Berlin: İlginç bir basın toplantısı
Jeremy Irons önceden hazırladığı konuşmasına başladı. Teşekkürlerle dolu iki cümleden sonra esas konuya geldi ve "daha önce yapmış olduğum açıklamalarla ilgili olarak yapılan yorumlara cevap vermek istiyorum" diyerek üç konuya değineceğini söyledi: Cinsel saldırı, eşcinsel evlilikler ve kürtaj. "Kadın haklarına saygılıyım, şiddet ve tacizi onaylamıyorum. Eşcinsel evliliklere karşı değilim, bu evliliklerin kanunen kabul edildiği ülkelerde sürmesine taraftarım, annelerin istemesi durumunda kürtaj hakkını savunuyorum. Uygar bir toplum için bunlar gereklidir, ne yazık ki birçok ülkede bu koşullar sağlanmış değil. Bunların sağlanması için savaşmalıyız. Bu yılki festivalde de bu önemli konuları işleyen filmler izleyeceğimizi umuyorum" diyerek noktayı koydu.
Ahmet Boyacıoğlu
20 Şubat 2020. Saat 09.30. Cinemaxx 7 salonunda Berlinale Special Bölümü’nde yer alan bir Çin filmi var: 'Swimming Out Till The Sea Turns Blue’. İzleyeceğimiz filmin Çin’in yakın tarihi ile ilgili bir belgesel olduğunu biliyoruz. Üç nesilden insanlar Çin’in son 70 yılını ve ülkede yaşanan değişiklikleri anlatacaklar.
Festival, akşam düzenlenecek açılış töreniyle resmen başlayacak. Sabah izleyeceğimiz başka bir film de yok.
Film başlıyor, jenerikten iddialı ve büyük bir prodüksiyon ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. 90 yaşını geride bırakmış Çinliler, 1940 ve 50’lerde köylerinde yaşadıklarını kameraya bakarak anlatıyorlar. Başarılı tarım politikalarını izlemenin yanı sıra gençlerin parasızlık nedeniyle evlenemediklerini ve bu sorunu çözmek için bir evlilik kanununun çıkarıldığını da öğreniyoruz. Aslında gözlerimizi kapasak bir ‘Radyo Tiyatrosu’ ile karşı karşıyayız. Film biraz ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nın Çince versiyonu gibi. Taşrada düzenlenen ‘Birinci Edebiyat Festivali’, Çin ile ilgili yeni bilgiler edinmemizi sağlıyor. Örneğin bir yazar "Köyler hayatın gerçeğidir" diyor. Üzerinde düşünmeye değer.
Saat 10.10’da salonu sessizce terk edip jürinin basın toplantısına gitmeye karar verdim. Benden önce en az otuz kişi çıktığı için içim rahat. Zaman kısıtlı, yapacak çok iş, konuşacak çok insan var.
Basın toplantısı da merakla bekleniyor, çünkü yeni yönetimi ile 70. yılını kutlayan Berlin Film Festivali’nin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Festivalin kurucusu Alfred Bauer’in Nazi yönetiminin kültür politikasında rol aldığı, savaşın bitmesinden 75 yıl sonra ortaya çıkıverdi. Hem de festivalin başlamasına iki hafta kala. Almanya’nın en saygın gazetelerinden Die Zeit’in kamuoyuna duyurduğu bu haber, öncelikle Alfred Bauer adına yıllardır verilen ödülün iptal edilmesine yol açtı.
Hani dakika bir, gol bir diye bir söz vardır ya, bu ondan da beter. Daha maç başlamamıştı bile. Basın toplantısı 17 dakika gecikmeyle başladı. Jüri trafiğe takılmış.
Burada bir parantez açmakta fayda var. Dedikoduya göre jüri başkanı Jeremy Irons Berlin’e trenle gelmiş, ancak eşiyle beraber yanlış istasyonda inince festival görevlileri uzunca bir süre kayıp jüri başkanını aramışlar. Jeremy Irons bu süreyi eşiyle birlikte bir kafede oturarak geçirmiş. Festival bu, her şey olabilir.
Festival yönetmeni Carlo Chatrian ve ekibi de basın mensupları arasında yerlerini aldılar ve basın toplantısı başladı. Önce jüri üyeleri tanıtıldı, en çok alkışı Jeremy Irons aldı. Genelde öyle olur. Yedi kişilik jürinin üçü kadın, dördü erkek. Böylece bu aralar çok önemli olan kadın erkek eşitliği de bir şekilde sağlanmış.
Jeremy Irons önceden hazırladığı konuşmasına başladı. Teşekkürlerle dolu iki cümleden sonra esas konuya geldi ve "daha önce yapmış olduğum açıklamalarla ilgili olarak yapılan yorumlara cevap vermek istiyorum" diyerek üç konuya değineceğini söyledi: Cinsel saldırı, eşcinsel evlilikler ve kürtaj. "Kadın haklarına saygılıyım, şiddet ve tacizi onaylamıyorum. Eşcinsel evliliklere karşı değilim, bu evliliklerin kanunen kabul edildiği ülkelerde sürmesine taraftarım, annelerin istemesi durumunda kürtaj hakkını savunuyorum. Uygar bir toplum için bunlar gereklidir, ne yazık ki birçok ülkede bu koşullar sağlanmış değil. Bunların sağlanması için savaşmalıyız. Bu yılki festivalde de bu önemli konuları işleyen filmler izleyeceğimizi umuyorum" diyerek noktayı koydu.
"Şimdi bu konuşma da nereden çıktı?" diye soracaksınız. Jeremy Irons sekiz yıl önce bu konularda olumsuz görüş bildiren bir konuşma yapmıştı. Jüri başkanı olduğu açıklandığında da eski defterler karıştırılmış ve olay büyümüştü. Bu gibi durumlarda genellikle önce festival suçlanır, adettendir.
Çok akıllıca yapılmış bu kısa konuşma ile Jeremy Irons, "Siz sormadan ben cevapları veririm, günah çıkartırım ve olayı kapatırım" demek istedi ve bunu da çok iyi başardı. Akıllı adam. Gerçekten de bu konuyla ilgili herhangi bir soru gelmedi. Onun yerine jüriye ‘kendilerini en çok etkileyen filmler’ soruldu. Herkes çocukluğunda babasının VHS koleksiyonundaki filmleri anımsadı. ET, Singing in the Rain ve Bonanza’dan söz edildi. Jeremy Irons, altı yaşındaki oğlu ile Charlie Chaplin’in Şehir Işıkları filmini izlediğini, film bitince oğlunun "Bu benim hayatımda gördüğüm en iyi film" dediğini anlattı.
Her şey tatlıya bağlanmıştı. Bir sonraki filme yetişmek için sessizce salonu terk ettim.