Soğanın cücüğü
Nebati bakan, “ağaç kökü yesinler” diyen kudretli bakandan farklı olarak, hiç olmazsa yüzümüzü güldürüyor. Tabii burada temel bir farklılığı hatırlamakta fayda var, Nebati’nin kendisi fıkrası olan bir bakan değil, bizzat kendisi, gözlerindeki ışıltı, protokolde yer kapma yarışı, heterodoksi ile epistemolojiyi aynı cümlede kullanabilmesi ile bir dekadans fıkrası olan bir bakan…
“Sen padişah olsan ne yirdün dimişler, soğan cücüğü yirdim dimiş.”
Hititlerin bereket tanrısı Telapinu, bir sabah uyandığında orağını yerinde bulamaz. Sonrasında yaptığı bütün aramalar da beyhude çıkar. Altın orağı çalınmıştır. Hayata küser ve doğayı kendi haline bırakır. Telapinu’nun küsmesini büyük bir kıtlık takip eder. Bir demirci ustası olan Şittili, Telapinu’nun annesi Arinniti’ye yalvarır ve kıtlığın sebebini öğrenir. Bunun üzerine Şittili, köyündeki altınları toplar, Telapinu’ya altından pırıl pırıl bir orak yapar ve Arinniti’nin aracılığı ile orağı ona ulaştırır. Telapinu yeniden hayata döner ve doğa yeniden canlanır.
Arinniti demirci ustası Şittili’ye bu başarısından dolayı bir armağan vermek ister. Şittili ise armağan olarak hayatın sırrını ister ve Arinitti, Şittili’ye hayatın sırrının soğanda gizli olduğunu söyleyerek, ona dev bir soğan hediye eder.
***
Soğan bir kültür bitkisi olarak, dünyaya Asya’dan yayılmıştır. Türkiye’de ise yaklaşık 70 kadarı endemik olmak üzere 175 civarında soğan türü (takson) bulunmaktadır. Tarihsel olarak Ortadoğu ve Türkiye kültürü için vazgeçilmez bir önemi vardır. Ayrıca Türkiye AKP’nin iktidara geldiği yıllarda dünyanın en fazla soğan üreten ülkelerinden birisidir ve örneğin 2005 yılında yaklaşık 65 bin tonla dünyanın en fazla soğan ihraç eden 5. ülkesi olmuştur.
TÜİK’in 2002-2019 dönemini kapsayan verilerine göre AKP iktidara geldiği sene yaklaşık 150 bin ton olan soğan ihracatı, 2005’te 60 bin düşmüş, 2017’de 245 bin tona kadar yükselmiş 2018’den itibaren ise yeniden 100 bin ton civarlarına sabitlenmiştir.
Tarım Orman Bakanlığı verilerinden devam edersek, 2018’de 100 bin ton civarında gerçekleşen soğan ihracatı, 2019’da (TÜİK verileri 10. aya kadar dahil olduğu için 108 bin ton civarında gösteriyor) birdenbire 227 bin tona yükseliyor. 2020 ve 2021 yılında da ihracat 220 bin ton civarında gerçekleşiyor. 2022’nin ilk üç ayında 92 bin ton ihracat gerçekleşiyor ve kalan üç çeyrekte ihracat aynı büyüklükte devam etmişse 350 bin tonu buluyor.
Fakat, ihracatın böylesine büyümesi pek çok soru işareti barındırıyor. Durup dururken ihracatın 3-4 katına çıkmış olması bir yana, bu büyümenin, AKP’nin 7 Ocak 2020 ve 8 Mart 2023’te çıkartmış olduğu soğan-patates ihracatının ön izne bağlanmış olmasına ilişkin yasaya rağmen gerçekleşiyor oluşu oldukça ilginç.
Soğan ve patates fiyatlarının astronomikleştiği ve üreticisinden tüccarına herkesin ‘terörist, dış güç, fetöcü’ ilan edildiği, 2020-21 sezonundan sonra, 2021-22 sezonunda fiyatların görece ucuzlamasının sebebi, tarım bakanlığı ve ticaret bakanlığının almış olduğu önlemler değil. Pandemi dolayısıyla, Türkiye’nin en büyük soğan müşterisi olan Irak’ın Türkiye’den soğan almayı bırakmış olması ve gene pandemi dolayısıyla restoran ve otellerin kapalı olması sonucu soğanın iç piyasaya olağandan fazla arz edilmesiydi.
Oysa hükümet pandeminin başından itibaren, geçtiğimiz sonbaharda yaşadığımız 3 harfli marketler krizine benzer bir şekilde, yaşanan fiyat dalgalanmalarını ve arz sorunlarını, 20 yıldır uyguladığı neo-liberal politikalar, Bekir Pakdemirli gibi iş bilmez bakanlar ve yalnızca yandaşları zengin etmeye odaklanmış gümrük politikaları üzerinden değil, tüccarın stokçulaştırılması, üreticinin-satıcının da teröristleştirilmesi üzerinden gördü.
Daha da ilginç olan, Türkiye’de soğan rekoltesinin iç piyasa ve ihracat ihtiyacı ile mükemmel dengesine rağmen, tüm bunları yaşamaya devam ediyor olmamız. Gene Tarım Bakanlığının verilerine göre, yıllık 2 milyon 300 bin ton ve yüzde 114 yeterlilik seviyesinde ki bu yüzde 114’ün yaklaşık yüzde 10-15’i ihraç edildiğinde piyasanın arz-talep ve fiyatlar bakımından dengeye oturması gerekiyor ama bu bir türlü gerçekleşmiyor.
Zira, bütün bu 20 yıllık sürecin özellikle son 5-6 yılında daha da belirginleşti ki, bir ürünün halkın eline uygun fiyatla erişmesini temin etmek, hükümetin öncelikleri arasında değil. Bunun yerine, tıpkı telefon, otomobil, gıdada olduğu gibi, sebzeler de, hükümet ve yandaşlar kendi paylarını aldıktan sonra kalanı halka büyük bir pahalılık eşliğinde arz ediliyor. Burada, piyasayı düzenlemek için çıkarıldığı söylenen örneğin ithalatçı iktisat ya da ihraç mallarının ön izne tabi tutulması, arz-talep-fiyat dengesi ile değil, yalnızca belirli yandaş gruplarını zengin etmekle ilgili.
***
Sonuç olarak elektronik stantlarından, kıyafet vitrinlerine, manav tezgahlarına kadar her alanda yaşadığımız büyük yoksulluk aslında, doğal afetler, deprem ve pandemi tarafından oluşturulmuş bir yoksulluk değil ama bizzat tüm bunları da içeren, bu afetlerden güç alan, bu afetleri de çağıran neo-liberalizm ve onun yerli aktörleri tarafından oluşturulmuş, özellikle orta-sınıfların yoksullaştırılmasını hedef alan bir yoksullaştırma operasyonu ki, Nebati’nin patronu olan damat bu süreci, Türkiye’yi Avrupa’nın Çin’i yapacağız diyerek ilan etmişti.
Türkiye’nin Avrupa’nın Çin’i olup olmadığı tartışılır ama, Türkiye halkının yoksullaşma bakımından Çinlileştiği kesin. O kadar Çinlileştik ki, aslında müstafi damadın (yoksa affedilmiş miydi?) adamı olmaktan başka bir marifeti olmayan heterodoks epistemolojinin Nebati bakanı bile, şimdi Türkiye’nin yoksullarına “git soğanın cücüğü ile oyna biraz” diyor.
Ama Nebati bakan, “ağaç kökü yesinler” diyen kudretli bakandan farklı olarak, hiç olmazsa yüzümüzü güldürüyor. Zira, bu tür mizah olayını en son Turgut Özal’ın dublörlüğünü yapan Yıldırım Akbulut fıkralarından beri görmemiştik. Tabii burada temel bir farklılığı hatırlamakta fayda var, Nebati’nin kendisi fıkrası olan bir bakan değil, bizzat kendisi, gözlerindeki ışıltı, protokolde yer kapma yarışı, heterodoksi ile epistemolojiyi aynı cümlede kullanabilmesi ile bir dekadans fıkrası olan bir bakan…
Bu cücük meselesi de onun en son mahareti. Cücük aslında çocuk demek ama cücük kelimesinin hecelerini etimolojik olarak dikkatle incelediğimiz zaman, “göster yavrum amcalarına…” şeklindeki fallik göndermeleri kolayca müşahade edebiliyoruz. Konsantre bir erkek(lik) ya da fallusun müstearı olarak cücük… Daha önce de söylediğim üzere, bu sağ muhafazakar dünyanın kitch erkekliği, örneğin Turgut Özal’ın Erdal İnönü’ye “küçük Turgut ile oyna” demesine benzer bir şekilde, rakiplerini fallik göndermelerle murdarlaştırmaya, ya da muarızlarının duruşlarını fallik penetrasyonlarla bozuma uğratmaya bayılıyor.
Öte yandan, gene daha önceki yazılarımda söylediğim üzere, yoksulun hayali piyango çıkınca dünyadaki bütün soğan cücüklerini satın almaktan ibarettir. Yani bizim için ağız tadı olan, muktedirler için iki çıplak bir hamama yakışır mukallitliği.
***
Gelelim en baştaki hikayemize. Arinniti tarafından hayatın anlamı olarak, Şittili’ye verilen soğanın hikayesine. Şittili, üç gün boyunca Arinniti tarafından kendisine verilen dev soğanı katman katman ayırır. Her katman bir diğerinin aynısıdır. Sonunda soğan biter ama Şittili’nin elinde hiçbir şey kalmamıştır. Şittili öfkeyle ağlamaya başlar ve soğana dokunan herkes benim gözyaşlarımı paylaşsın der…
Belli ki, Şittili de, tıpkı gözleri ışıl Nebati gibi, ne soğanı ne de hayatın anlamını anlamamıştır.