SOL Partili Önder İşleyen: Suçu Altılı Masa’ya atarak sorumluluğumuzdan kurtulamayız
SOL Partili Önder İşleyen, seçim sonuçlarına ve Türkiye solunun atması gereken adımlara dair değerlendirmelerde bulundu; muhalefette “büyük bir şok dalgasının” olduğunu söyledi.
ANKARA - Türkiye solunun seçimlerden önceki yoğun mesailerinden biri hangi siyasi partinin hangi ittifakta, hangi koşulda yer alacağına dair oldu. Seçime sayılı günler kala Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alma ihtimali açığa çıkan fakat yürütülen tartışmalar sonucunda seçime Sosyalist Güç Birliği ile girmeye karar veren SOL Parti’nin Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen’e göre “Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kendi iç çelişkileri” nedeniyle ittifak görüşmeleri olumlu sonuçlanamadı. İşleyen, CHP ve İYİ Parti’nin öncülük ettiği Millet İttifakı’nın da kendini Altılı Masa’ya hapsettiğini ve kazanmayı sağlayacak gerçek hamleleri yapamadığını söyledi.
‘AKP BİR DİZİ HAMLE İÇİN GÜÇ KAZANMIŞ OLDU’
Seçimin ardından çıkan tabloya muhalefetin etkisinden ittifak süreçlerine, CHP içerisinde yaşanan değişim tartışmasının muhalefete etkisinden yerel seçimlerde kurulması muhtemel ittifaklara kadar farklı başlıklardaki sorularımıza SOL Partili Önder İşleyen’in yanıtları şu şekilde oldu:
Seçim sürecinde solda ittifakın nasıl kurulacağı tartışmaları uzunca süre yapıldı. Siz son kertede seçimlere Sosyalist Güç Birliği çatısı altında girdiniz. Seçim sonuçlarını ittifakınız ve SOL Parti açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülke açısından kritik bir seçimdi. Bu seçimi rejimin oylanacağı bir referandum olarak nitelendirdik. Kaybedilmiş olmasıyla Türkiye açısından rejimin kendisini yukarıdan aşağıya inşa edeceği, geri dönüş yollarını kapatmaya çalışacağı, direnç noktalarını etkisizleştirmeye çalışacağı bir döneme girilmiş oldu. AKP, yerel seçimlerde kısmi özgürlük alanlarını yok etmekten yeni anayasanın hazırlanmasına bir dizi hamle için güç kazanmış oldu.
‘MUHALEFETTE BÜYÜK BİR ŞOK DALGASI VAR’
Önümüzdeki süreçte TELE 1’e, Merdan Yanardağ’a yapılan operasyonun da işaret ettiği üzere muhalefet mevzilerini düşürmek, etkisizleştirmek, rejime uygun bir muhalefet kanadı inşa etmek gibi çeşitli adımlar bizi bekliyor. ÇEDES projesinde görüldüğü üzere gericileştirme dalgası da hız kazanacak. Muhalefette büyük bir şok dalgası var. İktidar tam da bu şok dalgasının üzerine bütün toplumu sindirecek şekilde üzerimize gelmeye başlıyor. Herkesin mücadeleden kopmadan dönüşümü arayacağı bir süreç olması gerekir.
‘MUHALEFETİN KAYBETTİĞİ BİR SEÇİM’
Seçimler aslında mutlak bir AKP hegemonyası göstermiyor. Kırık bir AKP hegemonyası var. Siyasal İslamcı hegemonyanın toplumu ikna etme kanallarının olabildiğince azaldığı, ekonomik sosyal krizle AKP’den kopma eğilimlerinin güçlendiği bir dönemin ardından seçim kazanıldı. AKP’nin mutlak zaferinden değil muhalefetin kaybettiği bir seçimden söz etmek zorundayız. Muhalefet böylesi bir durumda seçimi neden kaybettiğinin doğru analizlerini yapabilirse dönüşüm için de doğru yolları bulabilir.
‘BAŞARISIZLIKTA BİZİM DE SORUMLULUĞUMUZ VAR’
SOL Parti açısından baktığımızda bizim için bu seçim öncelikle bu rejimden ülkenin kurtulması için aldığımız bir sorumluluğun seçimiydi. Bunun için var gücümüzle çalıştık, ancak ortaya çıkan başarısızlıkta kuşkusuz ki bizim de sorumluluğumuz var. Muhalefeti pek çok aşamada uyarmakla birlikte bu yanlışları ortadan kaldırmayı başaramadık, siyaset alanını etkileyecek ve dönüştürecek yeterli bir toplumsal güce sahip olmamaktan kaynaklanan sorumluluk da kuşkusuz ki bizim.
‘MUHALEFET İKTİDAR PAYLAŞIMINA MEYLETTİ’
Seçimlerin referandum niteliğinde olduğunu söylediniz. Kazanmak ve kaybetmek iki seçenek gibi duruyor. Ortaya çıkan tabloyla birlikte muhalefet seçimleri kaybetmeye kendini hazırlamış mıydı, ya da hazırlamalı mıydı?
Muhalefetin aslında AKP’nin hamlelerini görerek bunları boşa düşürerek kazanacak yolları araması gerekiyordu. Kazanmaya hazırlayamadı. Oysa daha bir buçuk yıl öncesinden anketlerin yarattığı yalancı bahar havasında seçim kazanılmış görülmeye başlandı. Ekonomik bunalımın iktidarı otomatikman düşüreceği varsayıldı. Toplumun önüne sorunlarını çözebilecek alternatifler koymak bir yana hızla bütün muhalefet iktidar paylaşımına meyletti. Kişisel hırsların ön plana çıktığı süreç yaşanmaya başlandı.
‘MUHALEFET KAZANACAK GERÇEK HAMLELERİ YAPAMADI’
Solun belirli parçalarını da içine alacak şekilde gelişen, bir kısmı parlamentoda nasıl yer alınacağı bir kısmı bürokrasinin nasıl paylaşılacağına kadar, bir dizi akıl tutulması sürece damga vurdu. Tam bu sırada AKP hızla seçimi kazanacak hamleleri yapmaya başlamıştı. Seçim sistemini değiştirdi, HDP’ye kapatma davası açarak başka bir partiyle girmeye zorladı, Ekrem İmamoğlu gibi potansiyel bir adayın engellenmesi girişimini gerçekleştirdi. AKP taşları döşerken muhalefetse AKP’nin hamlelerine yanıt verecek bir uyanıklık bir tarafa, seçimi kazanılmış olarak gördü ve kazanacak gerçek hamleleri yapamadı.
‘MUHALEFET KENDİNİ ALTILI MASA’YA HAPSETTİ’
Toplumun en geniş kesimlerinin birleşik ve aktif mücadelesinin örgütlenmesi gerekiyordu. Ancak bu yapılarak başarılabilirdi. Muhalefetse kendini kapattı ve Altılı Masa’ya hapsetti. Oradaki iktidar oyunlarıyla bütün ülkeyi heba edecek bir süreç yaşandı. Seçim iki manada referanduma dönüştürülemedi. Bir; bütün seçim boyunca rejime dönük hiçbir eleştiri yapılamadı. İkincisi de en geniş kesimlerin pasif, zorunlu bir desteği ortaya çıktı çünkü muhalefet ülkenin ilerici dinamiklerini dışlayan ve bunun sokakla bağını kesen bir stratejiyi önüne aldı. Bu konuda bizim ortaya koyduğumuz uyarılar ise yeterli olmadı.
‘UYARICI GÖREV ÜSTLENMİŞTİK’
Altılı Masa’yı ve tartışmaları vurguladınız. Benzer tartışmaların sol ittifak çalışmaları sürecinde de yaşandığını görüyoruz. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın milletvekili adayı belirleme sürecindeki tartışmaları, Sosyalist Güç Birliği’nin bu ittifakta yer alıp almayacağı gibi süreçler de yaşandı. Peki, sol bu süreçten ne tür dersler çıkardı?
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kurulması sürecinde SOL Parti’nin katılmaması bir taşlamaya dönüşmüştü. Bu mahiyetinden de uzaklaştırılarak bize karşı bir tür Kürt sorunundan uzak durma gibi ezber, liberal saldırıların sosyal medyada nasıl pervasızca yapıldığı hatırlanır. Oysa biz o gün, “Koşulları henüz belli olmayan bir seçime, parlamentoda nasıl yer alınacağını merkeze alan bir ittifakla girmek, böyle başlamak büyük bir hata olur” demiştik. O dönemde solun HDP aracılığıyla 20 vekil elde ederek grup kurması tartışması, yine aynı şekilde Selahattin Demirtaş’ın Evrensel’de yazdığı bir yazıyla bürokrasinin paylaşılması için strateji geliştirilmesi gerektiği yönünde bir tartışma üzerine bu ittifak çerçevesi oluşuyordu. Biz burada uyarıcı bir görev üstlenmiştik.
‘DİKKATE ALINMADI’
Bütün siyaseti parlamentoda yer almak ve çeşitli erklerin paylaşılması meselesi olarak görmenin önümüzdeki sürecin zorluklarını kavramaktan uzak olduğunu, esas yapılması gerekenden toplumu ve solu uzaklaştıracağını, seçim koşulları oluştuğunda ittifakın tartışılabileceğini söylemiştik. O gün bu çok dikkate alınmadı. Hani, biz ‘referandum’ dedik seçimlerde de herkes ‘referandum’ dedi ama seçimde, muhalefetin solun da pek çok kesimini içine alacak şekilde rejime karşı mücadele etmesi bir yana adeta -bu rejim altında hiçbir anlamı olmayan- parlamentoda yer almak ön plandaydı. Seçimin kaybedilmesinde bu anlayışın da payını unutmamak gerek. Bu faşist rejime karşı mücadele ikinci plana atıldığı, adeta birbirinin üstüne basa basa girilen parlamentonun da bir gösteri salonundan başka anlam taşımadığı ortada.
‘EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI İÇİ ÇELİŞKİ’
Sonraki sürece baktığımızda Emek ve Özgürlük İttifakı içi çelişkinin de bütünüyle parlamentoda yer alma üzerinden, sayılar üzerinden, seçimin matematiğe dönüştürüldüğü düzleme çekilmesi üzerinden geliştiğini gördük. Seçimin kaybedilmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi siyasetin matematikleştirilmesi, siyasetin siyasetsizleştirilmesi oldu. Soldaki bütün tartışmaların da buna ciddi bir katkısı oldu. Dolayısıyla bütün suçu Altılı Masa’ya ve CHP’ye, izlediği sağ politikalara atarak da kendi sorumluluğumuzdan kurtulamayız.
‘MUHALEFET HATTI ALTILI MASA’YI BAŞKA BİR YERE İTEBİLİRDİ’
AKP’den sıtkı sıyrılmış toplum son kertede yine AKP’yi ve Erdoğan’ı tercih ettiyse bu siyasetsizliğin önemli payı var. Topluma onların sorunlarını çözebilecek, güvenilir bir iktidar alternatifi sunulamadı. Sonunda insanlar gitti ve bir belirsizlik karşısında, inanmasa bile statükoyu tercih etmek zorunda kaldı. O dönemde bizim yapmamız gereken başka bir şeydi. Toplumun taleplerine sahip çıkan, toplumsal mücadeleleri örgütlemeye çalışan ve güven verici bir alternatifin inşasına yönelmiş bir muhalefet hattı CHP’yi de Altılı Masa’yı da başka bir yere doğru itebilirdi. Bunu başaramamış olduk.
‘EKONOMİK KRİZLERİN İKTİDARLARI YIKACAĞI KENDİ BAŞINA DOĞRU DEĞİL’
Seçimlerden önce de AK Parti iktidarının zayıfladığı belirtilerek buna gerekçe olarak ekonomik darboğazdan bahsedilmişti. Bu ekonomik tabloda sol ve sol değerlerin yükselmesi gibi bir beklenti de bir yandaydı. Fakat bunun seçimler özelinde karşılık bulmadığı bir durum söz konusu.
Eğer böylesi bir bunalım içerisinde bunu devrimci bir yola kanalize edecek örgütlenme yoksa boş tencerenin daha gerici ve faşist akımlara yöneleceği de bir gerçekliktir. Ekonomik krizin iktidarlar yıkacağı varsayımı kendi başına zaten doğru değil. Burada sınıf mücadeleleri olmaksızın kitlelerin sola ve muhalefete yönelmesini beklemek büyük yanılgı. Dünyada da 2008 krizi sonrası devrimci hareketlerin içerisinde olduğu kitle eylemleri olmakla birlikte bir sol siyasi alternatifin ortaya çıkartılamadığı, aksine faşist akımların güçlenmeye başladığı bir gerçeklik içerisindeyiz.
‘MUHALEFETİN KONUMU YOKSULLUĞA BAKAN BİR KONUM’
Bütün bu muhalefetin temel konumu izleyici bir konuma geçmiş bir durumda. Yoksulluğa bakan bir konum. “Bakın burada büyük bir yoksulluk var” diye göstermekle yetinen ama bunu örgütlemekle ilgili kimsenin bir hamle yapmadığı büyük bir konfor alanında yürütülen muhalefet anlayışının geçersizleştiğini görmemiz mümkün. Türkiye’nin önümüzdeki dönem en önemli ihtiyacı şu; belki de daha da artacak bunalım içerisinde toplumun acısıyla birleşerek mücadele eden devrimcileri.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI’NDA NEDEN YER ALMADINIZ?
Seçim sürecine geri dönecek olursak, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alma ihtimalinizin açığa çıktığı bir dönem de yaşanmıştı. Neden ittifakta yer almadınız?
Seçim koşulları oluşunca üç önemli faktörü dikkate aldık. Bunlardan bir tanesi AKP’nin HÜDA PAR’dan Yeniden Refah’a bütün gerici yığınağı bloğunda toplamaya başlamasıydı. Bu Türkiye’nin seçim sonrasına ilişkin de uyarıcı nitelik taşıyordu. İkincisi, Altılı Masa’nın olabildiğince sağa doğru bükülmesinin toplumda bir umutsuzluk dalgası yaratabileceğini gördük. Üçüncüsü, deprem sonrası büyük bir dayanışma seferberliği örgütlendi bu kısmen siyasete de taşındı.
‘İTTİFAKIN KENDİ İÇ ÇELİŞKİLERİ NEDENİYLE GÖRÜŞMELERİMİZ OLUMLU SONUÇLANMADI’
Bunların toplamında Sosyalist Güç Birliği ile Emek ve Özgürlük İttifakı sınırlarını aşabilecek daha geniş bir ittifak çizgisinin alternatif olarak ortaya çıkmasının olumlu olacağını düşünerek çağrı yaptık. Bu çerçevede hem sosyalist örgütlerle hem HDP’yle görüşmeler yaptık. Milletvekilliği pazarlığı hiç yapmaksızın, alan boşaltma talebinde bulunmaksızın bir ittifakın kurulabileceğini söyledik. O gün Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kendi iç çelişkileri, tek liste ile girme noktasındaki çabaları nedeniyle bizim bu görüşmelerimiz olumlu sonuçlanmamış oldu.
HDP’Lİ TÜRKMEN’İN AÇIKLAMALARI
Siz bu süreçte görüşmeler yaptığınızı ifade ettiniz. HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Emirali Türkmen’in geçtiğimiz günlerde bir söyleşisinde SOL Parti’ye dönük sözleri dikkat çekiciydi. Türkmen, “HDP, Yeşil SOL Parti ismiyle seçime girdi. Pusulada SOL Parti de vardı. Bazı illerde isim karmaşası SOL Parti’ye oy kaptırılmasına sebep olmuş. Hiç gitmedikleri Kürdistan kentlerinden otuz bin oy aldılar. Hatta bu oylardan dolayı Batman’da bir milletvekili bizden Hüda-Par’a gitti…” ifadelerini kullandı. Bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt halkı içindeki sol, devrimci birikimlerin varlığını hatırlatmam gerekir sanırım. Ötesinde üzerine çok konuşmaya değer bir konu değil.
OLUMSUZLUK İÇİNDEKİ OLUMLULUK
Yakın tarihte bir de yerel seçim var. Bugün ayrı noktalarda duran partilerin yan yana olabileceği durumları seçim sürecinde görebiliriz. Siz HDP ile SOL Parti arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz? Bundan sonra nasıl bir yol haritası benimsenmeli ki sol içerisinde daha bütüncül bir ittifak açığa çıksın?
Seçim tarafının belki de iyi tarafı, bugüne kadar bizim HDP ile sosyalist hareket arasında ortaya koyduğumuz samimi, dayanışmacı çizginin ne kadar manalı olduğu. Biz her dönemde bir başka hareketin gücünden yararlanarak, onun gücünden bir şey elde etme tavrının her iki taraf açısından da doğru olmadığını, HDP’nin de bunu toplumsal muhalefet ve sosyalist hareket üzerinde hegemonya aracına dönüştürdüğünü, tersinden de sosyalist hareketin kısa yoldan başarı elde etme konusunda bir yaklaşımla kendi değerlerinden uzaklaştığını ve dejenere olduğunu ifade ediyorduk. Belki bugün bütün bu yaşananlardaki olumsuzlukların içinde görülebilecek olumluluk da tüm bunların başkalarınca da anlaşılmış olmasıdır.
‘ÇİZGİYİ SÜRDÜRECEĞİZ’
Elbette önümüzdeki dönem tüm muhalefetle, HDP’yle çeşitli birleşik mücadele koşullarının örgütlenmesi için çekincemiz olmaz. İhtiyaçlar çerçevesinde bu adımlarımızı atmaya devam edeceğiz. İki farklı programa sahip, bir tarafta kendini radikal demokrasi olarak ifade eden, ulusal niteliği temel belirleyen olan bir hareket bir taraftan da bizim gibi sınıf temelli sosyalist dönüşümü hedefleyen bir hareket var. Bunlar arasında çeşitli dayanışmalar ve ittifaklar kuşkusuz olabilir. Ama bu bir pragmatizme dayanmayan, ülkenin ihtiyaçlarını temel alan bir çizgide gerçekleşmelidir. Biz bugüne kadar uyguladığımız çizgiyi sürdüreceğiz.
‘CHP’NİN TEMEL KRİZİ İDEOLOJİK KRİZ GİBİ’
Yerel seçimler öncesi belirleyici olacak bir unsurun da CHP’de yaşanan değişim süreci olması bekleniyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na açık destek vermiştiniz. CHP’deki değişim süreci muhalefetin genelini nasıl etkileyecek?
Bizim siyaset düzlemine en önemli eleştirimiz bütün partilerde başkanlık sisteminin var olması. Aslında bizde olan ve çok anlaşılmayan Başkanlar Kurulu diye kendimizi ifade ettiğimiz şey, siyaset düzlemindeki tek adam rejiminin bir eleştirisinin ifadesiydi. Bugün dönüşüm tartışmalarına da baktığımızda tek adamlığın nasıl bir şey olduğunu görüyoruz. Toplumun, örgütün hiçbir inisiyatifinin olmadığı, politikaya, süreçlere etkisinin olmadığı bir siyaset düzlemi var. Değişim, dönüşüm elbette ihtiyaç ama hangi politika? Yine hangisinin daha iyi tek adam olacağı, hangisinin daha iyi bir performans göstereceği üzerinden yapılan tartışmadan da değişim çıkmaz. CHP’nin temel krizi bir ideolojik kriz gibi de aynı zamanda. Çünkü seçimin birinci turunda olduğu gibi muhafazakarlığa yatmış, ikinci turunda olduğu gibi Zafer Partisi gibi ırkçı faşizmin sözcülüğüne yaslanmış bir şey var. Hangi politikanın eleştirisi ve hangi politikaya yönelim olacak?
‘MASAYA 16 DEĞİL 56’YI DA TOPLASAN BİR SONUÇ ALINAMAZ’
Yerel seçimlere giderken muhalefetin dağınık ve içinden çıkılmaz görünen hali boşluk yaratıyor. Burası esas olarak dönülmesi gereken yer. Bütün insanları sürecin izleyicisi olarak gören siyasetten bir dönüşüm ve yerel seçimde de strateji çıkmaz. Masaya 16 değil 56’yı da toplasan bir sonuç alınamaz. Toplumun geniş değişim dinamiklerinin aktif olabileceği, yerel topluluklara ve taban örgütlülüklerine dayanan bir birleşik yerel seçim siyasetinin izlenmesi gerekiyor. Yerel seçimin bir seçim meselesinden öte bu rejime karşı yukarıdan aşağıya direniş alanı olarak kurulmasına ihtiyaç var.
‘ELEŞTİREL İNŞA SÜRECİ’
SOL Parti olarak biz bir süreç başlattık. Bu süreci “eleştirel inşa” diye ifade ediyoruz. Hem kendi açımızdan hem sosyalist hareket açısından hem de toplumsal muhalefet örgütleri açısından bunların içerisinde bulunduğu zayıflıkları aşacak çeşitli hamlelerin nasıl yapılacağına dair hem aydınların katılacağı forumlarla hem de kendi içimizdeki toplantılarla değerlendirme sürecindeyiz. Önümüzdeki süreçte toplumun örgütlü muhalefetinin nasıl başarılacağına ilişkin temel strateji üzerine düşünmemiz gerekiyor. Yerel seçimleri de onun ayaklarından bir tanesi olarak görmemiz gerekiyor. Seçimi sandıktan değil toplumsal mücadeleden sandığa giden bir eksene çevirirsek başarı kazanılabilir görünüyor.