Vicdan ve adalet: Hapishane Müdürü
Bu yıl Suç ve Ceza Film Festivali'ne katılan tek İran filmi "Hapishane Müdürü" yönetmen Nima Javidi’nin ikinci uzun metraj filmi. Film hapishane müdürü olan ana karakterin, mahkumların yer değişimi sırasında yaşanan bir firar olayı nedeniyle vicdan ve adalet arasında bir mücadeleye girmesini ve vicdani çelişkiler yaşamasını anlatıyor.
Farhad Eivazi
İngilizceye “The Warden” adıyla aktarılan Sorh-Post filminin Türkçedeki karşılığı Kızılderili. Nima Javidi’nin İran’da çok ses getiren ikinci uzun metraj filmi alışılageldik İran tarzı filmlerden farklı bir teknikle çekilmiş. 2013’te "Melbourne" adlı ilk uzun metraj filmiyle sinema çevrelerinin dikkatini üzerine çekmiş olan Javidi’nin Kızılderili filminin neredeyse tamamı film için inşa edilmiş eski bir hapishanede geçer.
Şimşek sesiyle başlayan film karanlık bir atmosferle başlar, gökyüzünden aşağı doğru inen kamera bir hapishaneye dalar ve izleyici de kamerayla birlikte dahil olur hapishaneye. Filmin sonuna kadar da çıkmaz. Kamera hapishaneye daldıktan sonra gördüğümüz ilk sahnede şiddetli yağmur altında bir dar ağacını söküp indirmekte olan birkaç kişi vardır. Film ekibi tarafından özenle tasarlanıp yapılmış olan hapishane, anlatılacak hikaye için en mükemmel atmosferi yakalamıştır desek ileri gitmiş olmayız.
1968’de İran’ın kuzeyinde bir havalimanı, büyütülmek istendiğinden yakınlarındaki bir hapishanenin yıkılması, mahkumların başka hapishanelere gönderilmesi gerekmektedir. Hapishane müdürü olan ana karakter, mahkumların yer değişimi sırasında yaşanan bir firar olayı nedeniyle vicdan ve adalet arasında bir mücadeleye girer.
Yönetmen bu filmde milimetrik bir planlamaya gitmiştir, dekopaj son derece özenle yapılmıştır. Filmin Batı filmlerine daha yakın bir karakterde görülmesinin temel gerekçesi de budur. Bazı yerlerde film, İran filminden çok Batı filmini andırmakla eleştirilmiştir. Doğu, Batı polemiğini bir yana bırakırsak, sinemada belirli kurallar söz konusudur, bir film çekilirken bu kurallara bağlı çekilirse klasik sinema yapısı ortaya çıkar. Doğu filmlerinde çoğunlukla, belki de özgün bir tarz yaratmak amacıyla, bu kurallara bire bir bağlı kalınmamaktadır. Bu film, teknik açıdan klasik sinema kurallarına bağlı olsa da içerikte bir doğu karakteri çizer. Filmin Batı filmlerine bir yönden benzediği söylenebilir o da Batı sineması menşeli “kahramanın yolculuğu” ilkesinin uygulanmasıdır. Batı’daki kahramanın yolculuğunda, yaşlı ve bilge bir adam, kahramana yol gösterir ve bunun sonucunda karakter dönüşüm geçirerek ermişliğe ulaşır. Ancak Kızılderili filminde hapishane müdürüne yol gösteren bir erkek değil bir kadındır, kendisinden daha ermiş olmayan, kendisinden daha genç, daha alt rütbeden bir kadındır bu. Söz konusu kadın o kadar tecrübesizdir ki firari mahkumu kurtarmak için hapishane müdürüne tuzak kurar ve gerçek ortaya çıktıktan sonra aralarında bir çekim oluşmuş olan hapishane müdürünü kaybedecek noktaya kadar gelir. Sonuç olarak ana karakter kendinden daha genç, daha tecrübesiz daha az kıdemli bir kadın aracılığıyla doğru yolu bulur. Hapishane müdürü “Benim için adalet firariyi bulup hücresine tıkmaktır” diyen kişiyken filmin bir noktasından sonra bu katı ilkeli duruşundan şüpheye düşer ve kader onu firari mahkumun hücresine kapattığında artık bu ilkesinden uzaklaşmaya başlar.
VİCDANİ ÇELİŞKİLER
Hapishane müdürü yeni bir darağacı yapması için marangozluktan anlayan bir mahkuma yeni bir darağacı yapması siparişinde bulunduğunda mahkum cevaben kapı, pencere ne isterse yapabileceğini ama artık dar ağacı yapamayacağını çünkü geceleri bu yüzden uyuyamadığını, asılacaklardan birinin bile suçlu olmaması durumunda bu vicdani yükü taşıyamayacağını söyler. Benzer bir vicdani çelişkiyi filmin ilerleyen sahnelerinde hapishane müdürünün de yaşadığını görürürüz. Vicdani çelişkilerin niteliği kişiden kişiye değişmektedir, vicdani muhasebeye giren karakterlerin kaybedecekleri ya da kazanacakları şeyler de birbirinden oldukça farklıdır. Kaybedeceği şey daha büyük olan karakter, vicdandan daha çabuk uzaklaşmaktadır.
Pek çok polisiye filmlerin aksine bu filmde fiziksel bir suçlu-polis takibi yoktur bu takibin daha çok düşünsel boyutta ele alındığı görülür. Filmin odağındaki mahkum film boyunca hiç görülmez, sanki yokluğuyla kendini var eder. Mahkuma dair konuşmalar ve hapishanedeki atmosfer görmediğimiz halde kayıp mahkumu hep hissetmemizi sağlar. Öte yandan bir süre sonra da hiç görmediğimiz mahkumun, anlatılanlardan yola çıkarak portresini çizer zihnimizde. Tıpkı bir romanda olduğu gibi. İran’ın yetenekli oyuncusu Nevid Mohammadzade’nin canlandırdığı hapishane müdürü, oyuncunun pek çok diğer filmlerinde gördüğümüz dışa vuran oyunculuğunun aksine bu filmde içe vuran bir oyunculuk sergilemekte, soğukkanlılıkla sorunu çözmeye çalışarak farklı bir kolluk gücü karakteri çizmektedir.
Bu filmin İran sinemasındaki diğer bir önemi de son zamanlarda pek çok filmde oynayan ve son derece popüler bir oyuncu olan Nevid Mohammedzade’ye farklı bir oyunculuk sergileme imkanı sunmuş olmasıdır. Bugüne kadar rol aldığı pek çok filmde dışa vuran bir oyunculuk sergilemekle eleştirilen oyuncu, burada herkesi ters köşeye yatırmıştır. Bu da senarist, yönetmen ve oyuncunun karakteri çok iyi analiz etmesinden ve uygun tasarımı yakalayabilmesinden kaynaklanmıştır.
Yönetmen filmin galasında gazetecilere, hapishane müdürünün kim olduğunu, nereden geldiğini, nasıl bir dönüşüm geçirdiğini ve bu duruma geldiğini sizlere anlatabilirim diyerek aslında karakter konusundaki kusursuz yapının onun üzerine emek verip olgunlaştırmakla ortaya çıktığını göstermiştir. Karakterlerin tasarımlanmasındaki ince işçilik ve diğer unsurlardaki özen, filmin seviyesini yukarı taşımada son derece etkili olmuşlardır. Kayıp mahkumun eşi dışındaki bütün karakterlerin filmin genel yapısına uygun çizilip derin analizlerle yerli yerine oturtulduğu söylenebilir. Mahkumun eşi diğer oyunculuklarla uyuşmayan, oyunculuk ritmini bozan abartılı bir tiyatral karakter gösterir. Hapishane müdürü kendi gölgesiyle dans ederken diyaloğa girmeden karakterin yapısına dair sağlam ipuçları sunar, karakteri tanıtır ve onu kabullenmemizi sağlar.
Hapishane müdürü, görevli polis memurlarını toplayıp sorgudan geçirdiğinde her biri İran’ın farklı bölgesinden geldikleri için farklı aksanlarla konuşurlar. Bu sahne metaforik olarak izleyiciye aslında bu hapishaneyi bütün İran’ın idare ettiğini imler, öte yandan müdür ise merkezin diliyle yani Tahran aksanıyla konuşur ve son kararı da o verir ki bu da İran gibi farklı etnik kimlikteki yapıların merkezi yönetimle sorunlarına dair göndermeler içeriyor gibidir.
Hapishanedeki kapılar, parmaklıklarla sık sık sesi duyulan yağmurla, yıldırımlarla yaratılan gerilim; kubbeli tavanlar, soğukkanlı, sakin oyunculuklarla dengelenmiştir. Örneğin hapishanenin her yerinde mavi, gri gibi soğuk renkler hakimken hapishane müdürünün odasında daha sıcak renkler söz konusudur.
Kızılderili filmi iyilerle kötüler arasındaki çatışmaları ele alan bir film değildir. Aslında bu filmde toplumun iki farklı tabakasından kendi hayatını yaşamak isteyen bireyler karşı karşıya gelmişlerdir. Kötü olan bu insanların dışındaki dünyadadır, onu görmeyiz. Filmin sonunda hapishane müdürü Kızılderiliyle göz göze gelir, bu göz göze gelme aslında izleyiciyle göz göze gelme gibidir. Sanki hapishane müdürü, benim yerimde sen olsaydın ne yapardın diye izleyiciye sormaktadır. Aynı sahnede Kızılderili ise hapishane müdürünün gözlerinin içine ve etrafa bakarak neden bu durumda olduğunu, suçun kimde olduğunu sorgular.