YAZARLAR

Sinvar’ın sopası, faşistlerin kibiri

İsrail liderleri, kolu kopmuş savaşçının hayattaki son anında kendisini görüntüleyen drona sopa fırlatmasının görüntüsünü yayınlarken, ancak gözü dönmüş kibirin ürünü olabilecek gaflete düştüler. Onlar oraya bakınca, kolu kopmuş, ölmek üzere bir çaresiz adam görmüş, zaferlerinin ete kemiğe bürünüşünü izlemiş olmalılar. Egemenin, güçlünün kibiri böyle bir şey. Ötesini görmeye engel.

Yahya Sinvar efsaneleşir mi? Bombalanmış binanın içerisinde, yıkılmamak için son gayretiyle oturduğu belli koltuktan, kopmuş kolunun acısından çok kendisi için yeryüzünde yapılabilecek her şeyin bittiğini anlamış olmanın getirdiği yıkım duygusuyla içten, sessiz kıvranan, o büyük tahribatı belli etmemek için ya da mecalsizlikten tamamen kıpırtısız, fakat son anda kendisini haince izleyen ve kaydeden drona elindeki sopayı fırlatacak gücü buluveren, son sahnesinde, tam da “sessiz sedasız kurban olmama”yı sergileyen bir savaşçı nasıl efsaneleşmez? Haliyle efsaneleşecek.

Birçok gazeteci, yorumcu, gözlemci, Yahya Sinvar’ın son görüntüsüyle birlikte Ortadoğu’nun “yeni bir Che”ye sahip olduğunu ileri sürdü. Sinvar böyle ikonlaşır mı?

Görsellik ve imaj çağında, bir Che Guevara olamayacak elbette. Che’nin yalnız solculara ait bir ikon olmaktan çıkıp bütün dünyaya ait bir adalet mücadelesi simgesi haline gelişinde değme jöne taş çıkartacak yakışıklılığının payını şüphesiz inkâr edemeyiz. Ama bu sadece bir kolaylaştırıcıydı. Daha çok, bugünün yeryüzündeki yaşamı kendi doğumuyla başlatan kuşaklarına hayli uzak bir zamanda ve hem Batı âlemine hem Üçüncü Dünya’nın büyük bölümüne hayli uzak dağlarda, ormanlarda, mistikleştirmeye müsait koşullarda dünyaya veda etmiş oluşu, onun meşhur sûretinin tişörtlere basılıp etrafta rahatlıkla taşınmasını sağladı. Hatırasının Simon Bolivar’ınkiyle birleşebildiği Güney Amerika elbette farklı mevzu. (Aslına bakarsanız, katı olan her şeyin buharlaştığı post-modern yavşaklık dönemine geçilmese, en laylaylom ortamda bile Che tişörtlü birilerine rastlanır hale gelinmese, bizimki gibi ülkelerde, bırakın tişörtü, evinde ufacık Che resmi bulunanın doğruca götürülmesi gibi hoş âdetler sürerdi.) Yıldızlı beresiyle başı ikonlaştırılmaya Che kadar elverişli insan evladı pek azdır, doğru. Ancak temeldekini unutmayalım: adalet ve eşitlik mücadelesinin, tanımlanmayan, tanımlanmadığı için kim ne kadar istiyorsa o genişlikte tasavvur edilebilen özgürlük hayali eşliğinde sürdürülebildiği, başlıbaşına değer sayıldığı bir çağın insanıydı Che. Ve savaştığı asıl düşman, Küba diktatörü, CIA beslemeleri, Bolivya ordusu gibi ete kemiğe bürünmüş, somut yaratıklar değil, eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik kavramlarıyla tasvir edilebilen devdi. Che, hem mitleştirilmek hem de ikonlaştırılmak için gerekli bütün özelliklere sahipti.

Sinvar’ın bu şekilde evrensel bir ikon haline gelmesi zor. Şartlara ve olaya bakılırsa, onun bir “Filistin kahramanı” olarak anılması gerekiyor. Oysa bütün Filistinliler onun anısını bağrına basmaya istekli değil. İlkin, Hamas bütün Filistinlileri temsil etmiyor. Ve Hamas’ın Gazze’de tek başına iktidar oluş ve iktidarını sağlama alış sürecinde siyasî muhaliflerine yaptıkları ortada. Sinvar’ın kendi bu nedenle yapamazdı, ama hayaleti sadece Hamas’ı temsil etmenin ötesine kalıcı olarak geçebilir mi, bilemeyiz. İkincisi, Sinvar’ın örgütsel çevrede uzun süre yaptığı işin birçok kişiyi onu sevmeye değil ondan korkmaya sürüklediği tahmin edilebilir. Siyasî örgüt faaliyetinin en kirli kollarından birinin başındaydı Sinvar: “işbirlikçileri”, “ajanları”, “hainleri” ortaya çıkarıp cezalandırma faaliyetlerini yürütüyordu. İddia edildiği gibi işkenceler yaptı mı, birilerini eliyle öldürdü mü, bilmiyoruz. Tezvirat da olabilir sahi de. Fakat efsaneden sözediyorsak, konumuz olan kişinin hakkında böyle iddiaların yüksek inandırıcılık dozuyla ortaya atılabiliyor oluşu bile sorun. Üstelik, siyasî tarih gösteriyor ki, gizli kapaklı işleri çok olan, yoğun baskı altında çalışan silahlı örgütlerde pek çok suçsuz günahsız -sadece siyasî muhalif- insan hainlik benzeri suçlamalarla dışlanır, hapsedilir, öldürülür. Hamas’ın muhalifleriyle mücadelesinde sergilediği şiddet, kendi içine yönelik olarak da aynı tarzda kullanılmıştır; bundan şüphe duyulamaz.

Sinvar’ın dünya çapında efsaneleşmesini zorlaştıran bir de ikilem var. Yahya Sinvar silahlı bir İslâmcı militan-lider. Kimliğini bu sıfatından bağımsız düşünmek -en azından henüz- mümkün değil. Oysa dünya çapında efsaneleşebilmesi için “son ana kadar savaşarak ölen Filistin ulusal kahramanı” olması, din uğruna değil hakları için savaşan biri olarak tanınması gerekiyor. Bu ise baskıcı bir İslâmcı örgütü temsil etme makamından uzaklaştığı oranda mümkün. Fakat kısa vadede onu kahramanlaştıracak olanların İslâmcılar, belki daha geniş anlamda, çeşitli ülkelerin Müslüman halkları ile sınırlı kalacağı belli. Meselâ bizdeki gibi, İsmail Heniye’yi şehit olarak anıp Hasan Nasrallah’ın lafını bile etmeyen mezhepçi tutumlar -ve karşılıkları-, bunu daha da sınırlandıracaktır. Nitekim mezhepçiliğin engel oluşturmamasına rağmen, muhtemelen “eli silahlı”lığı nedeniyle Sinvar’ın hatırasına Heniye’ninki kadar -özellikle diplomatik- hürmet gösterilmediği ortada.

Öbür yandan, şu anda Afrika’da giderek yayılan ve güçlenen silahlı İslâmcı örgütler (DAİŞ, El Kaide ve yerel uzantıları) nezdinde de siyasî nedenlerle Sinvar’ın kültleşmesi sözkonusu olamaz. Belki örgüt tabanları nezdinde bir nevi halk kahramanı gibi anılabilir. Yine de bu örgütlerin liderliklerinin “resmî” düzeyde bir Sinvar mitosunu kaldırabileceklerini düşünmek zor. (Öte yandan İslâmcı siyasetin oportünistlik imkânlarını elbette küçümsememek lazım.)

Yahya Sinvar’ın küresel ikon haline gelmesinin önündeki bütün bu engellere rağmen, özellikle o son görüntünün hangi ülkelerdeki hangi gençleri, gençlik gruplarını, örgütleri etkileyeceğini bilmek imkânsız. Fakat bunların şu ya da bu ölçüde olacağını ve İsrail devletinin, halkının ve dünyanın her yerindeki Yahudilerin başına bela kesileceğini tahmin etmek kolay. Yakın vadede, İsrail katliamlarına her gün yenisini ekler ve etnik temizliği artık kimsenin inkâr edemeyeceği, geçici savaş manevralarına bağlayamayacağı aşamaya yükseltirken doğacak tepkiler, Sinvar’ın drona fırlattığı sopanın ilhamıyla beslenecek. Hâlihazırda sürdürülen dehşetin kimsesiz bıraktığı, sakatladığı çocuklar ellerine silah alabilecek yaşa geldiklerinde, elbette kolu koparılmış savaşçının son andaki direnişinden kuvvet alacaklar.

İsrail’i yöneten ırkçılar, şu son bir yılda, katliamlar yılında elde ettikleri başarılar ve ABD ile öbür büyük Batı devletlerini parmaklarında oynatabilmelerinin getirdiği şımarıklıkla kendilerinden geçtiler. Genel olarak gayet hesaplı kitaplı davranmalarına, bin türlü dolabı el altından aynı anda çevirmelerine alışılmış İsrail liderleri, kolu kopmuş savaşçının hayattaki son anında kendisini görüntüleyen drona sopa fırlatmasının görüntüsünü yayınlarken, ancak gözü dönmüş kibirin ürünü olabilecek gaflete düştüler. Onlar oraya bakınca, kolu kopmuş, ölmek üzere bir çaresiz adam görmüş, zaferlerinin ete kemiğe bürünüşünü izlemiş olmalılar. Egemenin, güçlünün kibiri böyle bir şey. Ötesini görmeye engel.

O görüntünün dünyaya yayılmasının başlarına açacağı işi hesaplayamayacak kadar görmez olmadılarsa, başkalarına yapabileceklerinin sınırsızlığına dair şüphe duymazlıkları, küstahlıkları aklımızın havsalamızın alamayacağı düzeye çıkmış demektir. Belki de bu aymazlığın gerisinde Filistinlileri sahiden insandan saymamak, “insanımsı hayvan” kabul ettikleri yaratıkların müstakbel duygularını önemsememek, “gelsinler, öldürürüz, sıkıntı yok” diye düşünmek vardır.

Böyle olamayacağını, kimi öldürürlerse öldürsünler bundan böyle rahat huzur neymiş tadamayacaklarını, İsrail toplumunun bugüne kadar başardığı ne varsa hepsinin yavaş yavaş yerini koyu, çamurumsu bir insânî yoksunluğa bırakacağını, orada doğup büyüyecek herkesin daha küçük yaştan ruhen arızalı hale geleceğini, aklı başında, vicdan sahibi herkesin oradan kaçacağını, paranoyanın yaşam zevkine yer bırakmayacağını, katillerin iç sarsıntılarının sükûneti ebediyen yok edeceğini veya katilliğin toplumca benimsendiği ve şartlar değiştiğinde ona göre cezalandırılacağı bir başka dehşet ihtimaline kapıların açılacağını… kim hayal etmek ister? İsrail’in artık kimseye hayır getirmesi zor intikam saldırılarına hedef olacağı ya da İsraillilerin, içeri kimsenin giremediği, kendilerinin de dışına çıkamadığı yüksek duvarların arasında yaşamaya mahkûm kalacağı müstakbel gelecekte, belki de, hayattayken işlediği bütün günahlardan arındırılmış bir Sinvar, kopmuş koluyla oturduğu o koltuktan sopa sallıyor olacak.

Yahya Sinvar, kendisiyle yapılan son görüşmede, “Kurban edilirken sessiz sedasız kalmamızı istiyorlar,” diyordu. “Hayır, sessizce kurban edilmeyeceğiz!” Che, geleceğe dair umudu temsil ediyordu. Sinvar geleceği değil bunu temsil ediyor, kurban edilişe sessizce boyun eğmemeyi. Burada artık siyaset değil, bahsettiğimiz.