Siyahların tarihi saygı görene kadar kendilerine de saygı duyulmayacak
Öğretmenlerim ve beni döven polisler, tarihimizin bir değeri olmadığını düşünüyordu. Ancak artık bazı şeylerin değişebileceğine ilişkin bir umut var.
Benjamin Zephaniah
Keşke Siyah Tarihi Ayı’na* ihtiyacımız olmasaydı. Ama gerçekten de var. Şimdi ona her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Eskiden burada (İngiltere’de) böyle bir anma yoktu ama ABD'de bir anma ayı mevcuttu. 1987’de bunun İngiliz versiyonuna duyulan ihtiyacı konu alan bir bildiri İşçi Partili politikacı Linda Bellos’a sunulana dek yıllarca elden ele dolaştı. Bellos, birkaç defa karşılaştığım biriydi ama pek çok protesto ve gösteride yan yana geldik. Devrimci bir insan olarak kalmayı başardı ve aynı zamanda Lambeth Konseyi’ne** liderlik etti.
Londra okullarındaki ilk Siyah Tarihi Ayı’na öncülük eden de Bellos’tu ve bunu yaparak tarihe geçti. İkimiz aynı nesildeniz ve bu yüzden ‘siyah’ terimini kullandığında, bunun politik bir terim olduğunu ve ten rengine yapılan bir atıf olmadığını anlayabiliyorum; bu, şimdilerde çoğu insanın anlamakta zorlandığı bir şey.
TARİH ÖNEMLİDİR
Bir öğrenciyken tarihle ilgilenmezdim; çünkü bana siyahların bir geçmişi olmadığı öğretiliyordu. Bizler, çoğunlukla ünlü beyaz kaşifler tarafından ‘keşfediliyorduk’, büyük beyaz fatihler ve misyonerler tarafından uygarlaştırılıyorduk ya da büyük beyaz kölelik karşıtları tarafından ‘özgürleştiriliyorduk’. Ancak reggae müziğini dinlemeye başladıktan sonra kendi tarihim hakkında bir şeyler işitmeye başladım. Bob Marley’den bahsetmeyeceğim, o kendi payına düşeni zaten yaptı ama Pablo Moses, Fabienne Miranda, Peter Tosh, Fred Locks, Burning Spear, I Roy, Big Youth, Judy Mowatt ve çok daha fazlası vardı. Benim öğretmenlerim işte bunlardı.
Siyahlar okullarda ve sokaklarda dövülüyordu; işte bu yüzden insanların oturma odalarında ve toplum merkezlerinde (takviye) cumartesi okulları açmaya başladık. Bilgiye o kadar açtık ki… Sokaklarda ırkçı çeteler ve dazlak gruplar vardı ve bazen kendimizi savunmak zorunda kalıyorduk.
Ve polis bize yardım etmedi. Geçenlerde bir hesap yaptım ve gerçek şu ki, (İngiltere’de faşizmi savunan/ç.n.) Ulusal Cephe’den daha çok polisten dayak yediğimi anladım ve beni döven tüm bu polisler hakkında kesin olarak söyleyebileceğim bir şey var; onlara göre benim bir tarihim, zekâm, haklarım ve insani değerlerim yok. Bu polisler, okulda iyi bir eğitim almamışlardı.
Doğu Londra sokaklarında savaştığım ırkçılar ortadan yok olmadı: Artık saygın işleri var, takım elbise giyiyorlar ve çok daha organize haldeler. Bir örgütleri var ve bu sayede ofis masalarından etrafa vahşet saçabiliyorlar. Bu yüzden, insanlar bugünlerde ırkçılığın ‘sistem kaynaklı’ ve ‘güce dayalı bir sistem’ olduğundan bahsediyorlar.
SİYAHLARIN PAYINA DÜŞEN
Ellerine güç verilen bağnazlar, ırkçılıklarını nasıl süsleyeceklerini ve daha ‘kabul edilebilir’ hale getireceklerini öğrendiler; bu sayede ana akım medyada boy gösterebilir ve hatta ‘konuşma özgürlüğü’ ve ‘denge’ adına çıkarıldıkları televizyon programlarında sizinle tartışabilirler. Size, göçmenlerden nefret ettikleri için değil, ‘ülkelerini sevdikleri’ için sınırları korumak istediklerini söyleyecekler. Onları tanırsınız; cümlelerine “Ben ırkçı değilim ama…” diyerek başlarlar.
Şu anda dünya genelinde yaşanan ayaklanmalar uzay boşluğunda gerçekleşmiyor. Bunlar gerçekleşiyor, zira tarih göz ardı ediliyor ve neticede bütün bunlar bizim tarihimiz. Birçok beyaz üstünlükçünün heykeli yıkılmalı ve geriye kalanların, şayet kalırlarsa, bunu bağlamları içinde ve geçmişleriyle birlikte yapmaları gerekir. Ne var ki bu yalnızca heykelleri yıkmakla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda dürüstlükle de ilgili. Eğer İngiltere’nin köle ticaretindeki katılımı ve rolü nedeniyle kölelikle bağlantılı her şeyi yıkarsak, geriye hiçbir şey kalmaz.
George Floyd’un öldürüldüğünü gördüğümde, kuzenim Mikey Powell’ın ölümünü hatırladım. Siyah kadınların özgürlük ve adalet hakkında konuşmaya cesaret ettiklerinde uğradıkları hakaretlere şahit olduğumdaysa, basının ABD’de Angela Davis’e ve İngiltere’de Linda Bellos’a nasıl davrandığını hatırlıyorum. Bize nefretlerini kusanlar, gayrimeşru bir şekilde bizleri yönetenler ve bizi haksız yere yargılayanlar, daha tarihimize bile saygı duymazken bizlere nasıl saygı duyabilirler ki?
Artık tarihi seviyorum. Büyüleyici, aydınlatıcı ve uyarıcı ama yine de orada yaşamak istemem. Siyahların tarihi mükemmel değildir. Diktatörlerimiz, katliamlarımız, savaş çığırtkanlarımız ve türlü kötülükler yapan insanlarımız oldu ve bunu söylemekten çekinmemeliyiz. Ama aynı zamanda öncülerimiz, üniversitelerimiz, mucitlerimiz, büyük yazarlarımız, büyük şairlerimiz, bilim insanlarımız, haritacılarımız, öğretmenlerimiz ve filozoflarımız da oldu. Beni döven polis ise bunları bilmiyordu.
TOPLUM BİR DEĞİŞİMİN EŞİĞİNDE
Yine de umut var. Birkaç yıl önce, henüz Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Değerlidir) protestoları ilk başladığında siyahlara ait bir şeydi ama bu yıl her şey değişti. Beyaz öğrencilerimden bir kısmı benimle iletişime geçti ve gösterilerde onlara katılmamı istedi. Lincolnshire’da düzenlenen bir Black Lives Matter protestosuna gittim ve bu, bir ‘siyahların farkına varın’ eylemiydi.
Üzerinde “Siyahların Hayatı Değerlidir, anlamıyor musun baba?” yazan bir pankart tutan birini görünce gülümsedim. Yani bu genç beyaz kadın, babasına ırkçılıktan vazgeçmesini söylüyordu. Genç nesiller derdini dile getirebiliyor. Ayağa kalkıyorlar. Siyahlar ve beyazlar birlikteler ve bu onlara kendilerini iyi hissettiriyor. Ama tarihimiz de ayağa kalkmalı.
Yaşlı birisi olabilirim. Bir gün ben de tarihe karışıp gidebilirim. Bununla birlikte, tarihimizin bizzat bizler tarafımızdan anlatılmasını ve geleceğimizin bizim tarafımızdan yaratılmasını sağlayabilmek için Siyah Yazarlar Derneği’nin yaratılışındaki rolümü oynamaya çalışıyorum. Konuyu ‘Windrush Child’*** (Windrush Çocukları) adlı kitabıma bağlamayacağım. Yalnızca, ozan arkadaşım Linton Kwesi Johnson’un söylediklerinden bir alıntı yapacağım: “It is noh mistri / Wi mekkin histri.” Şimdi bunu çevirin bakalım.****
Ana akım parti siyasetleri gerçeklikten fazlasıyla uzaktır. Aslında bu oyuncuların hiçbir fikri de yoktur. Irkçılık karşıtlarına ‘ırkçı’, barış isteyen bizlere ‘hayalperest’ diyorlar. Tarihimizden bir şeyler öğrenmeyi reddediyorlar ama Siyahların Tarihini Anma Ayı’ndan, sanki Noel, Paskalya ya da kilise tarafından bize dayatılan kutsal bir gün gibi bahsediyorlar.
Siyah Tarihi Ayı’na her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Eğer dünyada neler olduğunu gerçekten idrak etmek ve onu daha iyi bir hale getirmek istiyorsak, geçmişle yüzleşmeli ve ondan ders almalıyız. İyi ya da kötü… Bunu kendimize ve gelecek nesillere borçluyuz. Şimdi gidin ve biraz reggae dinleyin. Devam edin. Basların sesini açın!
*Siyahların Tarihini Anma Ayı, Afrika kökenli Amerikalıların Tarih Ayı olarak da bilinen, Amerika Birleşik Devletleri’nde başlatılan yılda bir düzenlenen bir anmadır. Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki hükümetler tarafından resmi olarak tanınıyor ve daha yakın dönemde İrlanda, Hollanda ve İngiltere’de de anmalar gerçekleştirildi.(ç.n.)
**Tam ismiyle Lambeth London Borough Council, İngiltere’de, Greater London’daki London Borough of Lambeth’in yerel yönetimidir. Bir Londra belediye meclisidir ve İngiltere’nin başkenti Londra’daki 32 yerel yönetimden biridir.(ç.n.)
***1948-1971 arasında istihdam açığını kapatmak amacıyla İngiliz Uluslar Topluluğu ülkelerinden İngiltere’ye çalışmak üzere getirilen insanların oluşturduğu kuşak.(ç.n.)
**** “It is noh mistri / Wi mekkin histri”, Linton Kwesi Johnson adlı reggae şarkıcısının Mekkin Histri adlı şarkısından bir alıntıdır. Formal İngilizcede “It is not mystery / We making history” biçiminde yazılır ve “Bu bir sır değil / Bizler tarih yaratıyoruz” biçiminde tercüme edilebilir.(ç.n.)
Yazının orjinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)