Yönetmen Faysal Soysal ‘Ceviz Ağacı’nı anlattı: Sanatı politikanın altında ezdirmemeliyiz
56. Altın Portakal Film Festivali’nde ilk kez seyirciyle buluşan Ceviz Ağacı’nın yönetmeni Faysal Soysal’la konuştuk. Soysal, “Ahlak, sanatın özünde var. Ontolojik olarak her sanat eseri genel ahlaka mutlaka hizmet eden bir şey ortaya koyar. Filmde eleştirdiğimiz ‘ahlakçılık’ yapmaya çalışan insanların ikiyüzlülüğü…” dedi.
ANTALYA - Yönetmen Faysal Soysal’ın üçüncü filmi Ceviz Ağacı, 56. Altın Portakal Film Festivali’nde ilk kez izleyicilerle buluştu. Genç bir öğretmen olan Hayati’nin, Anadolu'nun bir kasabasında edebiyatla, hayatla ve aşkla olan mücadelesini konu edinen filmin başrollerinde Serdar Orçin, Sezin Akbaşoğulları, Mert Yavuzcan ve Kübra Kip, senaryo danışmanlığında yazar Abdullah Ataşçı ve şair Beşir Sevim yer alıyor. 80 darbesinin etkilerini ve bir Anadolu kasabasını kendisine fon olarak seçen Soysal’la filmin hikâyesini, sinema, edebiyat ve resim üçgeninde sanat eleştirisini konuştuk.
Söz, Sabahattin Ali’den Orhan Veli’ye, Oğuz Atay’dan Orhan Pamuk’a kadar birçok önemli edebiyatçıya referans veren ve göndermede bulunan Faysal Soysal’da….
Filmin hikâyesi nasıl ortaya çıktı?
İlk treatmanı 2014 yılında yazdım. "Filmin meselesi" diyebileceğimiz karısını öldüren bir edebiyatçıyı anlatan ve Varlık Yayınları tarafından yayımlanan Dünya Edebiyatında Caniler adlı kitaptan etkilendim. Edebiyatta sevdiğimiz karakterler neden canileşebiliyorlar, neden cinayeti düşünüyorlar diye sorgulamaya başladım. Filmin hikâyesi bu şekilde ortaya çıktı.
‘HİKAYEMİZİN DERDİ DAHA ÖZGÜN VE BAMBAŞKA BİR ŞEY’
Ceviz Ağacı, Necip Fazıl Kısakürek’in Bir Adam Yaratmak adlı oyununa referans veriyor.
Gençliğimde çok etkilendiğim oyunlardan bir tanesi ve kendisi, Bir Adam Yaratmak’a çalışırken o adamın gölgesinde yok olmaya başlayan ve kendi hayatının ne kadar yalan bir dünya olduğunu gören bir karakterin hikayesi… Filmde, incir ağacına kendini asan karaktere bir gönderme vardı. Filmin bazı yerlerinde de oyundan ilham aldım. Fakat hikayemizin derdi daha özgün ve bambaşka bir şey…
‘BU BİR TOPLUMSAL MODERNİTE VE KAPİTALİZM ELEŞTİRİSİ’
Sinema, resim ve edebiyat üçgeni arasında izliyoruz filmi… Eleştirel bir tutumla sanat disiplinlerini bir araya getiriyorsunuz. Filmin senaryo danışmanları Beşir Sevim bir şair, Abdullah Ataşçı da yazar. Nasıl bir araya geldiniz? Eleştirilerinizi nasıl bir düzlem üzerine kurdunuz?
Filmi aslında tek başıma yazmıştım. Finalle ilgili sıkıntılar vardı. Daha gerçekçi olması için doldurulması gereken boşluklar vardı. Kasaba ve öğretmen dünyasında katkıları olacağını düşündüğüm için bir araya geldik.
Filmde ciddi bir sanat eleştirisi var. Bu bir toplumsal modernite ve kapitalizm eleştirisi. Günümüzde hakiki sanat değer bulmuyor. Hakiki sanat Hayati karakterinin kısır olarak görüldüğü yerde yapamadıkları ve üzerine düşündüğü şeyler… Sürekli üreten, pazarlayan bir yazarın romanları değil… Onlar bir ürün. Yazdıklarınızda bir meseleyi kalbinizde hissetmediğinizde başkasının da kalbine değmiyor.
‘AHLAK SANATIN ÖZÜNDE OLAN BİR ŞEY’
Filmde ‘ahlakçılığı’ sorguluyorsunuz. Bu bireysel ve toplumsal bir noktaya da değiniyor.
Ahlak, sanatın özünde var. Ontolojik olarak her sanat eseri genel ahlaka mutlaka hizmet eden bir şey ortaya koyar. Ahlak ile ‘ahlakçılık’ birbirinden farklı. Siz ‘ahlakçılık’ yaptığınız anda ahlakın değerini düşürür, klişe hale getirirsiniz. ‘Ahlakçılık’ bu yüzden doğru olmaz. Filmde eleştirdiğimiz ‘ahlakçılık’ yapmaya çalışan insanların ikiyüzlülüğü…
‘ORHAN PAMUK’UN KURTARICI GİBİ GÖSTERİLMESİ RAHATSIZ EDİCİ’
Filmde Nobel ödüllü Orhan Pamuk’u Orhan Veli üzerinden eleştiriyorsunuz.
Orhan Pamuk’un romanlarını severim ama Türk edebiyatının Oğuz Atay’ı, Sabahattin Ali’si, Peyami Safa’sı varken Pamuk’un Nobel alarak Türk edebiyatını kurtarıyor gibi gösterilmesi beni rahatsız ediyor. Bana göre Orhan Pamuk ‘dışarı’nın kafasıyla yazan bir romancı… Orhan Veli ise Türk şiirinin namusu. Eğer ömrü yetseydi Türk şiirini bambaşka bir yere getirecekti. Şiirleri basit görülebilir ama çok derindir.
Filmdeki kadın karakterlerden biri ‘çok iyi’, ‘çok beyaz’ diğeriyse tam tersi ve ana eleştiri merkezlerinden biri…
Böyle okunması beni üzüyor.
Neden?
Yaprak kötü bir karakter değil ve ne istediğini biliyor. Hayati karakterini kırmadan gitmek istiyor. En çok kaçındığım şeylerden bir tanesiydi Yaprak karakterini kötü çizmek… Hikâye, Hayati’nin üzerine kurulu olduğu için izleyicilere antipatik görünüyor. Serap karakteri de melek değil; sadece çocuk… Hiçbir zaman birisi iyi, birisi kötü karakter şeklinde çizmeye yanaşmadım.
Filmin fonunda 80 darbesi üzerinden siyasi bir göndermeniz var: Sabahattin Ali ve Necip Fazıl Kısakürek’i aynı anda görüyoruz ve bu durum eleştirileri de beraberinde getiriyor.
Benim en çok kaçındığımız şey bu! Biz genç nesli kaybettik.
Politik filmlere bakışınız nedir?
Bugüne kadar yapılan solcu filmlere baktığımızda fazla indirgemeci, didaktik ve ‘ideolojik’ duruyorlar. Evrensel bir dili yakalayamıyorlar. Benim sağcılara da, solculara da, burjuvalara da söyleyecek bir şeyim olmalı.
‘POLİTİK ELEŞTİRİ SORUMLULUK ALANIM DEĞİL’
İki farklı ideolojiyi yansıtıyor erkek karakterleriniz ve karakterlerin net bir politik analizle çizilmediğine dair eleştiriler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Politik eleştiri sorumluluk alanım değil. Ben bir film yaptım, makale yazmadım. Şiir de yazıyor olsam bunun muhatabı olmazdım. Bilimsel bir çalışma yapsaydım cevap vermek zorunda kalırdım ama ben kurmaca bir şey ortaya koymaya çalışıyorum. Bunun bir resme, şiire yakın olmasına gayret ettim. Benim sorumlu olduğum alan sanatsal boyutu… Politik bir metin üretmedim ve sinemada buna karşıyım. Sanatı bunun altında ezdirmemeliyiz.