YAZARLAR

Söğüt gölgesi, darı ambarı, bîçâreler ve sırma saçlılar

Bu, “mayın tarlasında söğüt gölgesi aramak” sayılıyorsa, Bahçeli’ninki de olsa olsa “kendini darı ambarında sanmak” sayılabilir. Bahçeli’nin barış-kardeşlik söylemlerinin kofti olduklarını, Anayasa için destek aramaktan başka hiçbir işe yaramayan içi boş ama kendisi hoş birer belâgat olduklarını söylemek “bîçâre”lik sayılıyorsa, Bahçeli’ninkiler de olsa olsa “âlemi kel kendini sırma saçlı, milleti kör kendini şahin bakışlı” sanmak sayılabilir.

Öyle ya, hepimiz merak ediyoruz Vehbi’nin kerrâkesini: “Bayram değil seyran değil Bahçeli DEM Partilileri niye öptü?” DEM Parti TBMM sıralarına giderek Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Van Milletvekili Pervin Buldan ve Ağrı Milletvekili Sırrı Sakık ile el sıkışıp hasbihâl eden Devlet Bahçeli, daha düne kadar ağza alınmayacak sözlerle hakaret ettiği DEM Partililere neden mavi boncuk dağıttı? İnsan merak etmiyor değil doğrusu. Ne ilginç değil mi, mevzu Bahçeli olunca hepimiz, onun muhaliflerine hakaret etmesini değil, ellerini sıkmasını ilginç buluyoruz. İleride, Bahçeli’nin siyasî tarihimizde nasıl hatırlanacağına dair manidar bir iz olarak kaydedelim bir yerlere.

Lakin işte alışmadık dilde nezaket durmuyor; her şey de bir yere kadar. Bahçeli bu sefer de kendisine “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” diye soranlara verdi veriştirdi partisinin geçen haftaki grup müsameresinde: “MHP Genel Başkanı olarak elimi uzattım. DEM sıralarına giderek elimi uzattım, doğaçlama olmayan bu iyi niyetli tutumumu önümüzdeki cumhurbaşkanlığı çarpışması ve yeni anayasa için cephe genişletme olarak görenler, mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan zavallı biçarelerdir.”

Meğer biz bîçâreler yine yanlış anlayasıymışız Devletlû Han’ı o, “Yeni bir döneme gir[erken], dünyada barışı isterken kendi ülkemizde [de] barışı sağlamamız” için DEM Parti sıralarına gitmiş. Açıkçası, “Dünya Barışı” temennilerini Miss-Turkey güzellerinden duyunca değil de “Gök girsin kızıl çıksın!” demesine, “Ayağınızı denk alın” demesine, “Bu hainler alsalar alsalar ağırlaştırılmış müebbet ceza alırlar ya da vücutlarına mermi alırlar.” demesine alışkın olduğumuz; gazetecilerden muhalif siyasîlere, Sinan Ateş’in annesinden, DEM Partililere, Altılı Masa’ya, Özgür Özel’e, MHP’yi eleştiren herkese… velhasıl elinin değdiği, gözünün gördüğü, dilinin döndüğü herkese ama herkese gariz küfürler savurmakta bir beis görmeyen Bahçeli’den duyunca daha bir garipsiyor insan.

Mademki öfke tanrımız Hanlar Hanı Kısıl Han’ın ağzından, kırk yılın başı, yaraya merhem misali bir “barış ve kardeşlik” sözü çıkmış; ciddiye almak artık farz-ı kifaye değil farz-ı ayındır demeli, öpüp başımıza koymalıyız. İyi niyetli sözlerdir en nihayetinde, sahalarda görmek istediğimiz futbol budur: “MHP bir adım atmazsa diğerlerinden bir şey beklemek doğru olmaz. Onun için fikirlerini kabul etmediğim, 40 yıldan bu yana Türkiye'nin birçok konusunda PKK'nın terör örgütü uzantısı şeklinde ifadede bulunanların yanında gitmek suretiyle ellerini sıkmam bu çağrıya dayalı bir kaynaştırıcı, birleştirici, Türkiye partisi olmanın işareti olarak görülmedir. Buradan başka bir anlam çıkarmak doğru değildir. Eş başkanı olan bir zaatında annesinin vefatını orada taziye olarak sunmak da bir insanlık görevidir.”

CUMHURBAŞKANLIĞI ÇARPIŞMASI, ANAYASA CEPHESİ, MAYIN TARLASI, DÜNYA BARIŞI

Merd-i kıpti hesabı, Devletlû Genel Başkan’ın dili -ne yazık ki- o kadar “barış” ve “kardeşlik” diline uzak ki “dostluktan”, “barıştan”, “taziyeden”, “iyi niyetten” bahsederken bile sirkatin söyleyebiliyor, “cumhurbaşkanlığı çarpışmasından” “anayasa cephesinden” “mayın tarlalarından” dem vurabiliyor. Dili o kadar “üsttenci” söylemi o kadar “buyurgan” ki, zaten her insanın yapması gereken bir şeyi yaptığı zaman -DEM Parti Eş Genel Başkanı’nın annesi İpek Bakırhan’ın vefatından sonra, Tuncer Bey’e başsağlığı dilemesi gibi- bile övgü bekliyor. Bakalım ne demiş: “Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el ilk Meclis'in ve sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi aydınlığıdır. Uzattığım el gelin Türkiye partisi olun gelin teröre cephe alın temenni ve teklifidir. Biz gelişi güzel can sıkıntısından anlık dürtülerle dümenden ve düzenden el uzatmayız. Biz durduk yere el vermeyiz öylesine yerimizden kalkmayız. DEM'e düşen sorumluluk, uzanan elin kıymetini alması Türkiye partisi olmak için eşik olarak değerlendirmesidir." İnsanın sorası gelmiyor değil, bugün uzattığınız el “… milli birlik ve kardeşliğimizin” mesajı ise dün ettiğiniz tehdit neyin mesajıydı; bugün uzattığınız el “…ilk Meclis'in” eliyse dün uzatmadığınız el kaçıncı meclisin eliydi?

YENİ BİR AÇILIM SÜRECİ Mİ?

Mümkün değil. Mümkün değil çünkü bu MHP’nin varlık sebebine aykırı. Polarizasyon, toplumun kutuplaştırılması, her ne kadar Erdoğan popülizminin mihenk taşıysa da ontolojik değil konjonktüreldir; MHP içinse kutuplaşma aksine ontolojiktir, partinin varlığına mündemiçtir. AKP için bölünme, savaş vb. “tehdit”i (tıpkı şimdi de İsrail tehdidini diline dolaması gibi) politik bir manivela; MHP içinse politik dilini yasladığı, siyasal söylemini üzerine bina ettiği omurgadır. AKP, Erdoğan polarizasyon ve/ya tehdit algısı “ile” MHP polarizasyon ve/ya tehdit algısı(ndan) “dolayı” siyaset yapar. Kürt sorununun çözümü Erdoğan’a oy kazandıracaktır; MHP’nin ise -eğer yerine yeni bir tehdit algısı yerleştiremezse- varlık sebebini ortadan kaldıracaktır. Erdoğan için işlevsel olabilecek olan bir “neo-açılım” Bahçeli için olsa olsa söylemsel olabilir ki AKP yetkilileri hatta en başta da Mehmet Uçum yoldaşımız bile -pardon o artık TKP’li değil, değil mi, unutmuşum!- Bahçeli’nin bu girişiminden bir “yeni-açılım” düşüncesinin çıkarılamayacağı görüşündeler.

“Devlet çözüm almadığı süreci tekrar devreye sokmaz." diyerek kesip atan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum “Sayın Cumhurbaşkanı[nın] yumuşama, sayın Özel[in] normalleşme dedi[ğini]… TBMM çatısı altında terör vesayetine bağlı bir siyaset yapılması[nın] kabullen[ile]em[eyeceğini]" dile getiriyor: “DEM'in de geçmişte HADEP'in de yaşadığı en büyük problemdir. Dünyanın hiçbir milli devletinde buna bu kadar müsamaha gösterilmez. Sayın Bahçeli'nin yaklaşımı, sayın Cumhurbaşkanımızın mesajları terör vesayetini yok etmek yaklaşımıdır. PKK açıklama yaptı, bizim stratejimiz bağımsız Kürdistan'dır diye. Bunu herkes biliyor. PKK'nın bu açıklamasına karşı sadece DEM'in dışındakiler mi tavır alacak? DEM'in artık terör siyasetinin çözüm olmadığını anlaması ve buna yönelik tavır almasıyla alakalıdır. Bir anlamda terör vesayetinden DEM'i kurtarma ve Meclis'ten tasfiye etme meselesidir.”

Erdoğan ise topa daha yumuşak müdahale etmeyi tercih etti ama bir açılımdan falan da bahsetmedi: “Biz sayın Bahçeli'nin ortaya koyduğu tavrı ülkemizin demokrasi mücadelesi için olumlu ve anlamlı buluyoruz. Sayın Bahçeli, Türkiye'nin siyasi yapısında uzlaşma ve diyalog çağrısının önemine burada bir vurgu yapıyor. Dolayısıyla sayın Bahçeli'nin bu attığı adım bir kenara konulamaz… Siyasetimizin temelinde, ülke meselelerinin geniş bir mutabakatla çözülmesi, toplumun farklı kesimlerinin de sürece dahil edilmesi yatıyor. Türkiye’de terör yöntemleri ile bir yere varılamayacağı çok nettir. Bölgemizdeki gelişmelere bakıldığında, ülkemizdeki huzur ve barış iklimini tahkim etmek, herkes için en hayırlısıdır" ifadelerini kullanarak, "Terörün her türlüsüyle mücadele eder ve karşısında yer alırız. Meseleleri terör dışı yöntemlerle ortadan kaldırmaya ise her zaman varız.”

Geldik sona; bitirmeden evvel bir daha dönelim şu meşhur “mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan zavallı biçareler” mevzuuna; o bîçârelerden biri de benim çünkü. Çünkü Bahçeli’nin Meclis grubundaki “Yurtta barış dünyada barış” temalı müsameresini dinleyince de DEM Parti sıraları önündeki tiyatora temsilini seyredince de ben, -Bahçeli’nin tabiriyle- onun cumhurbaşkanlığı seçimi çarpışması için safları pekiştirmeye çalıştığından, Anayasa cephesini genişletmeye çalıştığından başka bir şey düşünmedim. Bu, “mayın tarlasında söğüt gölgesi aramak” sayılıyorsa, Bahçeli’ninki de olsa olsa “kendini darı ambarında sanmak” sayılabilir. Bahçeli’nin barış-kardeşlik söylemlerinin kofti olduklarını, Anayasa için destek aramaktan başka hiçbir işe yaramayan içi boş ama kendisi hoş birer belâgat olduklarını söylemek “bîçâre”lik sayılıyorsa, Bahçeli’ninkiler de olsa olsa “âlemi kel kendini sırma saçlı, milleti kör kendini şahin bakışlı” sanmak sayılabilir.

Keyifli günler…


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.