Sinemada Atatürk: Kutsalın dayanılmaz ağırlığı
Dijital platformların geniş ekonomik imkanları ve görece daha özgür hallerinden ötürü daha fazla umut vaat ediyorken gelenek bir şekilde gene bozulmadı ve uluslararası bir Atatürk filmi planı gene suya düşmüş oldu.
Disney +’ın Cumhuriyet’in 100. yılı için yaptırdığı Atatürk dizisini platform bünyesinde yayımlamaktan vazgeçip sinema ve televizyon yayını olarak vereceğini duyurmasından sonra ortaya çıkan durum aslında 100 yıldır tekrar eden bir Atatürk filminin yapılamama hikayesinin devamı. Atatürk’ün hayatı henüz yaşadığı dönemden başlayarak sinemaya çekilmeye çalışılsa da bir türlü istenilen sonuç ortaya çıkmadı.
Ulusal sinemamızın tabu konularından biri uzun süre Mustafa Kemal Atatürk’ün beyaz perdede canlandırılması konusuydu. Hiç kimse Mustafa Kemal’i oynamaya layık görülmemiş onun yaptıklarını anlatacak senaryo örnekleri sürekli bürokratik engellere takılmıştır. Bu konuda ulusal ve özellikle uluslararası çok sayıda projeyle ilgili çalışmalar yürütülse de uzun yıllar Kurtuluş Savaşı’nın önderi ve Cumhuriyetin kurucusu beyaz perdede sadece kendisine ait gerçek çekimlerin gösterilmesiyle anılmıştır.
Henüz hayattayken Kurtuluş Savaşı mücadelesinin gelecek kuşaklara sinema aracılığıyla aktarılmasının öneminden bahseden Mustafa Kemal, o dönem çekilen "Zafer Yollarında" belgeselinde oynayabileceğini belirtir. Belgesel için kurulan kurulda bulunan Orgeneral Nurettin Baransel’e filmin durumunu sormuş, kendisine ait sahnelerin eksik olduğunu öğrenince “Ben hayattayım... Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hali hazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, ancak bu filmle mümkün olacaktır.” [1] diyerek sinemaya verdiği önemi belirtir.
Fransa’da eğitim gören Münir Hayri Egeli’nin Mustafa Kemal’le birlikte çalışarak bir senaryo yazdıkları biliniyor. "Ben Bir İnkılap Çocuğuyum" ismindeki senaryo 1930’ların ikinci yarısı Atatürk’ün revizesiyle son halini alır. Çekileceği sırada dönemin tek partisi olan CHP’nin içinde yaşanan yönetim değişikliklerinden ötürü projenin başındaki Münir Hayri Egeli’nin projeden ayrılmasından sonra ilk Atatürk filmi, daha sonraki nice film gibi çekilemeden iptal edilmiş oldu.
Türkiye Cumhuriyet Devlet Arşivleri'nde yeni bulunan bir belgeden öğrendiğimize göre Hintli bir film şirketinin Atatürk'ün hayatını film yapmak için Dışişleri Bakanlığı'na başvuruda bulunmuş. 1930'lu yıllara ait olduğu tahmin edilen belgede Sagar Sesli Film Şirketi müracaatta bulunarak tekliflerini iletiyor. Teklif metninde "Anladığımıza göre bazı Amerikan film amilleri büyük Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatına ait bir film yapmak tasavvurundadırlar. Fikrimize göre bu en büyük Türkün ismini tebcil eden biz Hintliler, öyle büyük bir adamın hayatını herhangi diğer bir ecnebiden daha iyi bir şekilde temsil edebiliriz” [2] diyerek filmin çekilmesine talip olmuş. Hintli şirkete ne cevap verildiğine dair elimizde bir bilgi yok ama filmin çekilmediğini biliyoruz.
DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ ATATÜRK FİLMLERİ ÇALIŞMALARI
Demokrat Parti’nin kurucu genel başkanı olan Celal Bayar, 1950 sonrasında Demokrat Parti iktidarında Cumhurbaşkanı olmuştu. 1960 ihtilaline kadar bu görevini sürdüren Bayar, uzun süredir İsmet İnönü’yle Atatürk sonrasının iktidar savaşı içinde iki farklı anlayışı oluşturuyorlardı. Demokrat Parti iktidarı döneminde CHP iktidarı dönemi eleştirilerini sadece İsmet İnönü dönemi içinde tutarak Atatürk’ün mirasını sahiplenmişti. Bu çerçevede Demokrat Parti döneminde Atatürk’ün filminin yapılması için de çalışmaların en önemli sahiplenicisi Celal Bayardı. 1954 seçimlerinde Demokrat Parti yeniden tek başına iktidar olacak oyu aldıktan sonra gazetelerde Atatürk filminin yapım çalışmaları için Amerikalı oyuncu ve yapımcı Douglas Fairbanks Jr’ın Bayar’ın davetiyle Türkiye’ye geldiğinin haberleri karşımıza çıkar. Bir hafta Türkiye’de üst düzey bir ağırlamayla karşılanan Douglas Fairbanks Jr, Atatürk hakkında bir film çalışması yaptığıyla ilgili çok sayıda demeç verir. Bu süreçle ilgili İrlanda kökenli İngiltereli senarist Bridget Boland’a iki senaryo çalışması yaptırıldığı ama bu hikayelerin beğenilmediği dönem gazetelerine yansımıştır. 50 bin dolarlık bir ödeme yapıldığı da haberlerde yazılıdır. Devlet yöneticileri bu senaryoları beğenmemiştir. Böylece bir Atatürk projesi daha henüz senaryo aşamasında iptal edilir.
Daha önceki film projesine aracılık eden Amerika’da yaşayan Türk yapımcı Adil Özkaptan ikinci bir aracılıkla bu kez Universal International Şirketi’nin Atatürk filmiyle ilgilenmesini sağlar. Dönem gazetelerinde 4 Kasım 1955 günü Universal International Şirketi yetkililerinin İstanbul’a geldiği yazılıdır.
Prodüktör Aaron Rosenberg, senarist Borden Chase, teknik prodüktör Gilbert Cilaud ve yardımcısı İstanbul Hilton Oteli’nde basın toplantısı düzenlemiştir. Amerikalılar, Atatürk filmi basın toplantısında “Dünyanın en büyük insanlarından birinin hayatını filme almak üzere buradayız. Yegane gayemiz ona layık bir film hazırlamaktır. Bu güzel memlekette, böyle değerli bir mevzuu filme çekecek ilk şahıslar olduğumuz için sevincimiz sonsuzdur” [3] ifadelerini kullanırlar. 16 günlük geziden sonra Türkiye’den ayrılan ekip uzun süre senaryo çalışmaları içinde olmuş, Türk basınında bu çalışmalarla ilgili haberler çıkmıştır. Nihayetinde 1958 yılının Haziran ayının başlarında Universal International Film Şirketi, Atatürk filminin sözleşmesini feshettiğini duyurmuştur. Universal International Şirketi, sözleşmeyi feshetme nedeni bazı makamların çıkardıkları güçlükler ve Türkiye’de anlayan anlamayan birçok kişinin müdahaleye kalkışması olarak açıklanmıştır. Demokrat Parti’nin dört yıl süren kurmaca Atatürk filmi girişimleri böylelikle son bulmuştur.
Demokrat Parti döneminde sinemada film sayıları artış göstermeye başladığında yerli prodüktörler de Atatürk hakkında film projeleri üretirler. Ancak filmleri henüz senaryo aşamasında denetleyen sansür kurulu bu dönemde senaryosu yazılan Mustafa Kemal (1951), İnkılap Güneşi (1953) ve Ebedi Meşale (1953) isimli Atatürk hakkındaki senaryoları uygun bulmayıp çekilmelerine izin vermediği yayınlanan sansür defterlerinden anlaşılıyor. Sadece Atatürk hakkında değil Atatürk’ün adının filmde geçmesi bile sansürlenmek için yeterli görüldüğü anlaşılıyor. Mustafa Kemal İçin (1955) isimli film denetlenirken filmde senaryonun işgal albayının öldürülmeyecek şekilde değiştirilip senaryonun adının Mustafa Kemal ismiyle hiçbir alakası olmayacak şekilde değiştirildikten sonra tekrar kurula gönderilmesi istenmiş. Kendini Arayan Adam (1963) isimli senaryoda ise Atatürk’ün isminin bir çocuğa koyulma sahnesinin bile çıkarılması istenir. “Rahmi’nin, duvardaki Atatürk resmi önünde durarak alnına şaplak vurup: ‘Tamam, buldum, Kemal diyelim sana; ha nasıl?’ şeklindeki konuşmasıyla buna ait sahnelerin çıkarılması ve ‘Kemal’ isminin değiştirilmesi” [4 ]ifadesi kurul raporlarında yer alır.
Sansürün Atatürk’le ilgili konularda bu kadar sert kararlar aldığı dönemde bir Atatürk filmi çekmenin imkansız olduğunu anlayan yerli sinemacıların farklı konulara yöneldikleri anlaşılıyor.
1962’de yine Adil Özkaptan aracılığıyla United Artists ve Paramount şirketlerinin bir Atatürk filmi yapacağı haberleri basında yer bulur. Filmde yapımcı olarak Herold Hecht ismi yazılırken Atatürk’ü Yul Brynner’ın oynayacağına dair haberler çıkar. Yul Brynner ve Harold Hecht Türkiye’ye gelir ve devlet yetkilileriyle görüşmeler yapar. 1967 yılında Yul Brynner eşi Doris Brynner, Mel Ferrer ve yönetmen Terrence Young yeniden Türkiye’ye geldiği gazetelerde haber olmuştur. Ancak gene senaryo aşamasında bu proje de yarım kalır. Türkiye’deki devlet yöneticileri hiçbir senaryoyu film için uygun bulamıyorlardır.
Her on yılda bir Atatürk’ün hayatının sinemaya çekilmesiyle ilgili tartışmalar yapıldığı anlaşılıyor. Cumhuriyet’in 50. yılına özel Atatürk filmi yapılması da 1970’lerin gündemidir. Lord Kinross’un yazdığı “Bir Milletin Doğuşu: Atatürk” biyografisinden hareketle bir film çekilebileceği düşüncesiyle yazar Lord Kinross Turizm ve Tanıtma Bakanlığı tarafından bu dönemde Türkiye’ye davet edildi. Ancak bu proje de gerçeğe dönüşmeden iptal olur.
12 EYLÜL DARBESİ SONRASI ATATÜRK FİLMİ TARTIŞMALARI
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, oluşan yeni ortamda Atatürk imajı da yeniden inşa edilerek asker kimliği öne çıkarılan yeni bir Atatürk imajı kullanılan fotoğraflara kadar sirayet etmişti. Bu dönemde özellikle TRT bünyesinde Kurtuluş Savaşı ve Atatürk üstüne çalışmalar yapıldı. Atatürk’ün Batılı fikirleri önemseyen sivil ve entelektüel tarafı törpülenmiş, askeri başarıları üzerinden Atatürk’le dönemin darbe yapıp daha sonra Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren arasında özdeşlik kurulmaya gayret edilmişti.
Bu dönemde kurgu filmi çekilemeyen Atatürk için doğumunun 100 yılı ansına dramatik kurgulu bir belgesel çekimi nihayet gerçekleştirildi. Belçika ve Türkiye ortak yapımı olan 52 dakikalık belgeselde Atatürk’ün gençliğini Cüneyt Çalışkur, yetişkinliğini Paul Andre Mussch, canlandırarak sinema adına küçük ama Atatürk’ün görselliğe taşınması adına büyük bir adım atılmış oldu. 1982’de TRT’de gösterilen belgesel, farklı ülkelerin kanallarında da kendine yer buldu.
ATATÜRK FİLMİ PANELİ
1988’e gelindiğinde hala bir Atatürk filmi çekilmemişti ama bu konu gündemden de düşmüyordu. Hem askeri vesayet hem de askeri yönetim sonrası iktidara gelen ANAP hükümeti bu tartışmaların içinde yer alıyor, sürekli yeni projeler yapılıyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı davetiyle 3 Kasım 1988’de yapılan “Atatürk Filmi Paneli” de bu atmosferin bir ürünü sayılabilir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in de konuşmacı olduğu, sinema çevresinden insanların da katıldığı panelde filmin nasıl çekileceği nelerin öne çıkarılması gerektiği gibi tartışmalardan sonra senaristlere teklif götürme kararı alınır. Bu süreçte 15 milyon Lira ödenerek 10 kişiye senaryo ısmarlandı. Yazımı tamamlanan senaryolar Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu uzmanlarınca oluşan seçici kurul tarafından incelendi. Tarihe uygunluk yönünden seçilen senaryolar 1991 yılında karara bağlandı. Buna göre Refik Erduran’ın "Metamorfoz" isimli senaryosu filme çekilmesine onay verilen iki senaryodan biri olmuştu. Senaryo Feyzi Tuna tarafından 1991’de filme çekildi. Feyzi Tuna filmin kendisine gelen ilk senaryoda Atatürk’ün kamerada görünmediğini yazar. Anlıyoruz ki Atatürk tabusu bu dönemde hala devam ediyordur.
"Bütün film boyunca Atatürk görünmeyecek de Atatürk filmi olacak. Niye Atatürk’ü kullanmaktan kaçıyorsunuz ki tabu olmaktan çıktı (…) Atatürk’ü senaryoya katarsanız çekebilirim dedim." [5]
Gerçek görüntülerin de kullanıldığı film Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkede yarattığı değişiklikler üstüne doktora tezi yapan İngiltereli bir üniversite öğrencisi genç kadının Türkiye'ye gelerek araştırma yapmasını konu alır. Filmde Atatürk'ü eski Türk sineması jönlerinden Mahir Günşıray canlandırmıştı. Ses getirmeyen, sinemalarda gösterilmeyip sadece TV’de gösterilen yapım, beklenilen etkiyi yapamadı.
1988’de TRT’nin yeni yayın döneminde gösterilen TV dizisi "Ateşten Günler", bu dönemin Kurtuluş Savaşı filmlerinin ilklerinden biriydi. Halide Edip’in Ateşten Gömlek romanından uyarlanan yapımda Mustafa Kemal tarihi bir karakter olarak yerini almıştır. Mustafa Kemal’i önce Yıldırım Orduları’ndan gönderdiği raporlarla daha sonra İstanbul’a gelmesi ile görüyoruz.
Doksanlara gelindiğinde ulusal sinemamız bitme noktasına gelmiş bir krizin içindeydi. Fakat uluslararası arenada Atatürk filmiyle ilgili her 10 yılda bir yenisi eklenen projeler sürekli yenileniyordu. Bu dönemde gazete haberlerinde İngiltereli oyuncu Sir Laurence Oliver’ın oğlu Tarquin Olivier’in Atatürk filmi için çalışmalar yaptığı haberleri karşımıza çıkar. Filmin senaristi "Gandi" filminin senaristi John Briley olacağı, ABD, İngiltere ve Türkiye ortak yapımı olacak olan film yaklaşık 35 milyon dolara mal olacağı ve Atatürk rolü için İspanyol aktör Antonio Banderas ile anlaşıldığına dair haberler okuruz. Ancak 1998’e gelindiğinde hala filmin çekimlerine başlanmamıştır ve artık çıkan haberler Antonio Banderas’a Amerika’daki Yunan ve Ermeni lobilerinden bu rolde oynamamasına yönelik çok sayıda tehdit mektubu geldiğine yöneliktir. Bu proje de gerçekleşemeyen Atatürk filmlerinden biri olarak sadece haber düzeyinde kalan projelerden biri oldu.
90’lı yıllarda TRT televizyon dizileri yaptırmaya devam etti. Bu filmler içinde senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı, yönetmenliğini TRT yönetmeni Ziya Öztan’ın yaptığı “Kurtuluş” (1994) ve “Cumhuriyet” (1998) televizyon dizileri bugüne kadar çekilmiş en geniş kadrolu en maliyetli yapımlardandır. "Kurtuluş" ve "Cumhuriyet" dizilerinde Atatürk’ü Rutkay Aziz canlandırdı. Rutkay Aziz’in benzerliğinin yanında Atatürkçü kişiliği ve mesajları bu rolle ilgili spekülasyonların önüne geçti. Resmi ideolojinin sınırları içinde kronolojik bir çizgide yaşanan olayların tarih kitaplarından farklı olmayan bilgiler ışığında anlatıldığı bu dizi serileri döneminin pahalı çalışmalarıydı. "Cumhuriyet" dizisi yeni bir kurguyla kısaltılarak sinema filmine de dönüştürülüp sinemada da seyirciyle buluşmuştu.
HANGİ ATATÜRK? ATATÜRK BİYOGRAFİLERİ
2000 sonrasında Mustafa Kemal üstüne yeni ve sivil inisiyatifli çalışmalar yapılmaya başlandı. Can Dündar’ın bu dönemde çektiği dramatik kurgulu belgesel olan "Mustafa" (2008) belgeseli büyük tartışma yarattı. Daha önce 1993’te Atatürk’ün son 300 gününü oldukça duygusal ve etkileyici bir üslupla anlattığı "Sarı Zeybek" belgeseli halktan büyük ilgi görmüş devlet yöneticileri tarafından da kabul görmüştü. Belgesel için daha önce gösterilmeyen mekanların kullanımına izin verilmişti. Dündar’ın bu yeni belgeseli hem biçim hem de içerik olarak "Sarı Zeybek"’ten oldukça farklıydı. Mustafa Kemal’i mutsuz bir çocuklukla resmeden, onun ailevi travmalarına odaklanan, silah arkadaşlarını zaman içinde ekarte eden, Cumhuriyet sonrasında yalnız ve mutsuz bir insan panoraması sunan belgesel, adeta şok etkisi yapmıştı. Yapım Mustafa Kemal’i seven kitlelerce oldukça eleştirildi. Filmin galasına giden dönemin CHP genel başkanı Deniz Baykal Mustafa Kemal’i insani boyutlarıyla ve karamsar bir tabloda anlatan belgeseli dönemin Ergenekon davalarına bağlar:
"Can Dündar Sarı Zeybek'i yapmıştı. Şimdi 'Can Dündar 2008' olarak gördüm. Yani Türkiye'nin başta Ergenekon olmak üzere yaşadığı 2008 sürecinin yansıması olan Can Dündar yaklaşımı var." [6]
Baykal filmdeki mutsuz Mustafa Kemal tablosunu da eleştirir:
"Atatürk'ün sofrası, içki içilen, coşku bulunmayan, sanki başarısız olmuş, bıkmış, umutsuz, yalnız ve yaşlı bir adamın sofrası olarak lanse ediliyor. Atatürk günde bir büyük rakı içen, kadınlara zaafı olan birisi olarak gösterilmiş. Zaafları olabilir. Ancak, Atatürk gibi bir adamın sofrası bu resim olamaz. Atatürk'ün sofrası Cumhuriyet coşkusunun yaşandığı bir sofradır. Böyle bir filmde Atatürk için önde gelen algılama zaafları değil, eserleri olmalıydı. Atatürk kendi döneminin tüm liderleri diktatör olduğu halde bu yönde hiçbir eğilimi olmayan bir liderdi. Hep çoğulcu demokrasi istedi. Filmde, cumhuriyeti kurmak için birlikte hareket ettiği arkadaşlarını sonradan yemiş, onlara ihanet etmiş gibi gösteriliyor. Bunlar gerçek değil." [7]
"Mustafa" belgeselinin yarattığı tartışma ortamı 2 farklı filmin daha yapılmasını sağladı. Belgeselde anlatılanların gerçek olmadığının iddiasıyla çocukları hedefleyen belgesel ve kurgu karışımı "Dersimiz Atatürk" isimli çalışma 2010’da vizyona girdi. Atatürk bu yapımda dönemin popüler oyuncusu Halit Ergenç tarafından canlandırıldı. Ergenç daha önce "Hürrem Sultan" dizisinde Kanuni Sultan Süleyman’ı canlandırarak geniş kitlelerce ilgi odağı olmuştu. Aynı yıl Zülfü Livaneli de bir kurgu filmle Atatürk’ün hayatını anlatan film çekti. "Veda" isimli film, belgesel olmayan ilk Atatürk biyografisidir. Mustafa Kemal’in çocukluğundan beri yanında olan askeri okulda da birlikte okuduğu yaveri Salih Bozok’un gözünden anlatan film, "Mustafa" belgeselinin karamsar tablosuna karşı güçlü, cesaretli ve devrimci bir Atatürk çizgisinde bir Mustafa Kemal tablosu sunar. Dönemin politik çatışmacı ortamında refleks bir film olarak ortaya konan yapım, dönemin AKP iktidarında Cumhuriyet dönemi eleştirisinin oldukça yaygın olduğu dönemde bu dönemi idealize eden, Atatürk’ü savunmanın görsel bir çalışmasıydı.
2000 SONRASI DÖNEMDE YAN ROLLERDE ATATÜRK
2000 sonrasında, Rutkay Aziz’in Atatürk rolünden sonra Atatürk’ün temsil edilebilme hali meşru bir zemine oturdu. Artık bu konu tartışma konusu olmaktan çıktı. Farklı filmlerde irili ufaklı Atatürk rolleri karşımıza çıkmaya başladı. Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı, Cumhuriyet’in ilk döneminde geçen hikayelere odaklanan yapımlarda Mustafa Kemal rollerinde oyuncular rahatlıkla görev alabilir hale geldiler. "Abdülhamit Düşerken" (2002), "Son Osmanlı Yandım Ali (2007), "Kubilay"(2010), "Hür Adam" (2011), "Atatürk'ün Fedaisi Topal Osman" (2012), "Çanakkale 1915" (2012), "Çanakkale Yolun Sonu" (2013) filmlerinde, "Kırık Kanatlar (2006) Ya İstiklal Ya Ölüm"’ (2020), Netflix’te yayınlanan "Pera Palas'ta Gece Yarısı" (2022) dizilerinde yan rollerde Mustafa Kemal karşımıza çıkmıştı.
Uzun yıllar boyunca Atatürk’ün sinemada canlandırılması bir tabu olarak görülüp sansür ve bürokratik engellerle karşılaşmıştı. Uluslararası projelerin de senaryo aşamasından ileriye gidememesinden ötürü 1980’lere kadar Atatürk, belgesellerin dışında kurgu bir karakter olarak karşımıza çıkmamıştı. 1980’lerdeki dramatik kurgulu belgeseller ve resmi tarihin anlatılarının ışığındaki ilk örneklerden sonra 20 yıllık bir süre sonrasında alternatif bakış açıları görselliğe taşınır oldu. Gelinen noktada Atatürk farklı oyuncular tarafından farklı nitelikteki politik bakış açılarıyla yansıtıldı. Ancak sinemada Atatürk’ün yansıtılması gelinen noktada hala tatmin olunmuş bir konu değil. Filmlerin hemen hepsinde ya nitelik sorunu var ya da tarih kitaplarından öteye gidemeyen Atatürk’ü insani yönlerini resmedemeyen, derinlikten uzak yapımlar oldular. Dijital platformların geniş ekonomik imkanları ve görece daha özgür hallerinden ötürü daha fazla umut vaat ediyorken gelenek bir şekilde gene bozulmadı ve uluslararası bir Atatürk filmi planı gene suya düşmüş oldu.
[1] Şener Erman, Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız, İstanbul, Dizi Yayınları, 1970, s 52
[2] https://odatv4.com/kultur-sanat/arsivden-cikan-film-belgesi-hintliler-ataturk-un-filmini-cekmek-istedi-237345
[3] Milliyet Gazetesi. 6.11.1955; S.4
[4] Karadoğan Ali, Semire Ruken Öztürk, Türkiye’de sinema sansürünün tarihi (1932-1988): Sansür karar defterleri üzerine bir inceleme, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2022. S.425
[5] Balcı Dilara, Feyzi Tuna - Her Film Bir İmtihandı, Agora Yayınları,2014, İstanbul s.249
[6] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/mustafa-belgeseli-tartisiliyor-19008
[7] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/mustafa-belgeseli-tartisiliyor-19008
Rıza Oylum Kimdir?
1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, RadikalGenç, Birgün, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı, Sendika.org, ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri ve İran Sineması kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihâzırda bir vakıf üniversitesinde sinema tarihi dersleri veriyor. Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.
'Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri': Israrla Kürtçesiz 02 Ekim 2024
'Dışavurumcu' İran sineması: Festivale film çekmek 07 Eylül 2024
Tuncay Akça’nın bilinmeyen başrolü: Bebek 21 Ağustos 2024
İktidardan muhalefete sürdürülemeyen film festivalleri 16 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI