Sinemada 'pandemi mevsimi': Salonların yaşadığı kriz devam ediyor
Korona virüsü salgınının en çok etkilediği sektörlerden biri de sinema oldu. Sinema yazarlarıyla salgınla birlikte sinema sektöründe neler değiştiğini ve sinemaların açılmasını konuştuk.
DUVAR - Geçtiğimiz yıl Mart ayı başından beri korona virüsü salgını nedeniyle dünya genelinde hayatın birçok alanı durma noktasına geldi. Salgın, dünyada ve Türkiye'de birçok alanda onarılması zor izler bırakırken, bu süreçten en çok etkilenen sektörlerden biri de sinema sektörü oldu.
Sinema salonları, Türkiye'de ilk korona virüsü vakasının görülmesiyle birlikte Mart 2020'de kapatılmış, 1 Temmuz 2020'de tekrar açılmıştı. Vaka sayılarının tekrar artmasıyla birlikte Kasım 2020'de tekrar kapatılan salonlar yaklaşık 13 ay boyunca kapalı kaldı. Bu süreçte yeni filmler çekilemedi, çekilen filmlerin gösterim tarihleri ertelendi veya iptal edildi.
Sinema salonları yeniden 1 Temmuz 2021'de yeniden faaliyete geçse de, salgınla mücadele devam ederken, pandemi sona erdiğinde insanların eski alışkanlıklarına dönmelerinin ne kadar zaman alacağı da hala kesin olmayan bir görüş. Sinema yazarlarıyla korona virüsü salgınıyla birlikte sinema sektöründe neler değiştiğini ve sinemaların açılmasını konuştuk.
'SİNEMA SALONLARI DARBOĞAZA GİRMİŞ DURUMDA'
Korona virüsü salgınıyla sinema sektöründe neler değişti?
Nil Kural: Zaten yükselişteki dijital platformlar, sinema salonlarının kapanmasıyla daha da güçlendi. Steven Spielberg’ün Netflix anlaşması gibi kanıtları da olan bu durumun yine de beyazperdenin yerini almayacağını ve zamanla dengenin yeniden kurulacağını düşünüyorum. Sinema izleyicileri de filmlerini salon şartlarına göre çeken sinemacılar da evde film izlemenin çok daha uçucu ve film üzerine diyaloğu kısıtlı tutan bir deneyim olduğunun farkındalar bana göre.
Fırat Yücel: Sıkça vurgulandığı üzere 2020 yılında Avrupa genelindeki seyirci rakamlarındaki düşüş, 2019’a kıyasla yüzde 60 dolaylarında iken Türkiye’de yüzde 90 dolaylarında seyretti. Bu daralma, özellikle de mekan kirası ödemeye devam eden müstakil sinema salonlarını iyiden iyiye nefessiz bıraktı; ileriki dönemlerde sinema salonu işletmeciliğindeki mevcut tekelleşme eğiliminin daha da büyük bir mesele haline geleceğini tahmin etmek zor değil. Bakanlığın Yerli Film Gösterim Desteği, bağımsız sinema salonlarının hayatta kalabilmeleri için yeterli değil. Tüm bunlar pandemiyle birlikte ivme kazanan dijitalleşmeyi daha da görünür kılıyor. Sinema sektörü çalışanları dizi sektöründen geçimlerini sağlarken, bağımsız sinemacılar da fiziksel gösterim alanlarının iyice daralmasıyla birlikte dijitale yöneliyor.
Öte yandan, gösterimlerin dijitalleşmesiyle birlikte sansürün de dijitalleştiğinin altını çizmek gerekiyor. Türkiye’de TV kanallarında öpüşme sahnelerinin dahi bulanıklaştırıldığı ultra-muhafazakar bir yayın rejiminin içindeyiz ve RTÜK sansürünün dijital yayın platformlarına da uzanmasına tanıklık ediyoruz.
Seray Genç: Sanırım bu soru ve yanıtı üzerine sinema sektörünün tüm bileşenleri düşünüyor, farklı mecralarda tartışıyor, ortak bir deneyimden yararlanmaya ve ufuk açıcı olmaya çalışıyor. Sokakta yaşamın durduğu noktada setlerin durmadığını gördüğümüz zamanlar olsa da sinema salonları kapandı, film üretim süreçleri sekteye uğradı. Film festivalleri ya programlarını iptal etmek ya da ertelemek zorunda kaldı. Giderek dijital çözümlerin ortak olduğu hibrid modeller geliştirmeye başladılar. Sanırım dijitalleşme, online gösterimler, online platformlar ve dünyanın pek çok yerinden insanları bir araya getiren Zoom gibi programlar bir zirve yaşadı ve herkes dijitalleşme üzerine düşünmeye başladı. Büyük ekrandan ve kapalı mekanlardan uzaklaşan insanlar küçük ekranla TV, bilgisayar, app’ler vs. daha çok vakit geçirmeye başladılar ve daha farklı coğrafyalara, kitlelere ulaşabileceklerini gördüler.
Genel olarak ekonominin ve sinema endüstrisinin daraldığını, işsizliğin arttığını ve film üretiminin azaldığını gözlemlemek de mümkün. Kapanma, pandemi ve pandeminin gündelik hayatımızda yarattıkları üzerine ilham veren, yaratıcı pek çok çalışmaya da rastladık. Özellikle kısa film ve belgesel anlamda çoğu ister istemez deneysel biçimler aldığı gibi çok şiirsel sonuçlar da verdi.
Şenay Aydemir: Salgının küreselleştiği son 1.5 yılda sanat alanının tamamı gibi sinema da ağır darbe aldı. Geçen yaz yaşanan panik havasının ardından setler yeniden kurulmaya başlanıp, televizyon ve dijital platformlar için içerik üretilmesiyle set emekçileri, teknik ekipler ve oyuncular için biraz ferahlama olduysa da salonların yaşadığı kriz devam ediyor. Dünya çapında sinema salonları darboğaza girmiş durumda. Türkiye’de 1 Temmuz itibarıyla salonlar yeniden açıldı ama bizim için yaz ‘ölü’ sezon olarak geçiyor. En yoğun sezon olan sonbahar-kış döneminde ise yeni bir dalganın gelmesi ve kısıtlamaları da beraberinde getirmesinden endişe ediliyor. Çünkü Türkiye sinemasının vizyon gelirinin yarıdan fazlası yerli yapımlardan oluşuyor. Bu yapımlar da ancak sonbahar ve kış döneminde seyirciyle buluşacak.
Şu ana kadar tam bir rakam açıklanmamış olsa da hem dünya da hem de Türkiye’de birçok salonun kapanmak zorunda kaldığı bir gerçek. Buna bağlı olarak el değiştirmelerin de yaşanacağını düşünüyorum. Tabii salgın film gösterim silsilesinde de ciddi bir değişiklik yarattı. Bunun kalıcı olmasından endişe ediliyor. Yani bir filmin vizyon gösterimiyle, dijital platformlardaki gösterimi arasındaki mesafe çok azaldı. Açıklamak için bir örnek vereyim. Geçen yıl vizyona giren “Organize İşler 2: Sazan Sarmalı” filmi vizyona girdikten iki hafta sonra dijital bir platformda gösterilince büyük tartışma çıkmıştı. Çünkü bu iki gösterim arası süre oldukça kısaydı. Bir düzenleme ile bu süre 3 aya çıkarıldı. İşte bu durum pandeminin etkisiyle tüm dünyada meşrulaşmaya başladı. Bu da başta sinema salonları olmak üzere sektörün bazı aktörlerini tedirgin ediyor.
'ARTAN BİLET FİYATLARIYLA BİRLİKTE İZLEYİCİ SALONLARA DÖNMEZSE, SEKTÖR ZOR DURUMDA KALACAK'
Sinemaların açılması hakkında görüşleriniz nelerdir, izleyici/sektör nelerle karşılaştı/karşılaşacak?
Nil Kural: Bölünmeden, salonda birlikte yaşanan bir deneyimin sinemaseverler tarafından unutulmadığını düşünüyorum. Zamanında televizyonun veya VHS’nin ön plana çıktığı dönemde salonlar güç kaybetse de ayakta kaldı ve bu kez de öyle olacak bence. Ancak bu dönemde kültür politikası olarak özellikle bağımsız salonların desteklenmesi gerekirdi. Sağlık endişelerinin azalmasının, sinema takip etmenin en güzel ritüeli olan salonda film izlemeyi yeniden yaygınlaştıracağını düşünüyorum. Önümüzdeki yıllarda filmlerin salonlarda kısıtlı bir dağıtımın ardından dijital platforma geçeceği bir dönem olacağını tahmin ediyorum.
Fırat Yücel: Zaten pandemi öncesinde de, zincir sinemaların regüle edilmeyen hakimiyetiyle birlikte giderek daha da kar odaklı bir yapıya sürüklenen bir dağıtım alanı vardı. Çok az sayıda gişe filminin elde ettiği seyirci rakamları Türkiye'nin başarısı olarak haneye yazılırken, çok sayıda film seyircisiz kalıyordu. Pandemi sonrası zincir sinemalar ve büyük yapımcılar 'seyirciyi salonlara geri çekmek' adına bu yönelime daha şiddetli biçimde devam edebilirler. Artan bilet fiyatlarıyla birlikte seyirci salonlara dönmezse, sayılı gişe filminin getirisine tabi olan sektör oldukça zor durumda kalacaktır.
Öte yandan, film festivallerinin hibrid bir form kazanması yeni bir seyirci deneyimini de beraberinde getirdi. Birçok filme erişimi olmayan, söyleşilere, atölyelere, seminerlere erişimi olmayan bir seyirci kitlesi, çevrimiçi etkinlikler sayesinde bunlara ulaşabildi. Sektörün gişe canavarlarının başarısına tabi bildik gelir-gider hesaplarının yanında bu çok daha ilginç bir gelişme gibi geliyor bana. Aslında mevcut seyir rejiminin ne kadar da eşitsiz olduğunu da gösteren bir gelişme. Türkiye'de gişe filmleriyle pek ilgilenmeyen ya da bu eğlence formunu sürdürecek bir alım gücü/hayat pratiği olmayan, sinemayla farklı ilişkilenme biçimleri arayan azımsanmayacak genişlikte bir kitle de olduğunu gördük.
Seray Genç: Sinema, salonlarda daha bir güzel bence. Kendi adıma özlem duyuyordum. Birlikte film deneyimi, sosyalleşmek, tartışabilmek, özellikle festival mekanlarında bir araya gelebilmek… İnsanın insana sarılabilmesine özlem duymak ve bunu unutamamak gibi bir şey sinemalara kavuşmak.
Tabii ki endişelerin birden ortadan kalkacağı söylenemez. İnsanlar akın akın sinema salonlarına gitmeyecek. Sosyal mesafe hayatımızdan hemen çıkmayacak, pandeminin çıkmayacağı gibi… Bunu öngörmek zor olmasa da zamansız ve mekansız bir deneyime dönüşen film izleme deneyiminin eski normallerine dönmesi hepimize iyi gelecek ve dijital çözümler ve fiziksel mekanlar birlikte kullanılmaya devam edilecek.
Şenay Aydemir: Salonların açılması tabii ki olumlu. Ancak Türkiye özelinde konuşursak, henüz tatmin edici bir aşılama düzeyine gelmiş değiliz. Hatta şu günlerde ilk doz aşı olanların oranı 50 binler civarına inmiş durumda günlük. Bir yandan da yeni varyantların ortaya çıkması söz konusu. Bilim insanlarının eylül gibi yeni bir pik noktası olacağına dair ciddi uyarıları var. En yoğun sezona girerken, sinemaların yeniden kısıtlama/kapanma uygulamasına tabi tutulması ciddi kayıplara neden olacak kuşku yok ki. Aşı olmayanların salonlara alınmaması gibi uygulamalar gündeme gelecektir. Öte yandan 1.5 yıllık bu ara, hem Türkiye sinemasında hem de dünyada hatırı sayılır bir film birikimine neden oldu. Bu yüzden oldukça zengin bir vizyon dönemi yaşayacağımızı düşünüyorum.
Kerem Bumin: Uzun zamandır mahrum olduğumuz sosyalleşme ortamlarının belki de en özellerinden biri olan sinema salonlarına dönüş tabii ki sevindirici bir gelişme. Sinema salonlarında (tiyatro sahnelerinde de) film başladığında ve ışıklar söndüğünde çok özel ve bence biraz 'ayinsel' bir hava oluşurdu ve seyirciler huşu içinde filmin içine girebilir ve gösterim sonrasında diğer izleyicilerle konuşabilecek 'noktaları' bulabilirlerdi. Ancak aslında korona öncesinde, neredeyse son 10 yıldır sinema türleri ve hedeflediği esas seyirci çok daha sabırsız, daha az konsantre olmak isteyen ve neredeyse evindeki kadar konfor talep eden bir profile dönüştü. Tabii ki sinema salonları koltuklarında da minimum bir rahatlık aranabilir ama şezlong gibi uzayan koltuklarda, mısır, cipsi ve içeceği teşvik eden menülerle ve film öncesi en 15-20 dakika akan reklamlarla zaten dikkati dağınık olan (15-25 yaş arası) veya 'Y' veya 'Z' kuşağı olarak adlandırabileceğimiz seyirci hiçbir şekilde 'bir dönemin' sinema salonu filmi deneyimini yaşayamıyor. Hatta bu nedenle birçok sinema salonunda film devam ederken cep telefonuyla uğraşan/oynayan genç seyirciler görüyoruz. Dolayısıyla evlerimizdeki koltuklardan sinema salonlarındaki bu 'yataklara' geçiş çok radikal bir değişim gibi görünmeyebilir. Ama hiç olmasa artık hiç kimse 'zaplamayacak' ya da kahve almak için mutfağa gitmeyecek.