Berlin’e abone olan yönetmenler
Undine, büyük bir olasılıkla Türkiye’de gösterime gireceğini düşündüğümden öyküyü çok detaylı yazmayacağım. Ancak kafama takılan sahneler var. Filmde tuhaf şeyler oluyor. Örneğin 12 dakika su altında oksijensiz kalan ve doktorların ‘beyin ölümü’ tanısı koyduğu kişi bir süre sonra ‘sevgilisinin adını sayıklayarak’ uyanıyor. Böyle bir şey bir Yeşilçam filminde olsa senaristi de, yönetmeni de çarmıha gererlerdi!
Ahmet Boyacıoğlu
Haber kaynaklarım, eski tabirle muhbirlerim var. Yoksa bu festival yazıları yazılamaz, atlatma haberler yapılamaz. Tabii ki adını vermeyeceğim bir haber kaynağım Berlin’deki Alman Film ve Televizyon Akademisi’nde öğrenim görüyor. Bu gün bir kafede bir araya geldik. Bu yıl Berlin Film Festivali’nin programında yer alan 13 film, Alman Film ve Televizyon Akademisi’nde eğitim almış yönetmenlere aitmiş. Aslında anlaşılabilir bir durum: festival de Berlin’de, okul da.
Bazı yönetmenlerin filmleri sürekli Berlin Film Festivali’ne seçiliyor. Bu bir sır değil. Screen Dergisi’nin ana yarışmadaki filmleri tanıtan kısa yazılarında genelde söyle cümleler var. ‘X, falanca filmiyle Berlin’e geri döndü’. Burada önemli olan daha önce bir kez Berlin’e gelmiş olmak, daha sonra abonelik durumu başlıyor, bir daha, bir daha geliyorsunuz.
Christian Petzold Berlin Film ve Televizyon Akademisi mezunu ve festivalin abone yönetmenlerinden. Son filmi ‘Transit’ de birkaç yıl önce Berlin’de yarışmadaydı. Petzold bu yıl da ‘Undine’ adlı filmiyle yarışmada. Undine filmin kadın kahramanının adı. Filmin başında kendisini terk etmek isteyen sevgilisine ‘Seni öldürürüm’ diyor. Bu bende Türk usülü bir aşk filmi izleyeceğim düşüncesini oluşturuyor. (‘Ya benimsin, ya toprağın’. Doğrusu da budur. Bizde gelenek her şeyden önce gelir)
Bu filmin büyük bir olasılıkla Türkiye’de gösterime gireceğini düşündüğümden öyküyü çok detaylı yazmayacağım. Ancak kafama takılan sahneler var. Filmde tuhaf şeyler oluyor. Örneğin 12 dakika su altında oksijensiz kalan ve doktorların ‘beyin ölümü’ tanısı koyduğu kişi bir süre sonra ‘sevgilisinin adını sayıklayarak’ uyanıyor. Böyle bir şey bir Yeşilçam filminde olsa senaristi de, yönetmeni de çarmıha gererlerdi. Bunu yazmazsam Yeşilçam’a büyük bir saygısızlık edeceğimi düşündüm. Fantastik öğeler kullanan bir aşk filmiyle karşı karşıyayız. Örneğin filmde kadın akşam vakti sevgilisiyle telefonda tartışıyor ama bir gün sonra adamın aslında bu telefon konuşmasından birkaç saat önce kaza geçirdiği ve bilincini kaybettiği ortaya çıkıyor. Ciddi bir zaman kayması söz konusu. Aslında aşk da bir dizi mantıksızlıktan ibaret değil midir?
Sonuçta söyleyeceğim şudur: her ne kadar bazı çekincelerim olsa da (özellikle havuzda sevgiliyi boğma sahnesi hiç olmamış) bu fantastik aşk öyküsü Altın Ayı’nın en büyük adayıdır. Nedenini sormayın.
YİRMİSİ ÇOCUK, ALTMIŞ KİŞİ YARALANDI
Almanya’da bir kentin sokaklarında iki araba yarışıyor. Arabalardan biri sessiz sakin kendi yolunda giden başka bir arabaya çarpıyor ve içindeki kadının ölümüne neden oluyor. Kazadan sonra olay yerinde yapılan incelemede 22 yaşındaki kent yarışçısının saatte 160 kilometre hızla gittiği tesbit ediliyor. Bir yıl süren davanın sonunda hakimler olayın ‘bir cinayet’, arabanın da ‘bir cinayet silahı’ olduğuna karar verip kent yarışcısını ömür boyu hapise mahkum ediyorlar. Şimdiye kadar eşi benzeri olmayan bir karar. Filmin adını merak ediyorsanız hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Olay gerçek. Birkaç hafta evvel Almanya’da bir mahkeme böyle bir karar verdi.
Bu olayı anlatmamın iki nedeni yar. Birincisi üç gün önce 29 yaşında bir ‘Alman’ sürücü (Alman olduğunu haberlerde özellikle belirtiyorlar, çünkü bu ülkedeki insanlarda terör olaylarından sonra hemen yabancıları suçlama eğilimi var) karnavala katılan insanların üzerine arabasını sürdü, yirmisi çocuk, altmış kişi yaralandı. Soruşturma sürüyor. Olayın nedeni/nedenleri ile ilgili bir açıklama gelmedi.
İkinci nedene gelince: benim tuhaf bir huyum var. İlginç bulduğum ve unutmamam gerektiğini düşündüğüm haberleri gazeteden kesip saklarım. Aylar, yıllar sonra çekmecelerimi temizlerken bu haberler tekrar elime geçer, yeniden okurum ve üzerinde düşünürüm.
Kaç ay oldu hatırlamıyorum, geçen yıl Cumhuriyet gazetesinde DHA kaynaklı küçük bir haber çıktı. Başlık: ‘Makas’ faciası: 3’ü çocuk 4 ölü. Tem Otoyolu Maslak mevkiinde seyreden Nurullah Eray’ın kontrolündeki hafif ticari araç ile ‘makas atarak’ ilerlediği iddia edilen otomobil çarpıştı. İçinde 14 kişinin bulunduğu ticari araç yola savrulurken diğer otomobil bariyerlere çarparak durabildi. Ticari araçta bulunan Hiranur (9) ve Yahya Özçelik (8) olay yerinde, Seyhan Özçelik ve Yusuf Eray (8) ise kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Yaralı on kişi hastanede tedavi altına alındı. Makas atarak kazaya neden olduğu ileri sürülen sürücü Yusuf Arıkboğa’nın arkadan gelen babasının otomobiliyle olay yerinden kaçtığı tespit edildi. Sürücünün evine yapılan operasyonda kanlı tişörtü, bir adet tabanca ve 26 mermi bulundu. Öte yandan, bayram tatilinin 7’inci gününe kadar meydana gelen kazalarda 69 kişi yaşamını yitirdi, 531 kişi yaralandı.
Haber böyle.
Kendinizi birkaç saniye boyunca ölen çocukların annesinin, babasının yerine koyun. Korkunç değil mi?
İki kent yarışcısından söz ediyoruz. Biri almanya’da ömür boyu hapse mahkum ediliyor. Türkiye’deki olaya karışan kişinin davası büyük bir olasılıkla sürüyordur. Acaba sonuçta nasıl bir karar çıkacak? Almanya’daki hakimlerin verdiği cesur karar, Türkiye’deki hakimler için emsal teşkil edecek mi? Yoksa bu kent yarışcısı evinde bulunan tabanca nedeniyle üç yıl, dört kişinin ölümüne neden olmaktan da iki yıl hapse mi mahkum olacak? (Yılları öylesine yazdım, ama genelde böyle inanılması güç cezalar veriliyor ülkemizde)
Ben de böyle tuhaf şeyleri merak ediyorum işte.
Bu yazıyı neden yazdığıma gelince: beni rahatsız eden şeyler sizi de rahatsız etsin istiyorum.