Salgın günlerinde sinema dünyası ne istiyor?
Korona virüsü salgınının her alanda etkilerini hissettirdiği bugünlerde sinema sektörü nasıl ayakta kalacak? Sinema dünyası bu süreci nasıl yaşıyor ve durumu nasıl tahlil ediyorlar? Geleceğe dair öngörüleri ve temennileri neler? Utku Ögetürk, Sevil Demirci, Soner Caner, İpek Erden ve Kıvanç Sezer anlatıyor...
DUVAR - Korona salgını ile birlikte insanlarla olabildiğince az temas kurmaya çabaladığımız bir süreç yaşıyoruz. Evde kalma çağrısına uyabilen şanslı azınlık da, işten kalan vakti sokakta değerlendiremeyen çoğunluk da yoğun olarak ekranlara yöneldi. Televizyonların hiç olmadığı kadar film gösterdiği, dijital platformların izlenme rekoru kırdığını görüyoruz.
13 Mart tarihinden beri sinema sektörü büyük kayıplar yaşadı. Setler durdu, çekimlere ara verildi, filmlerin vizyona giriş tarihleri ve film festivalleri ertelendi, sinema mekânları kapandı. Bazı salonlar ise, salgından bağımsız nedenlerden ötürü bir daha açılmayacak. 1948 yılında faaliyete başladığında 1860 kişilik kapasitesiyle İstanbul’un en önemli salonlarından biri olan İstiklal Caddesi’ndeki Atlas Sineması perde indirdi. Kapandığında 85, 100 ve 500 kişilik üç salonu vardı. Kadıköy Rexx Sineması bu süreçte kira kontratını yenileyemediği için kapanma kararı aldı. Yaklaşık 100 yıl önce Apollon Tiyatrosu olarak faaliyet gösteren salon, 1930’larda Hale Sineması adını almış, 1961 yılında yıkılıp 1962’de yerine inşa edilen bina ise Reks Sineması adıyla faaliyete başlamıştı.
Güvencesiz ve sigortasız çalışma koşulları, günde 18 saate varan uzun çalışma saatleri (DİSK Sine-Sen Sinema/TV Sektörü 2009 Yılı Raporu) ve iş cinayetleriyle gündeme gelen film, dizi ve reklam setleri, 2015 senesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından “az tehlikeli”den “tehlikeli işyeri” sınıflamasına yükseltilmişti. Salgınla birlikte sektörün gündemi kötü çalışma şartlarından yaşamını idame ettirebilme kaygısına evrildi.
Bu çerçevede, korona virüsü salgının etkilerini, halihazırdaki çalışma koşullarının sürdürülebilirliğini ve sektörün geleceğini sinema emekçileriyle konuştuk.
BEYOĞLU SİNEMASI'NIN SAHİBİ UTKU ÖGETÜRK: Biz Beyoğlu Sineması olarak bu salgın Türkiye sınırlarına girmeye başladığı ilk günden kapattık. Hatta biz kapattıktan sonra hükümet kapatma kararı aldı. Biz erken davrandık çünkü üzerimizde sorumluluk hissettik, hem seyircimize hem personelimize. Ben işe gitmediğim bir yerde, çalışanlara “sinema açık kalacak, siz gitmeye devam edeceksiniz” diyemezdik. İlk düşünmemiz gereken sağlıktı.
Beyoğlu Sineması 1989 yılında kuruldu ve o günden bu yana ciddi bir kira gideri var. Mülk sahibi değil Beyoğlu Sineması. Bir de personel gideri var. Biz hiçbir faaliyet göstermediğimiz dönemlerde ciddi bir giderimiz mevcut. Biz herhangi bir yola başvurmadan, personel çıkarmadan, maaş ödemeden herkesin içini ferah tutması gerektiğini ve için ferah tutmasını söyledik. Bir şeyler yapmamız gerektiğinin farkındaydık. 1989 adını verdiğimiz bir sinema gazetesi hazırlamaya karar verdik. Benim asıl mesleğim sinema yazarlığı, Beyoğlu Sineması kapatılırken devralmıştım. Yayıncılıktan geldiğim için ilk aklıma gelen bir sinema gazetesi hazırlamak oldu. Bütün görüşmelerimizi dahi online mecralara çevrilmişken ancak böyle bir şey yapabilirdik.
Beyoğlu Sineması salt bir sinema mekanı olarak, bir Cinemaximum salonu gibi görülmemeli. Bunun sebebi, yurtdışında “arthouse” denilen, Türkiye’de bağımsız denilen bir salon olmamız. Biz yalnızca bağımsız filmleri gösteriyoruz. Kapımız sokağa açılıyor, herhangi bir zincire bağlı değiliz ama bunların yanında bağımsız film gösteren, ilk kurulduğu yıldan beri salt sinema aşkıyla, kültür sanat tutkusuyla yönetilen bir salonuz. Örnek vermek gerekirse bugün kapatılan Rexx ve Atlas da bağımsız sinema salonlarıydı ama bağımsız film gösteren sinemalar değildi. O yüzden “arthouse” bizim salonumuzun tam karşılığı.
Beyoğlu Sineması Nuri Bilge Ceylan’ın ilk filminin İstanbul’da ilk kez ya da tek gösterildiği, nadir sinemalardan biri. Herkesin sinemaya bakışını etkileyen bir ortak hafıza noktası. İstanbul’da ikamet edenlerin, belki bir yönetmenin, senaristin, müzisyenin sinema tutkusuyla ilk kez karşılaştığı mekân. Bu yüzden sinema işletmeciliği dışında bir faaliyette bulunmak bize absürt gelmiyor. Haftalık ve dijital olarak hazırladığımız 1989 gazetesini çıkarırken ters bir şey yaptığımızı düşünmedik. Belki bunu sinema zinciri bunu yapsa ters görünebilir ama bu Kadıköy Sineması ya da Beyoğlu Sineması gibi bağımsız salonların doğasına uygun bir durum.
Bir taraftan bu bir yardım kampanyası olarak gözüküyor çünkü mali giderlerimizi karşılamaya çalıştığımızı belirtiyoruz ancak aslında bu bir bağış değil, faaliyetlerimize devam etmek için yaptığımız bir çalışma, hizmet vermeye devam etmeye çalışıyoruz. Bu da bizim geleceğe biraz daha ümitli bakmamızı sağlıyor. Bir aylık süreçte dijital yayımladığımız 1989 gazetesine 700’e yakın abonemiz oldu.
Bu süreç içerisinde seyirciden değil ama hükümet tarafından ya da belediye tarafından büyük bir destek bulacağımıza dair inancımız yok. Büyük zincir firmalar bu durumdan avantajlı çıkabileceğini düşünüyorum. Deloitte'nin yaptığı bir araştırmaya göre, en çok etkilenen sektörün kültür-sanat olduğu görünüyor, sinema sektöründe en çok etkilenen kısım da sinema salonu işletmeciliği. Bizim gibi küçük ve tekil işletmelerin belki de bir kez daha, tıpkı AVM’lerin ve büyük marketlerin karısında yenilen bakkallar gibi, bağımsız sinema salonlarının zor çıkacağını hatta çıkamayacağını öngörüyorum. Açıkçası bu salgının Türkiye açısından kolay atlatılacağını ya da iyi yönetildiğini düşünmüyorum. Bu sürecin uzayabileceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Ama global olarak sinema altı ay ya da bir yıllık bir kaybın, geri dönüp başlandığında, telafi edilebileceğini düşünüyorum.
*1989’a +905336027592 nolu whatsapp hattı üzerinden ya da [email protected] mail adresi aracılığıyla abone olabilirsiniz.
YÖNETMEN KIVANÇ SEZER: Bizim sektör sinemadan diziye ve reklama kadar geniş bir sektördür. Ben üçüncü filmimi yazma sürecindeydim, konsantre olabildiğim derecede yazıyorum. Şu salgın sürecinde ben kendimi şanslı sayıyorum. Son filmim İyi Şeyler’in önemli festival sürecini geride bıraktık, vizyona girdik ve ondan sonra salgın başladı Türkiye’de. Dolayısıyla ben en şanslı taraflardan biriyim ama setlerde çalışan çok arkadaşım, sesçisi olsun, yardımcı yönetmeni, yapım grubu, kamera grubu olsun yalnızca çalıştıkları sürece para kazanabiliyorlar. Onlar bir bekleme aşamasında, ne zaman tekrar çalışmaya başlayacağını bilemiyorlar ve birçok sektörde olduğu gibi belli zorluklar yaşıyorlar. Setleri durdurulduğu için salgın riski en azından Sinema Televizyon Sendikası ve diğer sendikaların duyurmasıyla bertaraf edildi. Ama bunun ekonomik boyutu emekçiler için zorlu olacak. Kısa çalışma ödenekleri var ama geçinmek çok küçük rakamlar. Sektörden arkadaşlarla sık sık konuşuyoruz, tanıdığım herkes bir şekilde kozasına çekilmiş durumda. Özellikle işçileri, emekçileri ve zaten işsiz olan insanları çok zor yıllar bekliyor, sinema sektörü de bunun dışında değil.
Cannes Film Festivali'nin iptal olduğu ve ne zaman yapılacağının belirsiz olduğu bir süreçten bahsediyoruz. Bu demektir ki dünyadaki tüm sinema sektörü ve bileşenleri bundan etkilenecek. Sorunun temelinde bağımsız sinemaların yok denecek kadar az olması yatıyor. İnsanların buraya gitmemeleri, AVM’lerde film izlemesi yatıyor. Bu da kent hakkına kadar etkili olan bir süreç. Tekrar yaşam normale döndüğünde bu nasıl bir normale dönüş olacak, aşamalı bir normale dönüş mü olacak yoksa yeni bir normale mi geçeceğiz, daha sert koşullar mı bizi bekliyor bilemiyoruz. Bizim normalimiz de zaten tam normal değildi. Bu normal olmayan bir normalin biraz daha normal olan bir normale dönüp dönmeyeceği her şeyi belirleyecek. İnsanların ilk önce kendi hayatlarını, garantiye alması gerekiyor ki tüm sistemi beslesin, Maslow’un piramidi gibi, sinema, tiyatro, operaya gitmek gibi diğer ihtiyaçlarına geçebilsinler. Umarım bağımsız sinemaların birer birer kapandığını görmeyiz. Çünkü bu tür yerler bizler açısından çok önemli. Rexx ve Atlas’ın umarım tekrar açılması söz konusu olur ve umarım Beyoğlu gibi sinemalar devam eder. Şu anda ne söylesem falcılık gibi olacak çünkü günden güne rakam takip eden insanlar olduk.
Buna karşı yapılabilecek tek şey var, sendikaların güçlenmesi. İnsanların sendikalı olup topluca haklarını aramaları. Bunun dışında dünya tarihinde bir yol yok. Ama zaten bu tür kurumlar zayıf olduğu, insanlar bunlara inanmadığı için kaynaklanıyor mevcut durumlar. Bizde krizi fırsata çevirmeye çalışanlar çok olmuştur, onlara karşı sendikaların başı çekeceği bir süreç olması lazım. Sendika kim? Sen, ben, sektörde çalışan insanlar. Biz bunun içinde olduğumuz sürece, dernekler ve odalar da var, onlarla birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Birçok arkadaşım sendikaları eleştirir ve eleştirdikleri için sendikalı olmazlar. Onlar sendikalı olmadığı için de sendika büyümez ve büyümediği için güçlü olamaz, güçlü olmadığı için tekrar eleştirirler. Böyle bir kısır döngü var. Umarım sendikaların güçleneceği bir yol açılabilir.
YÖNETMEN SONER CANER: Bu gibi durumlardan meslek gereği en çok etkilenen insanlarız yazıp çizenler olarak. Ama biz zaten çok uzun süredir böyle yaşayan insanlarız. Beni sürece dair rahatsız eden şey insanların hâlâ çalışmak zorunda olması. Yaşamını günlük kazananlar var, inşaatta çalışanlar, ustalar işe gidiyor her gün, görüyorum. İstanbul’da muhtemelen bir milyona yakın işçi çalışmak zorunda kalıyor. Hâlâ evine ekmek götüren ve bunun için çalışmak zorunda olanlar var. Evde kalayım pasta yapayım, ekmek yapayım diyemem. Bu romantik bakıştan rahatsız oluyorum. Bu işi romantize etmenin âlemi yok. İnsanlar çalışmak zorundayken ben film çekemiyorum diye şikâyet edemem. Süreç anladığım kadarıyla yakın bir tarihte bitmeyecek. Bu sürecin kendisinden çok sonrası beni kaygılandırıyor. İnsanlar yine işsiz kalacak.
Benim film teslim tarihim bu yılın sonundaydı. Süreci yaşarken korona süreci başladı yoksa ben şu anda mekân ve dekor için sette olacaktım, kast süreci bitmişti. Ağustos sonu Eylül başı gibi set düşünüyoruz ama bu kesin bir tarih değil. Bakanlık bizle iletişime geçmedi, bir bilgilendirme olmadı. Eylül’de sete girmemiz zorlaşırsa erteleme talebi yapacağım ama süreç nasıl ilerleyecek öngöremiyorum. Bizim dışımızda tiyatrolar var mesela, son dönemde gelişen bağımsız tiyatrolar vardı, onları durumunu çok merak ediyorum. Bizim dışımızda da çok sektör acı çekiyor.
Yaşamadan göremeyeceğiz ama çok büyük bütçeli filmler çekilecek mi, salonlara talep olacak mı bilmiyorum. Koronanın hayatımıza getirdiği ve götürdüğü şeyler olacaktır. Korona süreciyle ilgili filmler olacaktır. Ben insanların dijitale kayacağını düşünüyorum. Dijital mecra içerisinde bir dönüşüm olacaktır. Bağımsız film bütçeleri zaten çok azken daha da azalacağını düşünüyorum. Ben dijitale çok olumlu bakmıyorum, orada da bir tekelleşme durumu var. Bir tekele karşı çıkarken insanların başka bir tekele kayacağını düşünüyorum. Bu platformlar bugün bağımsız sinemanın yanında görünseler de bir tekelleşme meselesi var. Bu zaten başlamıştı ama şimdi son derece hızlandı, daha da hızlanacaktı. Korona sürecinde Rexx ve Atlas sinemaları kapandı. Diğer salonlar direnir bilemiyorum, büyük salonlar da değişecektir.
Salgınla birlikte toplumlar değişecek. Büyük olayların olduğu tarihlerdeki insan hareketleri referanstır. Vietnam Savaşı olsun İkinci Dünya Savaşı olsun, büyük olaylar sonrasında toplumların dönüştüğü nokta referanstır. Bu güne kadar biz doğayı yenmeye çalışıyorduk, bu da doğanın bize karşı savaşı. Bu süreçte de insanlar değişecektir, bu sinemaya yansıyacak, üretim şekilleri değişecek çünkü karakterlerimiz değişecek. Sürecin sonunda iyileşme dönemi başlayacak, bence sinemanın da iyileşme konusunda büyük bir katkısı olur. Çünkü uzun süreli toplumsal bir tedaviye ihtiyacımız olacak. Bir de, bu dönemde daha çok evde vakit geçireceğiz ve bu süreçte çocuğa ve kadına şiddet olayları beni endişelendiriyor. Bunlara karşı önlem alınmalı, yoksa film her koşulda, her şartta çekilir diye düşünüyorum.
YAPIMCI İPEK ERDEN: Korona virüsünün hayatımıza girişi tabii ki dizi ve sinema sektörlerini de etkiledi. Bütün bu film ve dizilerde ekranda sadece oyuncuları görüyoruz, oysa çekim sırasında kameranın arkasında kocaman bir ekip canla başla çalışıyor. Bu sektörün en önemli unsuru her kademedeki insan ve elbette ki insan hayatı her şeyden önemli. Tabii böyle büyük bir ekibin iç içe çalışması sosyal mesafe kavramının tam tersi bir koşturmaca. Bu nedenle çoğu proje daha ilk vakalar görülmeye başladığı sırada çekimleri durdurma kararı aldı. Kalan çekimlerin çoğu da işin ciddileşip salgının yaygınlaşmasıyla beraber hem de sendikaların, derneklerin ve meslek birliklerinin de ortak çağrısıyla bu karara katıldı.
Tabii özellikle film yapma süreci sadece çekimden oluşmuyor, daha sadece bir fikirden başlayarak izleyiciyle buluşmaya kadar uzanan bir yolculuktan söz ediyoruz. Ve salgın bu yolculuğun her parçasını farklı bir şekilde ya etkiledi ya da tamamen durdurdu. Zaten dışarı çıkamadığımız gibi sinema salonları da şu anda kapalı, bitmiş filmler de şu anda vizyona giremiyor. Ve sosyal mesafe kavramının beklenenden belki çok daha uzun süre sinema salonlarını etkileyeceği düşünülebilir.
Film festivallerinin durumu da belirsiz, Saraybosna Film Festivali gibi devam diyenler olsa da en önde gelen festivallerde Cannes henüz belirlenmeyen bir tarihe ertelendi; Karlovy Vary ve Locarno gibi diğer büyük festivaller de henüz kararlarını açıklamadı. Bu durum sadece tamamlanmış filmleri değil, bu festivallerle beraber yürütülen platformlarını ve ortak yapım marketlerini geliştirme sürecinin bir parçası olarak planlayan yeni film projelerinin yolculuğunu da sekteye uğratıyor. Mesela bu sene İKSV İstanbul Film Festivali’ni ertelemesine rağmen Köprüde Buluşmalar’ı online olarak gerçekleştirmeyi seçti fakat bundan sonraki diğer platformlar ise çoğunlukla yine ertelendi.
Yapımcı olarak da şimdiye kadar çizdiğimiz yol haritalarını gözden geçirip yeniden yapılandırmaya itti doğal olarak. Tabii sadece durmak olarak bakmamak gerek, bir yandan hem film ve dizi yapmanın, hem de festival organizasyonları için yeni yaratıcı yöntemleri de ortaya çıkaracağını düşünüyorum.
SE-YAP (Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği) YÖNETİM KURULU BAŞKANI SEVİL DEMİRCİ: Bizim yaşadığımız sorunlar uzun vadeli sorunlar. Bugün asıl sorun yaşayan arkadaşlarımız teknik ekipteki arkadaşlarımız, birebir sette olanlar, görüntü yönetmenleri, yardımcı yönetmenler. Şu anda yaşadığımız süreçte neler yaşanacak, neler yapabilir diye bir çalışma yapıyoruz. Ama bu çalışmalar, aldıkları destekler, film çekimleri nasıl yapılacak, erteleme almaları gerekiyor, bunlar gibi çok teknik sorunlar üzerine. Şu anda diğer arkadaşlarımızın çok yaşamsal problemleri var. Dönemsel çalışmaları nedeniyle bir çoğunun işten çıkartılma, paralarını alamama durumu var. Biz daha yapımcı tarafıyız ve bu nedenle yaşadığımız sorunlar çok farklı, o nedenle söyleyeceğim her şey çok önemsiz kalacak. Çok daha yakıcı sorunlar var.
Biz Kültür Bakanlığı’na da bir yazı gönderdik, acil olarak ne yapılması gerektiğiyle ilgili. Önümüzdeki dönemde yapımcı ve yönetmen üyelerimizin ileriki dönemde yaşayacakları problemlerle ilgili. Destek alan çok sayıda yapımcı, yönetmen var. Filmler vizyona giremeyecek, şu anda yaşadığımız çok önemli bir şey var, festivaller iptal edildi. Birçok yönetmenin, yapımcının filmi hazır, vizyona girmesi gerekirken giremeyecek. Ama kamera arkası ve önünde çalışan, bu sektörün omurgasını oluşturan insanların çok ciddi sorunları var, bunlara yoğunlaşmak gerekiyor.
Biz SE-YAP olarak bakanlıkla konuşuyoruz, proje sahiplerinin ne yapmasına dair, bakanlık muhtemelen erteleme verecektir, vermek zorundalar zaten. Bazı yönetmen ya da yapımcıların şöyle bir sorunu var, filmini çekmiş, festival sürecini ve vizyon sürecini bekliyor. Ama 2020’de hiçbir festival mümkün değil, vizyon da mümkün değil. Sinemalar kapalı zaten. Ama bunları çözebileceğimizi düşünüyoruz, bunlar çözülebilir şeyler. Aslında birazcık şefkate ihtiyaç var, bakanlık tarafından proje sahiplerine karşı. Bu çözülebilir. Ama çok elzem başka problemler var şu anda. İşsizlik oluşacak. Düşünsenize, televizyon sektöründe çok büyük bir problem olacak. Bir aydır çekimler durdu, Mayıs ve Haziran’da ne olacağı belli değil. Yaz dönemi başlanabilecek mi bilinmiyor.
Teknik ekipler çok yüksek paralarla çalışmıyor. Altı ay çalışıyor, altı ay çalışmıyorlar, belli bir birikimi olan insanlar değiller. Bu sektörün ciddi bir problemi. Sigortasızlık başka bir problem. Bu insanlar mesela işsizlik sigortasından yararlanabilecek mi? Sinema sektöründeki istihdam yapısı ağırlıklı olarak proje bazlı, yani freelance. Bu sebeple çalışanların büyük bir bölümü kısa vadeli çalışma ödeneğinden şu anda faydalanamıyor. Biz de bakanlığa yaptığımız öneride, yapım şirketlerinde son üç ayda en az bir ay çalışmış olanların da bu kapsama alınarak en son çalıştıkları işyeri üzerinden üç aylık kısa vadeli çalışma ödeneğinden faydalanabilmelerinin sağlanmasına dair talebimizi ilettik. Bu konuda sendikadaki arkadaşlarımız, sanat yönetmenleri, görüntü yönetmenleri çok ciddi çalışıyorlar. Çalışmalarına tanık oldum bu süreçte. Çok uğraşıyorlar, umarım başarılı olurlar.