Şirin, Cemal ve diğerleri!
Şirin Ebu Akile de “öldürülen gazeteciler dünyası”na katıldı, bedeninde İsrailli keskin nişancının mermileriyle. Rusya’daki, Türkiye’deki meslektaşları gibi. Orada Cemal Kaşıkçı’ya da rastlayacak. İki “müttefik devlet”in, biri İsrail’in diğeri Suudi Arabistan’ın kurbanı iki gazeteci olarak buluşacaklar.
El Cezire muhabiri Şirin Ebu Akile de diğer gazeteci arkadaşlarıyla birlikte İsrail’in Cenin Kampı operasyonunu izlemek için oradaydı.
Kim bilir kaç senede kaç gazeteci, Cenin ve diğer kamplardaki “operasyonlar”da kaç kişi, kaç çocuk öldürülmüştü.
“Soykırım kampları”dan süzülmüş bir devletin kamplarda yaptıkları da, İsrailli muhaliflerin de protesto ettiği gibi, tarihin inanılmaz kahpeliklerinden biriydi.
Üstelik orası artık sözde “Filistin toprağı” sayılıyordu!
Türkiye’de basın meslek örgütleri ile sendikalar protesto etti hemen.
Uluslararası Gazeteci Federasyonu, oradaki gazetecilerin tanıklıklarına da dayanarak, “Kasıtlı, sistematik bir cinayet” dedi.
NE DİYECEĞİZ BİZ!
Biz ne diyeceğiz?
Devletimiz, oynak siyasetimiz, sözde kararlılık gibi pazarlanan ilkesizliğimiz ne diyecek
Ekonominin düştüğü çukurda, herkese hemen açılan devletlu ellerimiz Şirin Ebu Akile’nin hatırasını nasıl kucaklayacak, hangi utanmaz yüzle uzanacak?
Tam da “bir kez daha yeniden yakınlaştığımız” İsrail’e bir şey demek var çünkü!
Ama daha kötüleri de var.
Burası, şöhretli ve şöhretsiz onlarca gazetecinin, hem de buradaki “güçler” tarafından öldürüldüğü bir ülke değil mi?
Hapisleri, kelepçeleri saymıyorum.
Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu ve diğerleri diye bildiğimiz, perde arkası aydınlatılmamış silahlı-bombalı cinayetlerin, polis dayağıyla öldürülen Göktepeler’in, ülkenin genelinde kimsenin umursamadığı Güneydoğulu öldürülmüş gazetecilerin ülkesi.
Tamam onlar “iç” meselemiz olsun! Onca sırrıyla, kiriyle içimizde kanayıp dursun.
“Dış” halimizin içtihadı ne?
Bu topraklarda bir devletin uzantıları tarafından öldürülüp paramparça edilmiş muhalif Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın hakkı, hukuku, davası ve cinayetin sırları da Suudi Arabistan despotluğuna hediye edilmedi mi?
Aranız kötüyken cinayeti uluslararası bir koz gibi kullanıp (bir de bütün dünyada takdir görüp) sonra da “duygusal nedenler” yüzünden dosyaları palas pandıras Suudilere teslim ederek, ülkenizde bir gazetecinin katledilmesine omuz silkmek!
Bu ülkeye layık görülen ilke bu!
Gazeteci Kaşıkçı’nın ruhunu bile cinayetin arkasındaki gölgelere teslim edip Şirin Ebu Akile’nin hukukunu hangi ilkeyle savunacaksınız?
Hele kendi ülkenizde gazeteciden, gazetecilikten ne anladığınız çok bariz iken!
“Kaşıkçı’nın ruhu” zaten kendi başına gelene, kurbanın hakkının cellada teslimine mi şaşırsın, yoksa “ilkeli Türkiye dış politikası”nın Suudi Arabistan karşısındaki haline mi?
MURSİ ÖLDÜ, YAŞASIN SİSİ
Esad’a karşı önce Ankara’ya gaz veren, sonra da Katar ile gerilimleriyle birlikte Türkiye’ye de sırt çeviren ve arkadan dolaplar çeviren ülke değil miydi o?
Hani “Kardeşimiz Mursi”ye karşı “Müstakbel birader Sisi”nin askeri darbesini bizzat organize eden, “dört parmağımız Rabıta”nın ruhunu ezdirten Suudi diyarı değil miydi o?
Bahreyn’deki insan hakları arayışlarını da, Yemen’deki sivilleri de, Arap Baharı’nın biraz insani, vicdani hayallerini de gömmek için seferber olmuş devlet değil miydi o?
Bakın Mısır’da Suudi Arabistan’ın organize ettiği askeri darbe olduğunda şunu yazmıştım. Bundan 6,5 sene önce:
“Misal, Mısır’da ‘darbe’ oldu.
Bunu darbenin olduğu saat, yazının ertesi gününü beklemeden ‘Bunun adı darbedir’ diye hemen internet üzerinden yazmış, darbenin katliamlarının adını ‘Bi dur bakalım’ diye beklemeden koymuş biri olarak söylüyorum.
O gün de darbeydi onun adı, bugün de.
Nitekim Cumhurbaşkanı ve iktidarı da öyle dedi ve diyor.
Tutarlılık!
Ama ‘darbenin arkasındakiler’ diye kınaya kınaya sadece Batı’yı kınadılar.
Oysa Mısır darbesinin esas aktörü, finansörü, teşvikçisi, tedarikçisi S. Arabistan’dı.
Bizim ‘büyük devlet adamları’ S. Arabistan’a ne o gün ne bugün tek kelime edebildi.
O vakit ne oluyor?
İçten pazarlık ve hakikatin yamultulması oluyor.
Esasen kınadığın, sert çıktığın bir darbe ve katliamın esas patronunu gizlemiş, onlar karşısında eğilmiş bükülmüş, onların yanında kaybolmuş oluyorsun!
Kınadığın darbenin esas efendisiyle her yere demokrasi götürürsünüz.
Masrafı neyse artık.
Sorun o demokrasiyi parça parça buradan söküp götürmenizde.
O vakit, vatandaşlarınızın da yok olduğu ‘Şeytan Taşlama Katliamı’ kurbanı yüzlerce Müslüman orada yatarken bile ‘darbenin efendisi’ o katliamda da aklanır!”
O gün öyleydi ve Suudi despotluğuyla birlikte Suriye’ye “demokrasi” götürülecekti! Aynı meselede aramız bozulup ipler kopana, “Sunni dünyasının liderliği rekabeti” kızışana kadar.
2022’de yeniden 2015 pozisyonuna, Suudiler tek milim kıpırdamadan, koca Türkiye tekrar bağlanana kadar!
Bu topraklardaki nice değer Katar’a devredilirken, Suudiler de geri kalmasın diye kollar tekrar açılana kadar.
Filistin’i, Müslüman mültecileri zerre umursamayan Suudi Arabistan’ın İsrail ile kurduğu “İran karşıtı hat”ta yeniden yazılana kadar!
Suudi zorlamasıyla, “kardeşimiz Mursi”yi devirip ölümüne hapseden General Sisi ile de karşılıklı göz kırpana kadar!
BU MUDUR!
Şunu da yine 2015’de yazmışım: 2022’de de aynen olması “İslam’ın şartı”mıydı?
“Bu ülkenin biriktirdiği değerler S.Arabistan despotlarının peşinde tüketilip gidiyor. Nedir S.Arabistan rejiminin dünya, insanlık onuru, İslam dünyası, yoksul halklar, kadınlar, çocuklar için temsil ettiği insani değerler?
Despotik Saray’ı İslam dünyasının önüne, tepesine konduran utanmaz, ikiyüzlü bir Batı lisanında “Sünni İslam dünyasının lideri S.Arabistan” denmesi, Ankara efendilerini hiç mi utandırmıyor?
Bu ülkedeki inançlı, sağduyulu, vicdanlı insanlar hiç mi sorgulayamıyor bu tabiiyeti?
Ekonomiye sıcak para, vakıflara bağış gibi “maddi gazlar”la da Suudi Sarayı’nın eline, eteğine yapışılması bir topluma utanç vermeyecek mi? S.Arabistan’ın ufku mudur, bu ülkedeki insanların umut, hayal ve hayat çizgisi?”
Şirin Ebu Akile de “öldürülen gazeteciler dünyası”na katıldı, bedeninde İsrailli keskin nişancının mermileriyle.
Rusya’daki, Türkiye’deki meslektaşları gibi.
Orada Cemal Kaşıkçı’ya da rastlayacak. İki “müttefik devlet”in, biri İsrail’in diğeri S. Arabistan’ın kurbanı iki gazeteci olarak buluşacaklar.
Milliyetleri ne olursa olsun, hakikati arayanların ilkeli kadim dostluğunun çok daha kıymetli olduğunu konuşacaklar.
Belki Ankara’nın da kulakları çınlar!