Zamanın ruhunu yakalayan film: Kovan
Belgesel yapımlarıyla tanınan yönetmen Eylem Kaftan’ın ilk uzun metraj filmi ‘Kovan’ 25 Eylül’de, pandemi koşulları altında seyirciyle buluşacak. İnsanın, doğanın dengesini bozmasının ölümcül sonuçlar doğuracağının ortaya çıktığı pandemi döneminde vizyona girecek olan film, güçlü anlatısıyla doğayla kurulan ilişkiye dair insanı sorgulamaya itiyor.
ANKARA- Ulusal ve uluslararası birçok film festivalinde gösterilen ve büyük beğeni toplayan Kovan filmi pandemi döneminde, 25 Eylül tarihinde sinema severlerle buluşacak. Yirmi yılı aşkın süredir belgesel yapımlarıyla önemli başarılar elde eden Eylem Kaftan’ın yönetmenliğini yaptığı, senaryosunu kaleme aldığı ilk uzun metraj filmi Kovan’ın merkezindeki Ayşe karakterine Meryem Uzerli hayat veriyor.
Artvin Borçka’ya bağlı Macael’de çekilen Kovan, tehdit altında olan doğal kaynakların modern insana direnişini çarpıcı bir şekilde anlatıyor. İnsanın doğanın dengesini bozmasının ölümcül sonuçlar doğuracağının ortaya çıktığı pandemi döneminde vizyona giren film bu anlamda yönetmen Eylem Kaftan’ın da ifade ettiği gibi “zamanın ruhunu yakalayan” ve insanı doğayla kurduğu ilişkiye dair sorgulamaya iten bir yapım.
31’inci Ankara Uluslararası Film Festivali’nde seyirciyle buluşan ve salondakilerin beğenisini yarattığı etkiyle çeken Kovan’ın yönetmeni Eylem Kaftan’la konuştuk. Kovan’ın ortaya çıkış serüveninden doğa- insan ilişkisine, Meryem Uzerli’nin canlandırdığı Ayşe karakterinin korkularından pandemi sürecine kadar Kaftan’ın sorularımıza yanıtları şu şekilde oldu:
‘DOĞAYLA UĞRAŞMAK ŞEHİRLİ KİMLİK EDİNMİŞ İNSANLAR İÇİN KOLAY DEĞİL’
Sizi belgesellerinizle birçoğumuz yakından tanıyoruz. Kovan ise ilk uzun metraj filminiz. Kovan’ın ortaya çıkış serüveni nasıl gelişti?
20 yıldan fazla süredir belgesel yapıyorum. TRT Belgesel için bir program dizisi yapıyorduk. Bunun adı ‘Bir Çiftlik’ti, üzerinden beş yıl geçmesine rağmen hala yayınlanıyor. Bu programda Türkiye’nin belli bölgelerinde şehirden doğaya göçmüş, genellikle beyaz yakalı memur doktor gibi insanların büyük şehir hayatlarından yorgun düşmelerini, kendilerini bitmeyen bir çabanın içerisinde anlamsız hissetmeleri sonucunda doğaya göçmelerini anlatıyorduk. Çoğu insanın bir çiftliğim olsa, domates yetiştirsem, zeytinlerim olsa gibi hayalleri vardır. Bu hayallerini gerçekleştirmiş insanların çiftliklerini ziyarete gittik. Bu onların beklediklerinden ve hayal ettiklerinden çok daha zordu, programda bunu gördük. Çünkü doğayla uğraşmak tarım yapmak o kadar kolay değil. Özellikle çok şehirli bir kimlik edinmiş insanlar için kolay değil. Orada doğmuş büyümüş insanların yaşamla kurdukları ilişki çok daha farklı olduğu için ironik, trajikomik çatışmalar da yaşıyorlardı.
ARICI BİR KADININ ARILIĞINA DADANAN AYIYLA KARŞILAŞMASI
Bu program dizisinde beni en etkileyen Kuzeydoğu Anadolu bölgesinde Ardahan’da tanıştığım bir arıcı kadındı. Orası yaban hayatının çok zengin olduğu, iklim çeşitliliğinin fazla olduğu bir yerdi. Doğu Karadeniz’in birçok yerinde Karadeniz insanının sürekli olarak ayılarla olan karşılaşmasına dair bir sürü hikâye dinledim. Biz İstanbullular, Ankaralılar ayı kelimesini duyduğumuz anda dehşete kapılmamıza rağmen onlar için çok doğaldı. Arıcılarla tanıştığımda arıcıların doğayla mücadele etmenin yanı sıra aynı zamanda arılıklarına dadanan vahşi hayvanlara karşı ne yapacaklarını bilememeleri, onlardan kendilerini korumak için çok çeşitli savunma yöntemleri geliştirmeleri çok ilgimi çekti. Arıcı bir kadının arılığına dadanan bir ayıyla karşılaşması meselesi beni hikâye olarak çok etkiledi. Çünkü güçlü kadın, mücadeleci kadın karakterlerini seviyorum. Buradaki ikilem çok hoşuma gidiyor. Modern insanın kendi zekasına güvenip her şeyi tasarlayacağına inanıp doğaya hükmedeceğine inanması ama doğanın ona çok güçlü ve sert cevaplar vermesi… O insanın kendi zekasının bir yandan kurbanı olması. Bu felsefi alt metin beni çok heyecanlandırdı. Hem güçlü bir çatışma hem de derin bir felsefi alt metin vardı. Hikâyeyi yazdım ve kurguladım, sonrasında Kovan’ın yolculuğu başladı. O yolculukta da hikâye insanları çok etkiledi ve destekçilerini yanına alarak kervan halinde ilerledi.
‘HARİKA BİR SENARYO AMA BUNU NASIL ÇEKECEKSİN?’
Filmi izleyenlerin aklına gelecek en önemli sorulardan birisi nasıl çekildiği olabilir. Artvin Borçka’nın zor coğrafyasının yanı sıra hikâyenin merkezinde arılar ve ayılar var. Film ilk yola çıktığında, ayı ve kadın arasında derin bağı nasıl yansıtacağınıza, zorlanabileceğinize dair çekinceleri işittiniz mi? Önyargıyla karşılaştınız mı?
Kesinlikle, bir sürü insan, “Harika bir senaryo ama bunu nasıl çekeceksin?”, “Ayıyı çekmen imkansız” dedi. Hayvanlarla çalışmak bir sinema filminde en zor şeylerden birisi. Bir de önümüzde Leonardo Dicaprio’nun başrolünde olduğu ‘The Revenant’ gibi bir örnek vardı. Önyargılarla karşılaştık ama negatif değildi. İnsanlar benim inanmışlığımı gördüler ve destek oldular. Bir de bilgisayar efektleri kullanacağımı düşündüler. Filmdekiler bilgisayar efektleri değil. Gerçek ayılarla ve arılarla çalıştık. Gerçek arılarla çalıştığımız için ve ne yapacakları her zaman belli olmadığı için defalarca sokulduk. Beni de oyuncuları da defalarca arı soktu. Geceleri ayıların habitatı olan bir yerde yaşadık.
‘MERYEM’LE GÖRÜŞMEYE ROLE UYGUN OLMADIĞINI SÖYLEMEK İÇİN GİTTİM’
Filmin başrol oyuncusu Meryem Uzerli’ye, Feyyaz Duman, Hakan Karsak ve Burcu Salihoğlu eşlik ediyor. Muhteşem Yüzyıl dizisindeki karakteri nedeniyle diye tahmin ediyorum, başrolde Uzerli’nin olması nedeniyle filmi izlemeye önyargılı gittim. Fakat filmin ardından performansı beni ve salondakileri olumlu anlamda oldukça şaşırttı. Filmin yönetmeni olarak sizi de şaşırttı mı?
Aynı önyargı bende çok yüksek bir şekilde vardı. Ben görüşmeye giderken Meryem’le, bu role çok uygun olmadığını söylemek için gittim. Ben sadece tanışacaktım. Fakat Meryem beni bu rolün onun için önemli olduğuna o kadar ikna etti ki. Arılardan korkuyor olmasının bu rolü hak etmesi için bir işaret olduğunu söyledi. Ben ilk konuşmada zor koşullar altında bir ay kalacağımızı söyledim. Bir yandan da arıdan korkuyorsun buna gerçekten hazır mısın dediğimde “Ben Almanya’da doğa okuluna gittim, doğada büyüdüm” dedi. Bizim onu medyadan gördüğümüz halinden, frapan giysiler içerisinde kadın imgesinden çok farklı. Sokakta gördüğünde gelip sarılan çok samimi, sıcak kanlı bir insan. “Bana baktığında Hürrem Sultan’ı görüyor musun” dedi. Ben de yoo dedim. “Kimse görmüyordu ama ben Hürrem Sultan oldum. Herkes bana inandı, Ayşe de benim için öyle. Gör ben de bambaşka bir karakter olacağım” dedi. Biz bir süre telefonla mesajlaştık. Ben tam daha emin değildim. O bana sürekli videolar gönderdi. Sürekli arılarla ve ayılarla ilgili rüyalar görüyordu. Bir yandan korkusu da var ve benimle samimi bir şekilde rüyalarını paylaşıyordu. Bu da alışık olduğumuz yönetmen oyuncu ilişkisi değil. Biz tanışır tanışmaz aramızda bağ oluştu. Benim yavaş yavaş ona olan önyargım yıkılmaya başladı. Sonrasında onun yeni imajını konuştuk ve Ayşe’yi beraberce adım adım oluşturmaya başladık. O sarışın frapan Meryem’den Artvin dağ köyünde yaşayan Gürcü kızı Ayşe’ye dönüştü gözlerimin önünde.
‘SAMİMİYET DE BİR GÜÇ’
Filmin ana kahramanı Ayşe, derin bir yabancılık hissiyle savrulması çok muhtemel, güçlü olduğu kadar da kırılgan bir karakter. Bu kadar güçlü bir karakterin ağzından çıkan, “yapamadım”, “beceremedim” sözlerini izleyen çok içine sindiremiyor. Ayşe sizce neyi doğru ya da yanlış yaptı?
Ayşe güçlü bir karakter mi bilmiyorum ama daha çok kendisini güçlü göstermeyi seven bir karakter. Güç, insanın hayatta başına gelmesini beklemediği zor durumlar karşısında baş edebilme yeteneğidir gibi geliyor bana. O zaman paramparça olup dağılmak yerine dimdik durabilmek ve ne yapılması gerekiyorsa yapmak. Ama aynı zamanda duygularının farkına varıp onlarla iletişime geçmek. Ben bunu da bir güç olarak görüyorum. O yüzden insanın kırılganlığını telaffuz etmesi, yapamadım- yapamıyorum demesi, bazen de düşüyor olmasını güçsüzlük olarak görmüyorum. Aksine samimiyet de bir güç ve karakterimi de öyle bir yerden kurdum. Zaaftan bahsetmenin çok büyük bir güç olduğunu düşünüyorum. Bunu inkâr edersen hiçbir şeyi aşamazsın. Ayşe karakteri de çok güçlü görünmeye çalışıp kendine bir zırh örüp ilerliyor fakat üst üste hatalar yaptıkça bir farkındalık ve bilinç geliştirmeye başlıyor. Bir kırılma noktasından sonra dönüşmeye başlıyor. Gerçek dönüşümün de kırılganlıkla başladığını düşünüyorum. Gerçek güç kırılganlığın gücüdür.
‘KÖKLENEBİLMEK ZAMAN ALAN BİR ŞEY’
Peki Ayşe karakteri yabancı olduğu o coğrafyada kökleşebildi mi?
Ayşe, Avrupai kapitalist sistem içerisinden büyük şehirli modern insan algısıyla Artvin’in köyüne geldiği için başta çok daha bireysel davranıyor. Her şeyi tek başına yapabileceğine inanarak kararları tek başına veriyor. Aslında kendisine ve zekasına çok fazla güveniyor. Film yaparken her şey yönetmene atfedilir ama gerçekten bir ekip işidir, en kolektif sanattır. Yönetmenin en büyük başarısı başka insanların da sahiplenmesini sağlayarak herkesin hakkını vererek yapmasıdır. Burada da öyle bir şey var. Ayşe başta kararları tek başına alıyor ama sonra anlıyor ki başkalarını da dinleyerek, erdemlerinden dersler çıkararak ancak oralı olabilir. Bir yerli olabilmek, köklenebilmek zaman alan bir şey ve çatışmalarla yürüyen bir süreç. Bu çatışmalar, travmalar aynı zamanda çok sağlıklıdır da. Çünkü travmalar insanın dönüştürme gücünü ortaya koyar ve insanın potansiyeli açığa çıkar. Yine yönetmenlikle ikisi arasında paralellik kuruyorum. Çok zor bir yolculuk ama sen bir şeyleri başardıkça çok güçlü hissediyorsun. Ayşe de güçlenerek gidiyor.
‘MAKAN YOLCULUKLARINDA BAZI İMGELER RUHUMA İŞLEDİ’
Filmde geçen en hoş cümlelerinden birisi Feyyaz Duman’ın canlandırdığı İlker karakterinin, “İnsanlar biraz da hayvanların gözünden dünyaya baksın istiyorum” cümlesiydi. Tam bu esnada filmde izleyicilere yargılayıcı bir ifadeyle bakan keçiler gözümün önüne geldi. Film aracılığıyla, doğa-insan arasında gerçeklik üzerinden bir mahkeme kurduğunuzu hissediyor musunuz?
O keçiler benim için çok önemliydi. Mekân aramak için yaptığım yolculuklar esnasında karşılaştığım şeyler senaryoyu çok besledi. Mekân yolculuklarında bazı imgeler benim ruhuma işledi. Araştırma gezilerinden ilkinde Borçka’dan Macael’e gittiğimizde bulutların içerisinden hayaletler gibi keçilerin yüzleri çıkmaya başladı. Köpekler de vardı. Onların bir rüya gibi sisin içinden çıkma hali ve bakışları… Aslında hayvanlara uzun süre baktığınız zaman bakışlarında tanımlayamadığımız, adını koyamadığımız ama çok bizim geçmişimize ait tuhaf şeyler hissedersiniz. Biz bunu genelde yapmadığımız için hayvanlarla kurduğumuz ilişki yüzeysel. Sisin içerisinde sanki ağır çekimde gibi keçi sürüsü arabanın yanından geçerken onlarla çok derin bir iletişim kurmaya başlıyorsunuz. Size gerçekten o bakışlarıyla çok şey anlatıyorlar gibi bir hisse kapılıyorum. Biraz bana da bakışları yargılayıcı gibi geliyor. Onlar bizim ötekimiz, biz onlardan kendimizi çok üstün görüyoruz ya! Bizim öteki olarak gördüğümüz bakışı Kovan’a yansıtmak istedim. İnsanlar bakarken biraz insanlıklarından utansınlar istedim. Bizim doğada en üstün yaratık olduğumuza inanmıyorum. Ekosistemi bozan tek yaratık insan. Hiçbir hayvan biyolojik dengeyi bozmuyor. Bugün ekosistem çöküşe geçmiş durumda ve türler yok oluyor. Biz hayvanlara çok acılar çektiriyoruz. Bizim o hayvanlara yaptığımız zulümü onların hissettiklerini düşünüyorum ve o bakışla biraz onu yansıtmak istedim.
‘BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ TEHDİT ETTİĞİMİZ İÇİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ’
Kovan doğal kaynakların insana direnme sürecine dair çarpıcı bir film. Doğanın dengesine müdahalenin sonuçlarını filmde çok net görüyoruz. Filmin vizyona giriş tarihi de tam bu doğaya müdahalelerin sonucu olduğu düşünülen pandemi döneminde, 25 Eylül’de olacak. Yaşadığımız koşullar filmi daha iyi anlamamıza neden olacak mı sizce de?
Çok isterim. Kovan’ın zamanın ruhunu yakaladığına gönülden inanıyorum. Bu yaşadığımız acı verici yıl, yüz binlerce insanın ölümü, bizim hayatlarımızın bir nevi elimizden alınması, çocukların eğitimlerin elinden alınması, yüz binlerce insanın işsiz kalması, korkuyla ve kaygıyla yaşadığımız zamanlar… Biz biyolojik çeşitliliği tehdit ettiğimiz için bugün bunun bedelini ödüyoruz. Hem de hayatımızla ödüyoruz. Anne babalarımızın bir hapis hayatı yaşamasıyla, sokağa çıkamamalarıyla, evlerinden adım atmaya cesaret edememeleriyle, korkuyla, kaygıyla bu bedeli ödüyoruz. İşin ilginç tarafı pandeminin ilk süreçlerinde “insan kendini sorgulayacak” minvalinde çok fazla konuşmalar yapıldı. Ama ne değişti bilmiyorum. Biz bundan ders çıkardık mı bilmiyorum ve buna dair bir şey görmüyorum. Dünyada hala sadece ekonomiyi kurtarmak konuşuluyor. Bunun için ne yapılabileceği konuşuluyor. Yine ve yeniden günü kurtarmak adına politikalar konuşuluyor. Dünya zaten korkunç bir başarısızlığa uğradı. Hala asıl sorunun kaynağına inip dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirme noktasında çözüm bulmak yerine ekonomiyi ve günü kurtarmaktan bahsediyorlar. Buna tepki duyuyorum ve ben de sabahları uyandığımda tavuk ve horoz sesleri duymak istiyorum. Büyük şehir seven birisi olarak doğaya dönmek istiyorum ve insanların da doğaya dönmeleri gerektiğini düşünüyorum. Kovan da bunu anlatıyor. Büyük şehirden doğaya dönmenin gerekliliğini, insanın özünü bulmasını anlatıyor.
AHBAP’LA FİLMİN MANEVİ RUHUNA BİR ŞEY DAHA KATILIYOR
Haluk Levent’in kurucusu olduğu Ahbap iyilik hareketine vizyon gişe gelirlerinin bir kısmını da aktarmayı hedefliyorsunuz. Filmler başkalarına genellikle anlatı üzerinden çokça dokunur. Siz bunu bir adım daha ileriye götürerek doğrudan iyiliğe aracı olmuşsunuz.
Haluk benim çok eski arkadaşım. Çok saygı duyduğum bir insan. Bugün Türkiye’de Süpermen gibi herkesin iyiliğine koşan, gençlere eğitim desteğinden sağlık sorunu olan insanların ameliyat masraflarını karşılamaya kadar çok emek veren birisi. Türkiye’deki gençlere ilham kaynağı olan bir hareketin de başında. Ahbap bize filmde destek oldu. Biz de filmin gişe gelirlerinin bir kısmını onlarla paylaşmaya söz verdik. Bu beni çok mutlu etti çünkü filmin manevi rengine bir şey daha katıyor. Filme giden her izleyici aynı zamanda bir gencin eğitimine, ameliyat masrafını karşılayamayan bir hastanın masraflarına, pandemide işsiz kalmış birisine destek olabilecek. Sinemaya gitmenin manevi yönü daha da olacak. Ahbap aynı zamanda doğa ve çevre hareketi olduğu için biz birbirimizle çok güzel buluştuk ve onlara çok teşekkür ediyorum.