Sıradanlığın Sefaleti
“Türkiye’deki elitistler” ve onların “korunaklı alanları” olarak görülen kurumlara karşı nefretin, hıncın, oraları fethetme, fethedilemiyorsa mahvetme, imha etme harekatının köklü bir geleneği, köklü bir tarihi var. Özellikle eğitim dünyasının son elli yılına bakılırsa, anti-elit harekatın devlet – millet birliği içinde, büyük bir istikrarla, azimle sürdürüldüğü görülecektir.
Önce teşekkür: Elitler ve millet meselesini gündeme taşıyanlar, son derece hayırlı bir iş yaptı.
Kendi payıma epeydir sorguladığım, arsızlaşma sözünden başka pek bir karşılık bulamadığım, yine de neden ve nasılını anlamakta, açıklamakta zorlandığım durumu, nihayet bir nebze açıklığa kavuşturmaya yardım etti elit – millet muhabbeti. O nedenle kendilerine teşekkür borçluyum, borçluyuz.
İkincisi, başlıktaki sefalet sözünü aşağıdakilerle değiştirebilirsiniz:
Sıradanlığın marifetleri ya da aynı anlama gelmek üzere rezaletleri ya da cesareti, yukarıda da söylemiştim; arsızlığı da denebilir ve tabii gücü, şiddeti, kötülüğü ve hepsinin toplamı: Sıradanlığın saltanatı… ya da siz bulun doğru lafı.
Sefaletten saltanata uzanan hal sadece buraya, bize özgü değil. Bakın Amerika’ya, orada da aynısını görürsünüz.
Çizgi roman karelerinden, fantastik mesellerden, filmlerden devşirdikleri giysileri, aksesuarları kuşanıp, yüzlerini – bedenlerini savaş boyalarıyla donatarak “elit çeteler”in iktidarı çalmasına karşı ayaklanan millet ordusu, onları “vatanseverler” olarak vaftiz edip cepheye süren turuncu saçlı başkomutan ve eylemleri, elitlere karşı millet muhabbetinin son şahikasını örneklediler.
Buraya dönersek, “Türkiye’deki elitistler” ve onların “korunaklı alanları” olarak görülen kurumlara karşı nefretin, hıncın, oraları fethetme, fethedilemiyorsa mahvetme, imha etme harekatının köklü bir geleneği, köklü bir tarihi var.
Özellikle eğitim dünyasının son elli yılına bakılırsa, anti-elit harekatın devlet – millet birliği içinde, büyük bir istikrarla, azimle sürdürüldüğü görülecektir.
MAHPUSUNU KISKANAN GARDİYAN
Anti – elitsit harekatın eğitim cephesindeki uygulamalarının sonucunu lise düzeyi öğrencileri arasında üç yılda bir yapılan PİSA Testleri üzerinden incelemek mümkün. Okuma, matematik, fen bilimlerini kapsayan testlerin sonuncusu 2018’de yapıldı. Türkiye 37 OECD ülkesi arasında 31. Sırada yer aldı. Üstelik bir önceki testlere göre puanını ikiye katlayarak!
2 milyon 296 bin öğrencinin yarıştığı 2020 üniversite giriş sınavı sefaleti olanca açıklığıyla ortaya çıkardı: 550 bin öğrenci baraj altında kaldı. Bunların elli bine yakını (48.228 kişi) resmen sıfırda kaldı.
Kırk soruluk testlerde Türkçe net ortalaması 14, matematik 5.5, fen bilimleri ortalaması 2.6’dan ibaret.
Bu muhteşem performansın yıllardır süren ikili eğitim sistemiyle gerçekleştiğini unutmayalım: Okul + kurs / etüt… Hayli masraflı, hayli pahalı, nafile eğitim. Aslına bakılırsa hiç nafile değil. Niteliksizlik, yani sıradanlık eğitimi yönünden son derece tutarlı, başarılı.
***
Anti- elit harekat, her şeyden önce anti – eğitim harekatıdır.
Gerek uluslararası, gerek yerel ölçekte performansını yukarıda andığımız ortaöğretimin bir vakitler devlet eliyle yaratılmış “elit” kurumlarının başına gelenler anımsanırsa harekatın kökenleri ve boyutu daha net ortaya çıkacaktır.
Bilindiği üzere tek parti despotizmine karşı Demokrat Parti 1950’de Yeter! Söz Milletindir! sloganıyla iktidara geldi.
Elit – millet ikiliğine başkaldırı, zaferi getirdi ama partinin vaat ettiği özgürlük ve demokrasi “millet” için değil, onun temsilcileri, yani kendileri içindi. Cumhuriyet eliti –asker, sivil bürokrasi- “kasketliler, poturlular” diyordu onlara. Taşra eşrafı, toprak ve mülk sahipleriydiler. İktidarı alınca kentlerde kasabalarda Halkevleri’ni, mülksüz köy çocuklarından eğitimci, “cumhuriyet aydını” üretme ocağı olarak kurulan Köy Enstitüleri’ni külliyen yok ederek işe başladılar.
Kendi çocuklarını ikincillikten kurtarıp hem varlıklı, hem saygın, seçkin, yani elit haline getirmek için okullar da açtılar: Yabancı dilde eğitim verecek Maarif Kolejleri 1955’de kuruldu altı kentte. Tam yirmi yıl sonra, Milliyetçi Cephe iktidarı kendi içinde “elit” üreten Maarif Kolejleri’ni yerli-milli hale getirip adını Anadolu Lisesi yaptı. 1993’e gelindiğinde sayıları 193’ü buldu, 2011’de genel liselerin bir kısmı da Anadolu Lisesi oldu, sayı 1700’ü geçti… Sonrası malum, Anadolu olmayan kalmadı.
Kahrolsun elitizm. Mecburi istikamet sıradanlık.
ÖLDÜREN KİTAPLAR
Maarif Kolejleri’nin köküne kibrit suyu döküldüğü sırada, genç bir bilim insanı 1970’lerden itibaren, adını koyalım; 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası, liselerden üniversiteye gelen öğrencin niteliğinde düşüşü, sıradanlaşmayı gözlemliyor, nasıl aşılabileceğini araştırıyordu:
Liseler, gençlere - hemen hemen- hiçbir şey vermiyordu. Tarih, felsefe, sosyoloji, edebiyat ve sanat gibi kültürün temel konularında, öğrencilerin kafalarına yalan yanlış, abuk sabuk, ipe-sapa gelmez birtakım şeyler tıkıştırılıyordu. Ne gerçekçi ve bilimsel bir yaklaşım, ne de bir bütün olarak kucaklayış kültürü. Bir bölük-pörçüklük, bir dermeçatmalık, bir keşmekeş kısacası.
…..
Üniversite ya da yüksekokullara bu durumda gelen gençler de, oralarda izleyeceklerini gerektiği gibi izleyemiyor, öğreticilerle aralarında bir "kültürel diyalog” kurulamıyor, bir "kör döğüşü"dür gidiyordu özetle.
Bu saptamadan yola çıkan Server Tanilli kendi “kültür açığı”nı kapatmak üzere kurguladığı Uygarlık Tarihi dersini 1972 – 1975 tarihlerinde başlattı. Dersleri ve ders notları nedeniyle yargılandı. 7 Nisan 1978’de sokaktaki yargılama fiili infaza dönüştü, kurşunlandı. Ölümden kurtuldu ama felç oldu. Hayatının son 33 yılını tekerlekli sandalyede geçirdi, 29 Kasım 2011’de aramızdan ayrıldı.
***
Sever Tanilli’nin asli alanı anayasa hukukuydu. Hukukun, kamu hukukunun, bunu oluşturacak yurttaşlık bilincinin temelinin eğitime; eğitimcilerle eğitilenlerin, dünyadaki diğer toplumlar ve insanlarla kültürel diyaloğuna bağlı olduğunu biliyordu. Cezası ağır oldu.
Yine onun kuşağından, Tarsuslu bir halk çocuğu, ülkeyi ve insanını mesele eden sosyolog Cavit Orhan Tütengil, ne yazık ki Tanilli kadar şanslı değildi.
Tütengil, Antalya ve Diyarbakır liselerinde, Köy Enstitileri’nde öğretmenlikten sonra Kanunların Ruhu’nu ilk mesele edenlerden Montesquieu’nun siyasal ve ekonomik düşünceleri üzerine doktora tezi hazırlamıştı. 1969’da İstanbul Üniversitesi’nce basılan ders notları, Sosyal İlimlerde Araştırma ve Metod bu alandaki ilk çalışmalardandır. Eksikliği, elli yıl sonra bile duyulmaktadır. Ertesi yıl yayımlanan kitabı ise Azgelişmişliğin Sosyolojisi. Ve bugün o da geçerli, nedense hiç çalışılmıyor. Neden acaba?
Tütengil Hoca 7 Aralık 1979’da koltuğunun altında çantası, derse yetişmek için durakta otobüs beklerken vurularak öldürüldü.
Çok elitti. Sıradanlık affetmez.
Bu konu burada bitmez.