Parazit: Taş, koku ve hamam böcekleri

The Host ile uluslararası alanda tanınan, Snowpiercer ve Okja ile kariyerini sağlamlaştıran Bong Joon-ho, Parazit ile Cannes’da Altın Palmiye kazanarak yılın en iyi filmlerinden birine imza attı. Filmde yer alan taş, hamam böcekleri ve koku metaforlarına değinilen filmde sınıf atlama çabası ve servet kibrinin yol açtığı trajikomik olaylar ardı ardına gerçekleşiyor.

Google Haberlere Abone ol

Veysi Çetin

“Şimdi burada yaşamıyor muyuz? Oturma odasında oturmuş içkimizi içiyoruz.”

“Doğru, şimdi burada yaşıyoruz. Ama Bay Park’ın şu an kapıdan girdiğini düşünün. O zaman ne yaparız. Hamam böceği gibi kaçar ve saklanırız. Hani bizim evde ışıkları açınca hamam böcekleri hemen kaçacak delik arıyor ya, işte biz de öyle yaparız.”

Yoksul ailenin babası Bay Kim’in sözleri ilk söz. İkinci söz ise onun yoksul karısının.

TAŞ METAFORU

Yukarıdaki diyaloğa tekrar döneceğiz. Ancak ilk olarak taş metaforuna değinmek istiyorum. Filmin başında yoksul ailenin oğlu Ki-woo’nun arkadaşı “Min” isimli genç, onları eve ziyarete gelir. “Kim ailesinin” serüvenini başlatmaya geliyordur elindeki taşla. Taşın tam bir adı yoktur. Min’in dedesi koleksiyon yaparmış bu taşlardan. Bu taşların ona sahip olan aileye zenginlik getireceğine inanırmış. Bu sebeple yoksul aileye bir tane bu taşlardan yollamış. Bu taşlara da mucize taşı diyormuş.

Taş, ailenin eline geçer geçmez gerçekten de yoksul ailenin işleri yoluna girmeye başlar. Evin genç oğlu Ki-woo arkadaşı Min’in referansıyla zengin Park ailesinin evinde İngilizce kurs verme işi bulur. Bay Park’ın kızına İngilizce dersi verecektir. Genç oğlan üniversite okuduğunu söyler ama aslında yalan söylüyordur. Hemen ertesi günü yoksul ailenin genç kızı Ki-jung da zengin ailenin evinde işe girer. Zengin “Park ailesinin” küçük yaştaki hiperaktif ve şizofren oğluna sanat psikolojisi ve resim dersi verecektir. Genç kız kendini ünlü bir resim öğretmeni olarak tanıtır ama yalan söylüyordur. Kısa süre sonra yoksul ailenin babası Bay Kim de zengin ailenin şoförü olur. Akabinde yoksul ailenin annesi zengin aileye hizmetçi olarak gelir. Bay Kim, kendini otuz yıllık şoför olarak tanıtır ama bu da yalandır.

Tüm bu macera Min’in dedesinin gönderdiği taş ile başlar. Taş burada kullanılan bir metafordur aslında. Çünkü bu taş yoksul aileye her ne kadar başta zenginlik getirdiyse de filmin sonunda yoksul ailenin genç oğlunun başının yarıldığı taş yine bu taştır.

Sel sahnesini hatırlayalım. Yoksul ailenin evini sel basar. Ki-woo evden sadece bu taşı alır yanına. Sele gömülmüş evden aldığı tek şeydir bu taş. Geceyi spor salonunda diğer sel mağdurlarıyla geçirirler. Ki-woo orada taşa sarılarak uyur. Amacı, zengin evin sığınağında bulunan adamı öldürmektir o taşla. Ancak sığınağa girdiğinde taş elinden yuvarlanır ve taşı ele geçiren sığınaktaki adam onun başını bu taşla yaracaktır. Zaten başının yarıldığı sahne de zengin ailedeki kariyerlerinin sonudur. Yani taşın hikayesi de onlarla son bulur.

HAMAM BÖCEKLERİ

Birçok sahnede hamam böceği vurgusu sıkça ve açıkça yapılıyor; ancak size bahsetmek istediğim iki sahne var ki en incelikli ve etkili vurgunun yapıldığı yerler.

İlki, sığınaktaki adamın karısıyla birlikte sığınaktan çıktığı sahne. Şöyle ki; Park ailesi kampa gitmiştir ve Kim ailesi de onların evinde içki masası kurmuş eğlenmektedir. Dışarıda müthiş bir yağmur ve kapı çalar. Gelen, eski hizmetçidir. Eve girer. Sığınağa iner ve kocasına süt ve muz götürür. Sığınaktaki adamdan ilk kez haberdar oluruz böylelikle. Sığınakta bir süre itiş kakış olur ve sığınaktaki adam karısının sayesinde sığınaktan yukarı çıkar. İşte tam da buradaki sahne tam bir hamam böceği sahnesidir. Adam, iki eli ve iki ayağı üzerinde yavaş yavaş ve tedirgince merdivenleri tırmanır ve yukarı çıkar. Delikten çıkan ve ışığa yürüyen hamam böceği tedirginliği vardır üzerinde.

Diğer sahne ise Park ailesinin kamp iptal olunca eve geri gelip içeri girdikleri ilk sahnedir. Park ailesinin eve geri geleceğini duyan Kim ailesi koştura koştura evi toparlar. Park ailesi eve girer ve koridorun ışığı yanar. Tam bu anda, koridorun ışığı yandığı gibi yoksul ailenin genç kızı Jessica (Kİ-jung) kendini en yakın deliğe atar. Oturma odasında masaların altında bir boşluk vardır ve koridor ışığı yandığı gibi Jessica bu boşluğa girer. Tıpkı ışığı gören bir hamam böceği gibi en yakın deliğe girer. Büyüleyici bir gerçekliktedir bu iki sahne.

Hamam böceği metaforu filmin ruhuna da hakimdir. Evin sığınağında yaşayan adam da Kim ailesi için bir hamam böceğidir mesela. Hamam böceğini düşünürsek varlığından haberdar olmadığımız sürece bizi huzursuz etmeyen bir canlıdır. Ancak odamızda olduğunu bildiğimiz bir tane hamam böceği tüm gece uykumuzu kaçırabilir. Bizi huzursuz eder. Onun varlığını bilmek huzursuzluk sebebi olur. İşte tam da bu noktada sığınaktaki adamdan haberi olmayan Kim ailesinin huzuru film boyunca yerindeydi. Hatta bunu Park ailesinin evinde içki içerek kutlamaktaydılar. Ancak eski hizmetçinin gelmesiyle sığınaktan haberlerinin olması bir oldu. Sığınaktaki adamın varlığı onlar için bir hamam böceği huzursuzluğuna dönüştü. Sığınakta bağlı kalsa da onun orada olduğunu bilmek huzursuzluk sebebiydi.

Yoksul genç Ki-woo’nun filmin sonlarında elindeki taşla sığınağa girmesi aslında hamam böceğini ezmek istemesinden başka nedir ki? Ama hamam böceği daha hızlı davranır ve elinden kaçar.

KOKU

Taş ve hamam böceğinin aksine koku bir metafor değildir filmde. Bir gerçekliktir. Park bu kokuyu karısına anlatır: “Arabanın içine yayılan o kokuyu nasıl tarif etsem ki? Turp kokusu desem… Yok değil. Bezi kaynattığında çıkan koku var ya, işte öyle kokuyor. Ama o koku yok mu? Ta arka koltuğa kadar geliyor. O kokuyu bazen metroda da alıyorsun” Bu sözleri karısına evin salonunda söyler ve kokunun sahibi Bay Kim tüm bunları duyar. Kazağını burnuna getirir ve kendini koklar. Sarsılmış durumdadır.

Bay Kim’in işlediği cinayeti de koku tetikler. Doğum günü saldırısı sırasında Kim’in elinde kızı Ki-jung vardır ve kalbinden bıçak yarası almıştır. Bay Kim kendini kaybetmiş durumdadır. Zaten dün geceki sel sırasında tüm ev eşyaları lağım suları arasında kalmıştır ve tüm varını yitirmiştir. Onun üstüne bir de kızı elleri arasında ölmektedir. Oğlunu görür sonra karşıda. Kafası yarılmış ve kan kaybından ölmek üzeredir o da. Tam bu esnada Bay Park ondan arabasının anahtarını ister. Bay Park’ın amacı kendi ailesini arabayla olay yerinden uzaklaştırmaktır. Kim’in ailesi ise kan kaybından ölmek üzeredir. Bay Kim cinnet halindedir. Park’a araba anahtarını sallar ama anahtar yere düşer. Sığınaktaki adamın yanına düşer tam da. O adam da yerde ağır yaralı halde yatmaktadır. Park, anahtarı almak için eğilir ve daha önceden karısına bahsettiği ve iğrendiği kokunun en şiddetlisini solur. Sığınaktaki adamın ağır kokusudur bu. Park’ın midesi bulanır ve kusacak gibi olur. Bu mide bulantısına şahit olan Kim, artık cinnet halinin doruğuna ulaşır ve elindeki bıçağı Park’a saplayıp onu öldürür.

Yazının en tartışmaya değer kısmı burası benim için. Zira filmin de en tartışmaya değer kısmı burası bence.

Filmin başından beri yoksul aile tarafından zengin aileye karşı en ufak bir nefret yok. Hatta kendi aralarındaki sohbetlerde Park ailesinin çok saf ancak çok iyi insanlar olduklarını söyleyip duruyorlar. Sığınaktaki adamın da Bay Park’a karşı minnet duygusu içinde olduğunu hatırlayalım. Park ailesinin saflığını da belki burada kısaca da olsa konuşmak gerek. Sonra cinayet konusuna döneriz yine.

Zengin aile gerçekten çok saf. Yoksul aile ise çok yırtık ve zeki. Sığınaktaki bir sahneyi hatırlayalım. Eski hizmetçi sığınak hakkında bildiklerini anlatıyordur Kim ailesine: “Birçok zenginin evinde Kuzey Kore saldırırsa ya da alacaklılar kapıya dayanırsa diye bu tarz sığınaklar var. Eski ev sahibi bu sığınaklardan utanç duyuyor diye Bay Park’a evi satarken bahsetmemiş.” Zenginlerin evi güvenlik konusunda yoksulların evinden daha korunaklı. Zira canları daha değerli. Kaybedecek şeyleri de daha fazla. Dünya savaşı çıksa sığınakları dahi var.

Zengin ailenin ev hanımı oldukça saf mesela. Güvenli kapılar ardında yaşamaya alışmış belki de. Gerçek hayatla teması çok az. Evleri onların dünyaları olmuş. Bu sebeple gerçek dünyayla ve dünya sorunlarıyla temasları sınırlı. Aklı ve algısı da sınırlı kalmış. Uyanık bir kadın değil. Yoksul aileyi düşünürsek onların durumu da tam tersi. Hayatın çıplak gerçeğiyle yüz yüzedirler: açlık, yoksulluk, geleceksizlik. Tüm bu gerçekler onları sivriltmiştir. Yoksulluk ve zenginlik her iki ailenin de yaşam tarzını ve zekasını belirlemiş.

Cinayet konusuna gelip yazıyı sonlandıralım. Bay Kim, Park’ı iyi biri olarak görse de öldürüyor. Peki neden. Koku yüzünden burnunu kapattı diye mi? İyi de herkes koku yüzünden burnunu kapatır, öyle değil mi?

Yoksul baba Kim’in geçirdiği “son bir güne” bakalım. Bir gün önceye kadar her şey yolunda. Gece sığınakta bir adamın olduğunu öğreniyor ve onunla didişiyor. Park ailesi kamp planları nehir taşmasından dolayı iptal olduğundan ani ve habersiz dönüş yapıyor. Gece odada saklanırken Park’ın koku hakkındaki serzenişlerini duyuyor ve uzandığı delikte sarsılıyor. Oğlu ve kızı ile Park’ın evinden kaçıp kendi evlerine gidiyorlar ve evi sel alıp götürmüş şekilde buluyor. Geceyi spor salonunda düşkünlerle geçiriyor. Sabah tekrardan işe gidiyor ve Park ailesi çocuğun doğum gününü kutlamak için plan yapmaktadır ve çok mutlulardır.

Düşünün ki yüzlerce insan geceyi kapalı spor salonunda geçirmiş ve ertesi günü gördüğü Park ailesi ve zengin misafirleri dünyadan habersiz bir şekilde oldukça mutlulardır. Kendisi ise dün geceden dolayı küf ve lağım kokuyordur. Bu koku onun için yoksulluğun ve çaresizliğin kokusudur. Park’ın koku karşısında burnunu kapatması, yoksulluğun kokusuna karşı iğrenmesidir bir bakıma. Bay Kim, kendi gibi yoksulların kokusunu savunmuştur o cinnet halinde. Bu koku kendi gibilerin çaresizlik kokusudur. Bu koku karşısında iğrenen insan dün geceki felaketten habersiz, çocuğunun partisini yapmakta ve yoksulları umursamamaktadır bile. Hem umursanmayan hem de kokusundan dahi rahatsızlık duyulan yoksulluk adına bu cinayeti işler Kim. Park burnunu kapatır, Kim ise gözünü karartır. Elinden malı, mülkü ve çocukları giden Bay Kim, dün geceki selden perişan düşmüş insanlar adına bir şey yapmıştır kendince.

Aklıma Germinal kitabındaki yoksul bir yaşlı dedenin işlediği cinayet geliyor. İsimlerini hatırlamıyorum şu an ama çok benzer bir olay var orada da. Yoksul yaşlı bir dede zengin ve soylu bir kızı elleriyle boğuyor. Kız iyi bir insandır ancak soyluluğu temsil ettiği için ve ailesinin yoksullara karşı çok zararı dokunduğu için yaşlı dede tarafından sınıfsal bir nefretle boğulur. Kızın ne günahı vardı diye sorarız orada da. Kız orada masum olsa da mensup olduğu sınıfı düşman sınıftır. Dedenin nefretinden nasibini alır.