI 6’in en iyi ajanını temsil eden James Bond’un maceraları ilk olarak 1962 yılında ‘Dr No’ filmiyle başlayarak günümüze kadar gelen tam (başka bir şirket tarafından çekilen ‘Never Say Never Again’ filmini saymazsak) 23 devam filmiyle sürmektedir. İlk James Bond karakteri o zamanlar genç ve ünlü olmayan bir oyuncu olan Sean Connery’i dünyaya tanıtmış ve onu birçok seyirciye göre halen Bond’u en iyi canlandıran oyuncu olmasını sağlamıştır. Bu, hafif maço, her türlü çarpışma ve kapışmada en üst düzey becerisi olan, kararlı ama ironik bir tavır barındıran ve istediği her kadını cazibesiyle kendisine çeken süper ajanı canlandırmak şansı, altı filmden sonra Connery’den George Lazenby’e geçince ( ‘Kraliçenin hizmetinde’(1969) bu durum herkes tarafından yanlış bir adım olarak sayılmış ve Lazenby daha ikinci filmi çekemeden, Connery tekrar aynı göreve çağrılmıştı. Connery’nin ardından Roger Moore genç olmayan yaşına rağmen (son James Bond filminde tam 57 yaşındaydı!) bu özel ajana, bir kendini beğenmiş tutum ve İngiliz klası, Timothy Dalton (maalesef!) bir vasatlık, Pierce Brosnan yeni bir ivme ve Daniel Craig ise ciddi bir insani boyut kattı. Ancak bizce James Bond deyince aklımıza gelen isimler halen Sean Connery ve Pierce Brosnan olur.
Kazanan: Sean Connery
Kaybeden: George Lazenby ve Timothy Dalton
BATMAN: KARANLIKTAN ÇOCUKLUĞA GİDİŞ
Yönetmen Tim Burton, 1989 yılında, ilk ‘Batman’ filmini çekmeden önce Gotham City’nin süper kahramanını canlandırmak için Michael Keaton’u seçtiğini açıkladığında Batman hayranları arasında itiraz sesleri yükselmişti. Belli ki bu hayranlar, başrol için daha yapılı, daha köşegen çeneli ve daha karizmatik havalı bir oyuncu istiyorlardı. Bütün bu tepkilere rağmen Burton ilk tercihinden vazgeçmedi, Keaton role tam uymayan fiziğine rağmen ikna edici bir performans ortaya koydu ve ilk iki Batman filmi seyircileri fazlasıyla memnun etti. İkinci Batman filminden sonra (‘Batman Returns’ / 1992) belli ki Burton anlatmak istediği her şeyi ekrana taşıdığını düşünmüştü ancak devamlarının gişe başarısını hedefleyen yapımcılar, bu sefer yönetmen koltuğuna Joel Schumacher’ı getirerek iki devam filmi daha çektiler. Filmler belki gişe açısından başarılı oldu( özellikle Batman 3) ama Burton’nun yaratmış olduğu karanlık dünya neredeyse bir eğlenceli çocuk parkına, gri karakterler sadece karton iyi ve kötülere ve entrikalı olay örgüleri cılız hikayelere dönüştü. Sanki bu devam filmleri aslında çocuk seyircileri düşünerek yapılmıştı ve eğlenceli bir şey yaratmak ilk hedef haline gelmişti. Bizce bu filmlerde en büyük yara alanlar, Batman’i canlandıran Val Kilmer ve George Clooney’di. ( Clooney sonrasında katıldığı televizyon yayınlarında ne kadar yanlış bir rol tercihi yaptığını dile getirdi!)
Neyse ki ciddi bir aradan sonra Christopher Nolan, bu efsanenin bu kadar kötü bir tatla bitmemesi gerektiğini düşünerek, adeta bir ‘sil baştan’ yaptı ve etkileyici bir üçlemeyle Batman’e tekrar hak ettiği esrarlı havasını, karanlık karizmasını, iç şeytanlarıyla boğuşan hassas psikolojisini iade etti. Yeni Batman’e hayat veren Christian Bale’in oyunculuğu da bizce takdire şayandı.
Kazanan: Michel Keaton ve Christian Bale
Kaybeden: George Clooney
SUPERMAN’DEKİ DEĞİŞİKLİKLER…
İlk Superman filmi 1978 yılında çekildi ve o dönemde özel efekt olanaklarının ne kadar sınırlı olduğunu düşünürsek (daha doğrusu nerdeyse hiç olmadığını) filmin hem görsel açıdan, hem de senaryo açısından başarılı olduğunu söyleyebiliriz. ‘Superman’ ilk defa ciddi anlamda bir süper kahramanı beyaz perdeye taşıyordu ve yarattığı etki ardından üç devam filmi getirdi. Bu ilk filmle dünyaca tanınan Christopher Reeve masum yüzüyle, hafif saf haliyle ancak aynı zamanda da gerektiğinde her tehlikeyi göze alan kararlı, cesur ve doğrucu tavrıyla Superman/Clark Kent tezatını daha doğrusu birlikteliğini çok inandırıcı bir şekilde yansıttı ve bu rolle adeta özdeşleşti.
Ardından Reeve’in geçirdiği elim kaza, ne yazık ki oyuncunun kariyerini sonlandırdı ve Reeve, bu kazadan sonra bedensel engelli olarak kaldı (bu dönemde hayatını engellilerin haklarını savunmaya adadı) ve oldukça erken bir yaşta aramızdan ayrıldı.
Oldukça uzun bir aradan sonra yapımcılar ‘Süperman dönüyor’ (2006) ve ‘Çelik Adam’ (2013)filmleriyle bu efsaneyi tekrar canlandırmaya çalıştılar. Hatta Süperman’i diğer DT Comic’s kahramanlarıyla başka filmlerde izledik ancak diğer oyuncular hiçbir zaman Reeve’in bıraktığı boşluğu dolduramadılar. Superman’i daha olgun ve ciddi, onun hayatının aşkı Louise Lane’i sevimli değil sadece güzel göstermeye çalıştılar ve bizce orijinalinin yarattığı hoş, naif kahramanlık havası kayboldu.
Kazanan: Christopher Reeve
Kaybeden: Brandon Routh ve Henry Cavill
DAREDEVIL’İN BÜYÜK YALNIZLIĞI…
Marvel evreni kahramanlarının sinemada kurduğu hegemonya sırasında, aynı dünyadan çıkmış ama nedense sinemasal açıdan biraz yalnız kalmış bir karakter olan Daredevil, beyaz perdeyi sadece 2003 yılında, bizce başarısız bir filmle ziyaret etti. Bu kahraman da diğer Marvel karakterlerinin yarattığı etkiyi tekrarlamak için gerekli potansiyele sahipti ancak bizce hem başrol oyuncu seçimindeki yanlışlık hem de senaryonun basmakalıplığı bunu önledi. Hayranlarını biraz kızdırmak pahasına diyebiliriz ki fikrimizce Ben Affleck Daredevil karakterine gereken derinliği katmakta biraz yetersiz kaldı ve filmde giderek artan karnaval havası hiçbir şekilde hikayeye giremememize yol açtı. Netflix kanalında gösterilen Daredevil dizisi bu ekşi tadı belli ölçüde ortadan kaldırdı ama yine de hâlâ beyazperdede bu kahramanı hak ettiği gibi görmeyi bekliyoruz.
Kazanan: Charlie Cox
Kaybeden: Ben Affleck
Son örnekler olarak Sam Raimi’nin ilk ‘Örümcek adam’ üçlemesinde oynayan Tobey Maguire’yı sonrasında aynı kahramanı canlandıran Andrew Garfield ve Tom Holland’a tercih ettiğimizi ve gerçek Jason Bourne’sız yani Matt Damon’suz bir Jason Bourne filmini (‘Jason Bourne’nın mirası’ (2012) ) biraz gereksiz bulduğumuzu ekleyelim…