Enis Rıza Sakızlı: Yeni bir tarih yazılıyor

Genç Sinema Hareketi ve Belgesel Sinemacılar Birliği’nin aktif kurucuları arasında yer alan ve çok sayıda belgesel filme imza atan Enis Rıza Sakızlı ile "Anadolu’nun Kadim Hikâyesi” belgesel filmi üzerine konuştuk. Sakızlı, "Anadolu’nun neolitik konusunda bir çıkış coğrafyası olduğu, özellikle Avrupa neolitiğinin kaynağını, deyim yerindeyse çekirdeğini oluşturduğuna dair bilgiler çok zayıftı. Biz bu süreci bir tür tanımlama, belgeleme üzerine yola çıktık" dedi.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR- Bundan 20-30 yıl önce Türkiye’de neolitik yerleşimlerin yalnızca bazı bölgelerde toplandığı düşünülüyordu. Ancak neolitiğe dair bildiğimiz birçok şey geride kaldı. Son kazıların bize sunduğu bilgiler ışığında şimdi neredeyse sürekli yeni bir şeyler söylemek mümkün.

“Taşlar Yerinden Oynuyor” projesi kapsamında gerçekleştirilen “Anadolu’nun Kadim Hikâyesi” belgesel filmi, Anadolu’nun MÖ. 13 binden, 5 bine ilerleyen tarihinin izini sürerken, bilim insanlarının açığa çıkardıkları bilgi-bulgularla, toplumun kesimleri arasında bir köprü oluşturmaya çalışıyor. 5 ay içerisinde 35 bin km yol yapan ekip, filmin yapımı için 39 Neolitik kazı alanı, 27 müze ve laboratuarda çekimler gerçekleştirdi. Farklı disiplinlerden 47 bilim insanı ve yerel halktan 23 kişi ile sözlü tarih ve söyleşi çekimi yapıldı. Yönetmenliğini Enis Rıza, yapım yönetmenliğini Nalân Sakızlı’nın üstlendiği filmin özgün besteleri ise Sinan Sakızlı’ya ait.

Avrupa’nın Neolitik Köprüsü: Anadolu “Taşlar Yerinden Oynuyor” projesi, AB - Türkiye Kültürlerarası Diyalog Programı tarafından destekleniyor. Proje, İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA), Ankara İnsan, Mekan, Enerji ve Çevre Derneği (İMEÇE), İstanbul Babil Toplum Kültür Sanat Çalışmaları ve Belgesel Sinema Derneği ortaklığında yürütülüyor.

Genç Sinema Hareketi ve Belgesel Sinemacılar Birliği’nin aktif kurucuları arasında yer alan ve çok sayıda belgesel filme imza atan Enis Rıza Sakızlı ile "Anadolu’nun Kadim Hikâyesi” belgesel filmi üzerine konuştuk.

.

‘GEÇMİŞE YAYILAN BİR ARAŞTIRMA SÜRECİMİZ VAR’

Öncelikle bu çalışma için nasıl bir fikirden yola çıktınız?

Anadolu kültürü meselesi tüm belgeselciler ve bizim için de bir çıkış noktası aslında. Uygarlıklardan, toplumsal tarihe, ritüellerden inançlara, göçlerden insan hikâyelerine zamanın hikâyesi.

Bizim, ekip olarak 90’lardan önce başlayan bir Anadolu Arkeolojisi Tarihi meselemiz vardı. Bu konuda çok sayıda araştırma, okuma yaptık, söyleşiler çektik. Yani bir yandan sürdürdüğümüz bir çalışmaydı ancak bir türlü belgesele, projeye dönüştürecek imkân bulamamıştık.

Fakat bizi esas harekete geçiren Marmaray Kazıları sırasında Yenikapı’da ortaya çıkan bulgular oldu. Çok değişik, tarihsel katmanların yanı sıra neolitiğe ait epeyce ipucu çıktı. Hatta bunların içinde; dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ayak izleri ve urneler var. Yenikapı kazıları sonrasında neolitik döneme dair duyduğumuz ilgiyle beraber okuma ve öğrenme serüvenimiz yeniden yoğunlaştı. Dolayısıyla geçmişe köklenen bir araştırma sürecimizden söz edebiliriz.

‘KAZILARIN TAMAMINI VE MÜZELERDEKİ BULUNTULARI ÇEKTİK’

Nasıl bir ön çalışma yaptınız? Neolitik merkezlerin seçimini hangi kriterlere göre belirlediniz?

Öncelikle Türkiye’deki Neolitik kazıların envanterini ve kronolojisini oluşturma sürecini yaşadık. Yanı sıra kazı raporlarını okuduk. Çok ciddi kaynak taraması yaptığımızı söylememe gerek var mı bilmiyorum. Ve elbette Mehmet Özdoğan gibi bir danışmanımızın ve diğer danışmanlarımızın varlığını da… Doğal olarak her kazı başkanı ve diğer disiplinlerden arkadaşlarımız da konularının danışmanı olarak çalışmamızda yer aldılar.

Neolitik deyince, yeni araştırma süreciyle beraber bunun toplumsal olarak da kavranması ve bilgisinin yaygınlaşması gerektiğine dair de heyecanımız arttı. Çünkü Anadolu Neolitiği araştırmaları tarihin kısa bir geçmişi ile birlikte çok büyülü, bugüne dair işaretleri olan bir öykü. Dolayısıyla sözlü tarih çekimleriyle kazılarda çekim yaparken kazıyı yapan arkeologlarla son bilgilere ulaşma doğrultusunda da bir eğilim oldu.

Neolitik merkezlerin seçimi konusunda ise hiçbir alanı dışında bırakmak istemedik. Bu yıl bütçe dolayısıyla kimi kazılar çok geç başladı, kimi kazılar yapılamadı. Ama biz geç başlayan ya da yapılamayan hatta kapanmış kazılar da dahil olmak üzere hepsine gittik. Şu an Anadolu’da esas olarak dört ana bölgede kazılar gerçekleşiyor. Bunlar; Mezopotamya, Orta Anadolu, Akdeniz-Ege ve bir de Marmara-İstanbul ve Trakya. Dolayısıyla bütün bu bölgelerde kazıların neredeyse tamamına ve müzelerdeki buluntularına ulaşmaya çalıştık.

‘GÖZÜN GÖRMEDİĞİNİ GÖRÜYORLAR’

Peki, çekimlere neolitikle başlamanızın nedeni nedir?

Son 15-20 yıl öncesine kadar Anadolu’nun neolitik konusunda bir çıkış coğrafyası olduğu, özellikle Avrupa neolitiğinin kaynağını, deyim yerindeyse çekirdeğini oluşturduğuna dair bilgiler çok zayıftı. Ya da uluslararası düzeyde kabul edilmiyordu. Bu konuda sadece Batılı bilim insanları değil, Türkiye’deki bilim insanları da biraz tereddütlü yaklaştı. Dolayısıyla biz bu süreci bir tür tanımlama, belgeleme üzerine yola çıktık. Anadolu’da neolitik coğrafya açısından ulaşılması gereken daha fazla bilgi var ve toprak altında duruyor. Anadolu toprakları onu hala ‘sır’ olarak saklıyor. Bir kere bunu ciddi olarak fark etmiş bulunuyoruz.

Tabii bizi neolitik konusuna iten nedenlerden birisi de çok özel bir durum. Neolitikçilere kendi aralarındaki dayanışmalar, interdisipliner ilişkiler açısından baktığınızda bambaşka bir arkeolog grubuyla karşılaşıyorsunuz. Her şeyden öte İskender Heykeli veya saray değil, kerpiç bir duvarı buluyorlar! Yaptıkları gerçek anlamıyla iğneyle kuyu kazmak. Gözün görmediğini görüyorlar. Hayal gücüyle, sabırla, çalışma yöntemleriyle başka türlü insanlar. Onlarla birlikte kurulan hayaller bambaşka bir dünyaya götürüyor sizi...

Çayönü’nden, Çatalhöyük’ten Aşağıpınar’a ve diğer alanlara kadar çok ciddi yapılar ortaya çıkıyor. Özellikle de Urfa ve çevresi bu konuda heyecan verici. Anlattığımız dünya, sınır kavramının, savaşın olmadığı, eşitlikçi bir dünya… Kendilerini hayvanlar aleminin bir parçası olarak görmüşler ve doğayla ekolojik, farklı bir ilişki kurmuşlar. Böyle bir dünyanın hikâyesi… Ve bu dünyanın hikâyesini çok içselleştirerek kavradık. Tüm bunlara dair öngörülerimiz de neolitiğe yaklaştırdı diyebilirim.

‘BU BÜTÜNSELLİKTE İLK VE TEK YAPIM’

Neolitik dönemi anlatan çok sayıda yayın var. Bu anlamda sizin diğerlerinden farkınız nedir?

Evet, çok sayıda basılı yayın var ama doğru dürüst yapılan işlerin tamamı akademik. Mesela Sevinç Baloğlu’nun filmi var… Henüz izlememiş olmakla birlikte daha spesifik bir alanda yürüdüğünü düşünüyorum. Ama bizim gerçekleştirdiğimiz belgesel, 2020 yılına kadar var olan bütün bilgileri, alanları, Anadolu Neolitik tarihini bir bütün olarak ele alıyor. Ne yazık ki bu bütünsellikte şimdilik ilk ve tek yapım. Ne ki insan, kamuoyunun aydınlatılması amacıyla sayısız yapımın gerçekleştirilmesini diliyor.

‘BULAMADIĞIMIZ CEVAPLAR, HERKESİN PEŞİNDE OLDUĞU CEVAPLARDI’

Bu belgesel için yola çıkarken meseleye yayılım açısından mı baktınız? Yoksa paket bir kültür olarak mı düşündünüz? Sizin yaklaşımınız neydi?

Bizim araştırma ekibi olarak neolitiğin ilk başlangıcından bugüne karşılaştırmasını yapmak gibi bir yaklaşımımız vardı. Nitekim film, o yaklaşım üzerinden gerçekleşti. Elbette ilk merakımız son verilerden hareketle neolitiğin ve neolitik insanın Doğu’dan Batı’ya ve diğer yönlere yolculuğuydu. Ama az önce dile getirdiğim soruların cevaplarını bulamadan ve anlamadan bu serüveni çözümlemek de mümkün değil…

Tabii Neolitik dönemde insan göçü ve fiziki göç de var. Ama ondan önce kültürel bir yayılım da... Örneğin obsidyenin yolculuğu, tekerleğin icat edilmediği o geniş coğrafyada, insanı hayrete düşürüyor. Bazı çanak türlerinden mimariye kadar sayısız veri bu yayılımın izleri olarak karşımıza çıkıyor.

Belgesel çekimleri sırasında, neolitiği kavramanın, başka bir dünyanın da mümkünlüğüne dair yarattığı duyguyu da yaşadık. Dolayısıyla yayılımdan, neolitiğin insanlar üzerinde çağrıştırdıklarına ve izleyen uygarlıklara ulaşan yapısına kadar birçok şeyi bir bütün olarak anlatmaya çalıştık. Adım adım her kazı yerinde yeni cevaplarla karşılaşıp yeni sorular sorduk. Her sorduğumuz soru, yeni sorulara yol açtı. Birtakım cevapları bulduk ya da bulamadık. Ama bulamadığımız cevaplar herkesin peşinde olduğu cevaplardı…

‘UYGARLIĞIN SIRRI ANADOLU’DA’

Kazıların bu kadar çoğalması akademik kirlenmeyi de beraberinde getiriyor. Akademik dünyada neolitiğe bakış nasıl? “Her üniversitenin kendi neolitiği var” diyebilir miyiz? Yaptığınız röportajlar sırasında siz neler hissettiniz?

Başta da söylediğim gibi neolitikçiler diğer arkeologlara göre daha farklı. Disiplinleri, düşünme biçimleri, beklentileri, çalışma yöntemleri, heyecanları… Bunun dışında çok ciddi biçimde interdisipliner alanlarla birlikte çalışıyorlar. Kemiklerden tutun, bitkilere kadar her şeyden sonuç elde ediliyor. Çok yoğunlaşmak isteyen, çok somut bilgilere dayanmaya çalışan, aynı zamanda da ciddi anlamda hayal gücüne de ihtiyaç duyulan bir alan.

Bu anlamda akademik kirlilikten ne kadar söz edilebilir bilemiyorum. Herkes kendi alanının bulgularıyla, başka alanlardaki bulguları olabildiği kadar karşılaştırarak, kendi tezini oluşturuyor. Bu tezler birçok noktada da çakışıyor. Zaten tezlerin çoğunda ortaklaşan konular var. İnce çizgiler hâlinde farklı bakış açıları, farklı görüşler de var. Özellikle Avrupa'ya hatta Asya’ya, Orta Doğu’ya yayılım konusunda yaklaşım farklıkları var. Tabii filmde olabildiği kadar bu görüşler de yer alıyor.

Belki bu sorunuzu, Çayönü Kazı Başkanı Aslı Özdoğan’ın bir cümlesiyle daha iyi yanıtlayabilirim. Özdoğan, çekimler sırasında, "Ben 30 yıl önce burada, neolitikte anıtsal mimari olduğunu söyleseydim üstümü çizerlerdi’ dedi. Çünkü son yıllarda bulgular o kadar çok zenginleşmiş ki… Dolayısıyla böyle bir ortamda, böyle bir hareketlilik içinde özellikle prehistoryacıların farklı görüşlerde olması, gitgide netleşen sonuçlar üzerinden yeni tezler tartışmaları çok doğal. Altını çizerek ifade edeyim… Yeni bir tarih yazılıyor. Yazının, yazılı belgenin olmadığı zamanların ortaya çıkmakta olan bilgisi elbette tartışmayı, farklı tezleri hak ediyor.

Peki, size göre Anadolu’da neolitik neden bu kadar hareketli?

Bu hareketliliğin bir nedeni esasında neolitik yayılımın kaynağının Anadolu olması. Geçmişte böyle bir kabul yokken şimdi Anadolu dediğimizde Anadolu’nun bütününü olduğu kadar Mezopotamya’yı da kastediyoruz. Dolayısıyla dünyanın farklı coğrafyalarına yayılımın bu coğrafyadan yola çıktığı artık kabul görüyor. Bu durum Anadolu’daki kazıları da daha hareketli hâle getiriyor. Çünkü uygarlığın sırrı orada…

.

‘OBSİDYEN ALIŞVERİŞİ İNANILMAZ BİR GÖSTERGE’

Türkiye’de Neolitik dönem 20-30 yıl öncesinde Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaygın olarak bilinirdi. Arkeologlar için Neolitik dönemin batıya kayması ise oldukça yeni bir durum. Sizin buna dair izlenimleriniz neler?

Evet, 30 yıl önceki haliyle kalsaydı sadece “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Neolitik var” diye düşünecektik. Neredeyse Mezopotamya’dan başlayıp Avrupa’ya, Asya’ya doğru bir yayılım adım adım gerçekleşiyor. Yani hem fiziki göçle hem de aynı zamanda kültürel yayılmayla oluşan bir süreç. Bütün bunların bulguları son yıllarda ortaya çıkmaya başladı.

Aslında Anadolu’yu bütün olarak önemli hâle getiren ve yayılımın dinamiklerini oluşturan unsurlardan biri de buğdayın evcilleştirilmesi. Tabii bunun yanında domuzun, keçinin, koyunun, köpeğin evcilleştirilmesi de önemli. İnsanlar en bereketli, en verimli coğrafyada yerleşik hayata geçmişler. Oradan başlamış her şey. Şaşırtıcı olan da tekerleğin bulunmadığı bir dönemde yüzlerce hatta binlerce yıl süren obsidyen alışverişinin yapılıyor olması. Obsidyen alışverişi inanılmaz bir gösterge. Obsidyeni taşıyan avcı-toplayıcı gruplarla bir yerden bir yere bilginin de aktarıldığı bütünsel bir dünyadan bahsediyoruz. Zaman içinde neolitik hayatın diğer coğrafyalara, özellikle Avrupa’ya yayılması da bu bütünsellik içinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda, coğrafyanın kolaylaştırıcılığını da unutmamalı.

‘BEKLEMEDİĞİMİZ BİR SONUÇ ALDIK’

Son olarak belgesele başlarken sizin kafanızda oluşturduğunuz kurgu ile işin bitiminde ortaya çıkan örtüştü mü? Yoksa sizi başka dünyalara mı götürdü?

Yola çıkarken kurduğumuz hayallere çok aykırı bir şeyle karşılaşmadık aslında. Ancak o dünya tahayyülünü çok somut olarak bilim insanlarının kişiliğinde ve aktarımında görmek heyecan verici oldu. O bilgi, varsayım ya da öngörünün somut haliyle karşılaşmak da ayrıca çok etkileyici. Yine de beklemediğimiz, bizim için olduğu kadar herkes için cevaplanması gereken sorulardan birisi yerleşimlerin terk edilme nedenleri… Ama asıl, gördüklerimizin ve keşfettiklerimizin ötesinde ve bu bağlamda yeniden onların kendi dünyalarını nasıl tanımladıkları meselesi daha da büyük bir soru… Örneğin çocuk, aile gibi kavramlar.

Tabii böyle olunca yolun başındaki duygularımızla, yolun sonundaki duygularımızın geçişini tarif etmek biraz zor. Alana gidince bambaşka bir algı oluşuyor, beklenmedik rastlantılar da cabası. Bambaşka bir zamanın, iklimin ve hayatın hayallerine kapılmamanız mümkün değil. Bizim bugün telaffuz etme ihtiyacını duyduğumuz, kavram ve cümlelerle ifade etmekte zorlandığımız bir yaşam kültürü hikayesi anlatmaya çalıştığımız.

Sonuç olarak başlangıçta tekdüze bir çekim olmasından endişe etmiştik. Ama çok sorular üreten, başta sahip olmadığımız sorulara sahip olduğumuz, çoklu bir bakış açısı oluştu. Dolayısıyla bizim beklemediğimiz bir sonuç aldık. Üstelik farklı bir dünyanın mümkünlüğüne dair aldığımız ilhamı da eklemeliyim.