Gözlerini aç, gökyüzü kapalı!
Hollywood sineması zaman zaman konu ve senaryo kısırlığı çekmesinden dolayı ‘yeniden çekimler’ sunuyor. Bu yazıda yeniden çevrimlerin farklılıklarını en açık sunan yapımlardan olan 'Open Your Eyes' ve 'Vanilla Sky' örneklerini ele alacağız.
Geçen haftalardaki bir yazımızda filmler ve ‘remake’leri hakkında bazı görüşlerimizi paylaşmıştık. bazı istisnai durumlar dışında bu ‘yeniden çevrimlerin’ genelde başarısız olduğuna ve bunun sebeplerinin ‘remake’lere yenilik katmama’ veya ‘daha da şaşırtmak için gereksiz eklemeler’ gibi yöntemler olduğuna dikkat çekmiştik.
Bu filmler ve (genelde!) Hollywood remake’leri arasındaki farkları açıklarken belli bir filmden çıkarak örnekler vermek daha açıklayıcı olabilir. Özellikle son yıllarda Inarritu, Cuaron, del Toro gibi Güney Amerikalı yönetmenlerin Hollywood sinemasında geldikleri önemli yeri ve Oscar ödüllerindeki ağırlıklarını göz önüne alarak, bu yönetmenler grubuna dahil olan bir yönetmenin filmine ve Hollywood remake’ine bakmak daha yerinde olacağını düşündük.
Ele alacağımız örnek, İspanyol yönetmen Alejandro Amenabar’ın henüz 25 yaşındayken çektiği ikinci uzun metrajlı filmi ‘Open Your Eyes’ (1997) ve Hollywood ‘remake’i ‘Vanilla Sky’ (2001) olacak. Yapım tarihi olarak bu kadar eski filmleri seçmemizin nedeni, hem bizce bu ‘yeniden çevrimlerin’ farklılıklarını en açık sunan yapımlar olmaları, hem de Hollywood sinemasının parlak fikirleri işleme açısından, göreceli olarak yakın tarihteki, ilk örneklerinden ikisini oluşturmaları.
‘Open Your Eyes’ filminin konusunu kısaca hatırlayacak olursak: Cesar adında genç, yakışıklı, bekar, zengin ve çapkın bir genç adam, evinde verdiği bir parti sırasında güzel bir genç kızla karşılaşır ve ona aşık olur. Bu genç kız ve yakın bir arkadaşı dışında pek bir çevresi olmayan Cesar, eski kız arkadaşlarından biri olan Nuria’nın onu kıskanması üzerine, bir sabah onun arabasına biner ve bu araba bir kaza (!) yapar. Kazadan sağ ama yakışıklı yüzü tamamen dağılmış bir şekilde çıkan Cesar bundan sonra kendini, gerçek hayat ile hayal dünyası arasında geçen bir girdabın içinde bulur.
İki film arasındaki farlılıklara bakacak olursak:
ZENGİN VE RAHAT OLMAK
‘Open Your Eyes’ filminin başkarakteri Cesar da (Eduardo Noriega) da, ‘Vanilla Sky’ filminin kahramanı David (Tom Cruise) de babalarının ölümünden onlara kalan ciddi parayla zengin ve şatafatlı bir yaşam süren, (gerçi Cruise kuşkusuz çok daha yaşlıydı!) zengin adamları canlandırıyorlardı. Ancak bizce Cesar karakterinin kilit noktalarından biri sadece onun zengin olması değil aynı zamanda sabit bir işi olmayan, dolayısıyla sorumluluk sahibi olmayan, ‘Boş’ bir genç adam olmasıydı. Filmin sonrasında yakışıklığını tamamen kaybetmesi onu herhangi bir insandan daha da fazla yıkıyordu, çünkü kusursuz yüzü, parası dışında, suni ve gösterişçi hayatında ‘var olmasının’ temel direklerinden biriydi.
‘Vanilla Sky’ filminin yapımcıları ise, belki de başkarakteri daha az antipatik ve bencil göstermek amacıyla, Cruise’un canlandırdığı karakteri zengin ama boş değil aksine babasından kalan dünya çapında bir basın evinin, adeta bir basın İmparatorluğunun başında yani tamamen sorumluluk sahibi bir kişilik olarak değiştirdi. Hatta bu basın evinin diğer yöneticileri filmde önemli yan karakterler haline dönüştü ve filmin kilit noktalarında bazı müdahalelerde bulundular, en azından varlıklarını hissettirdiler.
Dolayısıyla orijinal filmdeki zengin, sorumsuz, bencil ve aslında ‘yalnız’ ve bir anlamda derinlikli karakter, şımarık bir ‘patron’ çocuğu gibi sunuldu.
TANRIM! YÜZÜM MAHVOLDU!
Filmde en önemli dönüm noktalarından bir olan araba kazası sekansına ve sonrasına bakacak olursak: iki karakter arasındaki değindiğimiz pozisyon farklılığından dolayı zaten yaşadıkları travma aynı ağırlıkta değil ancak bunun dışında Cesar’ın yüzü kazadan sonra, tanınmaz, neredeyse bakılamayacak, tamamen parçalanmış bir hale dönüşmüşken, David karakterinin tabii ki bir kısmı yaralı ama diğer kısmı halen yakışıklı yüzü aynen yerinde duruyor! Sanki yine yapımcılar Tom Cruise’u tamamen çirkin göstermekten imtina etmişler gibi gözüküyor. Bu, hem karakterin yaşadığı kabusvari dönemi, hem de onun ‘işe yarayamaz’ durumunu hafifletmiş oluyor.
Bu göreceli olarak merhametli davranılmış ‘yüz kaybı’ olayı, ana karakterin aşık olduğu kızla bağlarının kopmasındaki dramatik havayı da etkiliyor. Orijinal filmdeki Sofia karakteri Cesar’ın bu durumuna dayanmakta zorlanıp bir yandan da onu tamamen hayatının dışına itmemeye çalışırken, ‘Vanilla Sky’daki Sofia David’den sadece ‘sıkılmış’ gibi görünüyor.
DANSÇI DEĞİL, PANDOMİMCİ OLMAK…
Bizce gereksiz bir şekilde iki filmde de Sofia karakterini oynayan Penelope Cruz (belki bu durum, o dönem Tom Cruise’le beraber olmasıyla da açıklanabilir!), ilk filmde parkta pandomim yaparak para kazanan bir oyuncuyu canlandırırken, ‘remake’de dansçı bir kıza dönüşüyor. Cesar’ın, kazadan sonra, bir parkta Sofia’yla karşılaştıkları filmin en etkileyici sekanslarından birini baştan süpüren bu tutum, yanında birçok boşluğu da ortaya çıkarıyor. Bu sekansta yağmur yağması ve yağmur yüzünden Pandomim yapan Sofia’nın boyalı yüzündeki makyajının akması, bir anlamda yüzü dağılmış Cesar’la paralellikler gösteriyor, filmi metaforik ve incelik açısından güçlendiriyor. Çünkü iki ana karakterde bir anlamda ‘oyuncu’, biri ‘iş’ olarak, bir diğeri ise ‘yaşayış’ olarak…
‘Vanilla Sky’ filminde ise, kısa bir sahnede Sofia’yı bir kursta dans ederken görüyoruz (kendisi de gerçek hayatında dans ile ilgilenmiş!) ve hepsi sadece bu kadar… Bu uğraş sanki sadece karakteri boş bırakmamak için kullanılmış gibi duruyor.
BAŞ KARAKTER SEMPATİK!
‘Vanilla Sky’ filminde bizi rahatsız eden bir başka nokta, David karakterinin gerekenden daha sempatik davranması oluyor. Kuşkusuz orijinal filmdeki Cesar karakteri de özünde kötü niyetli, sadece çıkarcı biri değil. Ancak onun hareketli, yarını düşünmeyen, hedonist ve lüks yaşamı, David karakterinde ‘törpülenmiş’, ‘uslanmış’ gibi gözüküyor. Örneğin David bir şekilde kurtulmak istediği eski sevgilisine daha sevecen davranıyor, en yakın arkadaşının arkasından daha az iş çeviriyor, aşık olduğu kıza daha az asılıyor. Bu ‘mış’ gibi yapma tutumu filmin kasvetli, keskin tonunu ortadan kaldırılıyor. Neredeyse hiç antipatik davranmayan bir karakterin niye bu kadar sert bir şekilde ‘cezalandırıldığını’ sağlam bir yere bağlayamıyoruz.
Bunun en açık örneklerinden birini, kaza öncesinde, David’in arabada eski sevgilisi Julie’yle konuştuğu sekansta görüyoruz: orijinal filmde Cesar, Nuria’nın arabasında umursamaz, yorgun ve soğuk konuşmalarda bulunurken, David uzun süre çok daha anlayışlı, sıcak hatta sempatik bir tavır takınıyor. Dolayısıyla sonrasında gerçekleşen kaza neredeyse aynı sertlikte de olsa birinde bir ‘yaşantıyı’ cezalandırma, bir diğerinde ise bir kişisel hesaplaşma izlenimi veriyor.
‘Vanilla Sky’, kamera arkasında John Toll gibi, çok deneyimli ve yetenekli bir görüntü yönetmenine sahip de olsa, garip bir müzik kullanımı, çok açık ve çabuk bir şekilde çözümlenen olay örgüsü, gereksiz ek karakterleriyle, şık ama sığ, gösterişli ama inceliksiz, olay örgüsünden ziyade ‘Tom Cruise’a göre dizayn edilmiş bir yapım gibi duruyor ki bu durum böyle ‘remake’lerde beklenebilir bir durum…
Kısaca, evet ‘gözümüzü açmamız’ lazım’… Ama ille de ‘vanilya renginde’ bir gökyüzünü görmek için değil!