Siyasi isen siyasi kal!
Yönetmen ve senarist Yüksel Aksu az ama öz kariyerine başarılı bir film daha ekliyor. Çektiği "Cem Karaca'nın Gözyaşları" filmi bizce "Bergen" filmiyle birlikte son yıllardaki en başarılı 'biopic'lerden bir tanesi. Cem Karaca’nın artık simgeleşmiş sözüne atıfta bulunarak bitirelim: "Siyasi isen siyasi kal!"
Dünya sinemasında olduğu gibi bizim sinemamızda da adeta 'altın çağını' yaşayan 'biopic' filmlerin son örneği "Cem Karaca'nın Gözyaşları", bu hafta sinema salonlarımıza uğruyor. Bizce bu 'biopic'in nispeten biraz geç vizyona girmesi anlaşılabilir çünkü filmin benzerleri arasında öne çıkan, ısrarla da altını çizdiği bir boyutu var: İşlediği karakterin siyasi yanı!
Göreceli olarak yakın zamanda önümüze gelen ve hafızamızda iz bırakan "Müslüm", "Bergen", hatta "Dilberay" gibi filmleri hafife almıyoruz ve bu yapımların sadece bir hayat hikayesini sunmadıklarını ve tanıttıkları karakterlerin kişiselden ziyade toplumsal değerleri temsil ettiklerini kabul ediyoruz. Ancak bu film, bir anlamda çıtayı daha da yükseltiyor ve sadece bir şarkıcı ve yanında taşıdığı sosyolojik değerleri değil aynı zamanda onunla özdeşleşmiş politik duruşu da seyirciye sunmaya çalışıyor.
Kuşkusuz birçok büyük sanatçı değişik müzik türlerinde çok büyük eserler hatta zaman zaman 'başyapıt' sayılabilecek müzik parçaları bestelediler ama bizce Karaca’yı müzik açısından benzerlerinden ayıran asıl nokta, birçok değişik türü harmanlayarak belki de çoğu kişinin göze alamayacağı hatta imkansız gördüğü bir müzikal sentezi yakalaması oldu. Karaca’nın yarattığı bu türü Anadolu pop veya Anadolu rock olarak adlandırabiliriz ama onun zaman zaman halk türkülerini yorumlayan, önemli şiirlere müzikal bir yön veren bir ozan olduğunu düşündüğümüzde bu değerlendirme bile biraz yetersiz durabilir.
DERLİ TOPLU BİR ANLATIM
"Cem Karaca'nın Gözyaşları" filminde gözümüze çarpan ilk nokta yönetmen Yüksel Aksu’nun senaryodaki hakimiyeti oluyor. Filmin ana hikayesi gereksiz detaylara fazla girmeden sorunsuz bir şekilde akıyor. Aynı şekilde Karaca’nın hayatındaki ve kariyerindeki önemli virajlar da akademik olmayan bir dille verilmiş. Sadece bizce biraz hızlıca 'bitirilmiş' hissiyatı yaratan final, bu bütünlükte deyim yerindeyse 'sırıtıyor'! Ağzımızda ekşi bir tat bırakmasa da biraz daha sonrasını görme hevesimiz tam olarak tatmin olmuyor.
Yönetmen Yüksel Aksu, 'biopic' çeken birçok yönetmenin yaptığı gibi başkarakterinin çocukluğuna 'yeterli' bir bakış atıyor. Karaca’nın sanatçı ailesini tanıtmaya, (Eğer o zaman başlamışsa) başkarakterin müzik tutkusunun doğmasına ışık tutmaya ve ne yazık ki sonrasında bütün sağlığını etkileyecek menenjit hastalığını göstermeye yarayan bu (flash-back) açılış, filme sağlam bir giriş noktası sağlamayı başarıyor. Sonrasında Karaca’nın ailesi birçok ünlü olmuş ismin ailesinin aksine daha açık görüşlü oldukları için oğullarının müzisyen olmasına bir noktadan sonra karşı çıkmıyorlar. Daha doğrusu başta direniyorlar ama sonrasında kabul etmek zorunda kalıyorlar. Hatta bir ara babanın adam tutmasıyla sabote edilmeye çalışılan bu müzikal kariyer, Karaca’nın bu yoldan dönmeyeceğini adeta 'haykırmasıyla' bir daha (en azından aile içinden) müdahaleye uğramıyor.
Bu sekansların bir başka ilginç noktası ise Karaca’nın hepimizin bildiği müzik kariyerinden önce biraz gölgede kalmış ilk adımlarını görmemiz ve ilk aşkı Semra ile tanışmamız oluyor. Kariyerine yabancı rock parçaları söyleyerek başlamış olan Karaca’nın hayatı, askere alınmasıyla sarsılıyor ama yönetmen yine de bu dönemin sanatçının sonraki müzikal yönünde yeni kapılar açtığının altını çizmeyi ihmal etmiyor. Ayrıca artık Karaca ile özdeşlemiş aksesuarının, gözlüğünün ufak 'yolculuğunu' da görmemiz bizce hoş bir ayrıntı!
DAĞILAN GRUPLAR, PARÇALANAN HAYATLAR
Yönetmenin hikayede esas odak noktası, Cem Karaca’nın politik duruşu oluyor. Seçtiği şarkılar kadar şarkılaştırdığı şiirlerle de her zaman işçinin ve öğrencinin yanında olan, 'ezilenlere', baskı altında tutulanlara ve sömürülenlere destek çıkan ve bunun çeşitli şekillerde bedelini ödeyen Karaca’nın kariyeri adeta senaryonun kalbini oluşturuyor. Profesyonel ilk grubu Apaşlar’dan Moğollar’a kadar giden müzik yolculuğunda Karaca’nın sık sık 'solo' (!) bir duruma düşmesi grubun diğer üyelerinden çok daha politik olmasından kaynaklanıyor.
Ama bizce burada da ince bir ayrım var: Karaca ve grup üyelerinin arasındaki fark düşünselden ziyade eylemsel! Başka bir deyişle Karaca’nın arkadaşlarının özellikle Moğollar’ı göz önüne alırsak apolitik olduklarını kesinlikle söyleyemeyiz. Ama Karaca, o zaman politik açıdan 'alev alev' olan bir ülkede (70’li yıllar) işçi sınıfına sahip çıkmayı ve baskıcılara karşı isyan bayrağı açmayı sadece şarkılarıyla değil çok daha direkt bir şekilde ortak organizasyonlar yoluyla da yapmayı seçiyor.
Bu arada tabii ki 'Namus Belası', 'Parka' veya 'Tamirci Çırağı' gibi artık klasikleşmiş birçok unutulmaz şarkının doğuş hikayesine ve sahne performanslarına tanık oluyoruz. Ancak bu sırada hiç vazgeçmediği politik duruşundan dolayı özel hayatında hasarlar almaya başlıyor. Konserlerinde ses bombaları atılıyor, kavgalar patlak veriyor. Bu tacizler '1 Mayıs' şarkısını çıkarması ve hakkında savcılık soruşturması ile zirve yapıyor. Bilindiği üzere sonrasında Cem Karaca Almanya’ya gitmek zorunda kalıyor.
EL ÖPMEK DİZ ÇÖKMEK DEĞİLDİR!
Tam 1980 darbesi öncesi Almanya’ya gitmek ve burada 8 sene boyunca kalmak zorunda kalan Karaca’nın hikayesi buradan sonra çok daha dramatik bir hal alıyor. Film, bu süre zarfında Karaca’nın rahat bir hayat sürmediğinin ve ciddi bir memleket özlemi çektiğinin altını çiziyor. Ardında bırakmak zorunda kaldığı ve ülkeden çıkması yasaklanan ailesi, babasının kaybı ve sonunda vatandaşlıktan çıkarılması ile daha da vahimleşen bu sancılı süreç başkarakterin iç dünyasını daha da karartıyor. Ancak belki bir anlamda da ülkesine (eğer?) dönerse üstleneceği sorumluluğu daha da artıyor. Özellikle 70’li yıllarda filizlenen yeni bir 'sol' hareketinin simgelerinden biri haline gelmişken baskıcı bir iktidar tarafından dışlanan Karaca, ülkesindeki iktidarla ülkesi arasındaki çizgiyi net bir şekilde çizmeyi beceriyor.
Tam 8 sene sonra, Özal’la yaptığı görüşme sonrasında olaylı bir şekilde yurda dönmesi, hatırlanacağı üzere bazı kesimler tarafından 'döneklik' olarak görülmüştü. Sanatçı ise bu eleştirilere birkaç sene sonra 'Oh be' şarkısıyla kendince cevap vermişti. Yönetmen bu olayı da yani Karaca’nın Semra Özal’ın elini öpmesi ve sonrasında sanatçının iktidarla barışma sürecini, başkarakterinin avukatlığına soyunmadan ama olayın gerçek temelini onun bir röportajı vesilesiyle açıklıyor.
Filmin biraz erken gibi gelen finalinin hikayeyi güzel bir şekilde toparlaması ve Karaca’nın son yıllarda yaptığı bazı gereksiz ve yanlış eylemlere (Fetullah Gülen’i öven sözleri, bir canlı yayında 'Çırpınırdın Karadeniz' şarkısına eşlik etmesi gibi) de yer vermemesi bizce yerinde bir karar! Bunun amacı 'hataları örtmekten' ziyade, başkarakterin asıl duruşunu ve temsil ettiği şeyleri bu birkaç hatalı adımla yargılamamak gibi duruyor.
OYUNCULUKLAR IŞILDIYOR!
Cem Karaca rolünde İsmail Hacıoğlu neredeyse kusursuz bir performans sergiliyor. Her gün birkaç saat süren makyajının da yardımıyla (Bu arada makyaj bölümünün de başarısını kutlamamız gerekir) yarattığı beden dili, ses tonlaması canlandırdığı karakterle tam bir uyum içerisinde. Üstelik Hacıoğlu’nun aynı ("Müslüm") Timuçin Esen veya ("Bergen") Farah Zeynep Abdullah gibi, çok özel bir sesi kendisinin üstlenmesi ve bunun altından 'alnının akıyla' çıkması bizce gerçekten büyük bir başarı! Uzunca süren 'acıların adamı' rollerine ara vererek normal bir babayı canlandıran Fikret Kuşkan ve kariyerine bu kez dramatik bir rolle dönüş yapan Yasemin Yalçın ise ona layığıyla eşlik ediyorlar.
Sonuçta yönetmen ve senarist Yüksel Aksu az ama öz kariyerine başarılı bir film daha ekliyor. Çektiği "Cem Karaca'nın Gözyaşları" filmi bizce "Bergen" filmiyle birlikte son yıllardaki en başarılı 'biopic'lerden bir tanesi. Cem Karaca’nın artık simgeleşmiş sözüne atıfta bulunarak bitirelim: "Siyasi isen siyasi kal!"