Şölen mobilyaları

Yemek odası koku duyusuna da hitap ediyordu. Bu nedenle mobilyaların ahşap kısımları ağaç kavunu, limon veya diğer narenciye türlerinden kerestelerle imal ediliyor, yerlere kokulu talaş serpiliyordu.

Google Haberlere Abone ol

“…Götürdü Athene’yi bir tahta oturttu, işlemeli güzel bir keten örtü serilmişti üstüne, altında tokmak vardı ayakları dayamak için, kendi de alacalı bir iskemleye oturdu yanında, taliplerden epey uzaklarda oturmuşlardı, yan yana otursaydılar o taşkın adamlarla, konuk belki bunalır, tadını çıkaramazdı şölenin, babasıyla ilgili şeyler de konuşulamazdı. Su döktü hizmetçi güzel bir altın ibrikten, yıkadılar ellerini gümüş bir leğen üstünde, gene o hizmetçi cilalı bir masa açtı yanlarına, saygıdeğer kahya kadın da ekmeği getirdi koydu, sonra yemekler getirdi dağıttı çok çok. Sofracıbaşı tabaklar taşıdı önlerine, tabaklar türlü türlü etlerle doluydu, altın taslar koydu tabakların yanı başlarına, bir uşak doldurdu tasları şarapla, gide gele. Derken o azgın talipler girdi içeriye, Gelip tahtlara, iskemlelere sırayla oturdular, Kendi uşakları su döktü ellerine, hizmetçi kadınlar da ekmek yığdılar sepet sepet, delikanlılar içkiyle doldurdular küpleri. Sonra hepsi uzattılar ellerini bol yemeklere.”

Homeros’un destanları kahramanlar dünyası ve yıkıcı savaşlarla dolu bir kurguya sahip olsa da günlük hayata dair eşsiz anlatılar içerir. Her iki destanda sıkça tekrarlanan şölen sahnelerinde çoğunlukla savaş meydanındaki mahir savaşçılarla krallar, alçak masalar etrafına yerleştirilmiş iskemlelere oturarak önlerine konan yemeklerin keyfini çıkarırlar. Ancak yukarıda aktarılan sahnede koskoca Tanrıça Athena’nın insan kılığında konuk edilişi anlatılıyor. Tanrıça, işlemeli keten örtü örtülmüş büyük bir tahta otururken ev sahibi Telemakhos sıradan bir iskemle ile yetiniyor. Tahtın altında ayak dayamak için tokmakların bulunduğu da gözden kaçmıyor. Dahası hizmetçiler üzerinde yemek yemeleri için cilalı bir masayı hemen yanlarına açıveriyor. Bu tür portatif masaların geniş salonlarda taşınmak üzere tasarlandığı açıktır. Destanın başka yerlerinde cilalı mermer sehpalardan ve masalardan söz edildiği görülse de bu anlatıdaki masa hakkında bilgi yok. Ancak elbette altın ibriklerle gümüş leğenlerin yer aldığı bir masanın sıradan bir mobilya olması beklenemez.

Asur dönemi kline örneği.

Destanlarda, Klasik Yunan ve Roma şölenlerinde görmeye alışık olduğumuz klinelerden (sedir) söz edilmez çünkü Homeros’un yaşadığı dönemlerde sedirlere uzanarak yeme alışkanlığı henüz Yunanlar tarafından bilinmiyordu. Bu durum VII. yüzyıla kadar devam etti. Bu sıralarda Asur İmparatorluğu’nda yüksekliği iskemle kadar olan ancak taht kadar konfor sunan yeni bir mobilya türü ortaya çıktı. Dikdörtgen yapılı olan bu sedirlerin üzerine çeşitli kumaş ve örtüler serilerek daha konforlu hale getiriliyor ve üzerine uzanılarak yemek yeniliyordu. Arkeolojik kanıtlar yeni modanın Yunan dünyasına ulaşmasının yaklaşık yüz yıl aldığını gösteriyor, edebi eserlerde yerini alması için ise yaklaşık elli yıl daha geçmesi gerekti. Ancak bir kez tanındıktan sonra bu sedirlerin adı önce Yunanlar, ardından Romalılarla birlikte anılır oldu ve doğulu kökenleri neredeyse unutuldu.

Ahşap kline örneği.

YEMEK ODALARI KULAĞA VE KOKU DUYUSUNA DA HİTAP EDİYORDU

Yoksul kesim yemeğini çoğu zaman dışarıda yemek zorunda kalırken varlıklı kesimin evinde bir mutfak ve yemek için ayrılmış özel bir bölüm bulunurdu. Bu bölüme Eski Yunan’da Andron Roma’da ise Triclinium adı verilirdi. Her iki uygarlıkta da yemek odası evin girişinde ve çoğu zaman mutfağa yakın bir yerde bulunurdu. Dikdörtgen yapılı odalar yemek yemek için tasarlanmıştı. Ortada yer alan tripous veya trapeza olarak adlandırılan sehpaların üç yanına sedirler yerleştirilir, köleler açık olan kısımlardan girerek servis yaparlardı. Bir odada en az üç en fazla dokuz sehpa yer alırdı ve elbette her bir sehpanın etrafında üçer sedir yerleştirilmişti. Sehpaların eni ve boyu birer metre iken sedirlerin eni 65-75 cm boyu ise 150-170 cm arasında değişiyordu. Sedirler çoğu kez ahşaptan imal edilirken bronz ve pirinçten yapılanlar da bulunur. Edebi eserlerde altın ve gümüşle süslenmiş sedirlerden söz edilse de bunlardan hiçbiri henüz gün ışığına çıkarılmadı, büyük olasılıkla değerli metalleri sökülerek yeniden kullanıldı. Yemek odaları yalnızca göze değil kulağa ve koku duyusuna da hitap ediyordu. Bu nedenle mobilyaların ahşap kısımları ağaç kavunu, limon veya diğer narenciye türlerinden kerestelerle imal ediliyor ve yerlere kokulu talaşlar serpiliyordu.

Apuleisu’nun Başkalaşımlar adlı romanında ana karakterlerden biri olan Lucius’un katıldığı bir yemekteki takımlar anlatılmaya değer güzelliktedir: “Limon ağacından ve fildişinden ışıl ışıl parlayan pahalı masalar vardı; sedirleri altın örtülerle örtülmüştü, pahada eşit, ama farklı çekicilikleri olan büyük kadehlerle donanmıştı. Kadehlerden biri ustaca işlenmişti, bir diğeri kusursuz bir kristaldi; diğerleri parlak gümüştendi, ışıltılar saçan altındandı, muhteşem şekilde oyulmuş kehribar sarısıydı, içki kapları şeklinde biçim verilmiş değerli taşlardan yapılmıştı bir başkası…”

Bu tür ağaçlar ve fil dişi gibi egzotik malzemelerle donatılmış mobilyalar, burada olduğu gibi yalnızca anlatılarda kalmış olsa da dönemin insanlarının hayal dünyasını anlamamıza yardımcı olur.

Gümüş sofra takımları.

‘KLİNE’ İLK KEZ ALKMAN’IN BİR ŞİİRİNDE GÖRÜLÜR

Klasik bir şölenin ana mobilyası olan kline yazılı eserler arasında ilk olarak Alkman’ın bir şiirinde görülür. Şiirin tamamı günümüze ulaşmadığı için anlatıda yer verilen sahnenin bir Sparta düğün yemeği mi, yoksa Alkman’ın Lidya’da geçen çocukluğuna dair bir anı mı olduğu anlaşılmıyor. Ancak masaların üzerinde haşhaşlı, ballı kekler, susam ve keten tohumlu atıştırmalıkların yer aldığı anlatılıyor. Elbette bu bir şölenin sonunun anlatıldığı kısım olabilir. Başka bir örnekte Petronius’un Satyricon adlı romanındaki sonradan görme azatlı Trimalchio, Romalı geleneklerine uzak bir biçimde konuklarına çok fazla ve ağır yemekler ikram eder. Çok sayıdaki konuğa tam 12 yemek servis edilir ve her bir konuğa ayrı ayrı hizmet edilir. Yemekler arasında sırtında iki heybe asılmış şekilde kurgulanmış bir Korinthos sıpası, tahtadan tavuklar altına gizlenmiş yumurtalar, 12 burç görselini canlandıran bir tepsi, leylekler, ballı kakırcalar ve içi canlı kuşlarla dolu bütün bir domuz da yer alır. Sedirler ve sehpalar salona kölelerin aralarında rahatça dolaşabileceği şekilde dizilir. Trimalchio’nun şöleni de Alkman’ın anlatısındakine uygun bir şekilde ballı, susamlı çörekler ve meyve ikramıyla sonlanır.

YEMEK ODASI VE MOBİLYALARA VARLIKLI KESİM SAHİPTİ

ticiler için önemli bir gelir kaynağı oluyordu. Çünkü yemek odasına ve bu odada yer alan mobilyalara yalnızca varlıklı kesim sahip olduğundan fiyatları da yüksekti. Varlıklı kesim bu tür etkinliklerde zenginliklerini konuklara göstermenin türlü yollarını arıyor, kimileri en seçkin aşçılara hazırlattıkları yemekleri ikram ederken, bazıları altın ve gümüş sofra takımlarını sergiliyor, bazıları da en seçkin ustaların elinden çıkan kokulu ve parlak mobilyalarını sergiliyordu.

* Prof. Dr. / Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü