YAZARLAR

Son süreçte 6284 uygulaması

6284’ün uygulamasında gerileme olduğu da bir gerçek. Bu konuda, sahada avukatlık yapan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; koruma taleplerimiz reddedilmeye başladı.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı yayınlandığından beri hepimizin gözü kulağı şiddet haberlerinde, karakollarda, mahkeme kararlarında. Acaba şimdi ne olacak, şiddet artacak mı, İstanbul Sözleşmesi uygulanmaya devam edecek mi, 6284 Sayılı Kanun etkin uygulanacak mı, daha mı kötü kararlar çıkacak, peki şimdi ne olacak?

Öncelikle belirtmem gerekir ki, gündeme gelmesi muhtemel sorunlara ilişkin tedbiren yazmak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını kabul etmek değildir. Çekilme kararı yok hükmündedir ve İstanbul Sözleşmesi halen yürürlüktedir. Dolayısıyla, ısrarla İstanbul Sözleşmesi’ni referans göstermeye, Sözleşme’nin uygulanmasını talep etmeye devam edeceğiz. Kaldı ki, bir an için Sözleşme’den çekilmenin geçerli olduğu kabul edilse dahi temmuza kadar süre var (İstanbul Sözleşmesi madde 80), şu aşamada “Sözleşme yok artık” diyenlere ayrıca bu cevap da verilebilir.

Çekilme kararının yayınlanması itibariyle, bire bir şiddete maruz kalanlardan olmasa da dolaylı yoldan ve tek tük, 6284 Sayılı Yasa’ya dayanarak karakola yapılan koruma talepli başvuruların geri çevrildiğine, Savcılığa yönlendirme yapıldığına, gerekçe olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin gösterildiğine ilişkin duyumlar aldık. Dediğim gibi birinci ağızdan duymadım, dolayısıyla ne kadar doğru bilemiyorum. Ama olmuş olma olasılığını da kuvvetli görüyorum. Olanlar malum. Şiddete maruz bırakılan kadınlara, çocuklara, LGBT+ bireylere bile toplumda bir düşmanlık geliştirdi siyasi iktidar. Baştan “yalancı” gözüyle bakıyor bir kesim, şiddet mağdurlarına. Mağduriyet kavramı ters yüz oldu bu ülkede, “mağduriyet” güçlünün “algı yaratma” yöntemiyle kendine özgülediği, böylece ezilenin hak arama yollarını dahi tıkadığı bir kavrama dönüştü. Siyasi ahlak ve dolayısıyla toplumsal ahlak işte böyle çöktü.

Konumuza tekrar dönelim; 6284 Sayılı -bizim kısaca Koruma Yasası dediğimiz- Yasa, İstanbul Sözleşmesi dayanak alınarak iç hukuka uyarlanmış bir yerel yasadır. Tamamen, bu ülkenin bağımsız iç hukukuna dahildir ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye ilişkin yok hükmündeki karardan etkilenmez. Evet, bu Yasa, İstanbul Sözleşmesi’ne açık atıfta bulunur fakat tek başına Sözleşme’den bağımsız olarak vardır ve uygulanmak zorundadır.

6284 Sayılı Koruma Yasası’nın etkin uygulanmasına ilişkin başından beri sorunlarımız vardı, hâlâ var. Bir kısım paçavraların bu Yasa’yı “Yuva Yıkan Yasa” diye her gün manşet yaptığını biliyoruz. Çünkü, Yasa’ya dayanarak, şiddet halinde ya da şiddet tehlikesi halinde delil aranmaksızın uzaklaştırma kararı verilmesiyle ilgili dertleri var. Çünkü, “Kadının beyanı esastır” ilkesiyle büyük sorunları var. Son derece dayanaklı bu Yargıtay içtihatlarıyla hukuka yerleşmiş olan ilkeden hiç hoşlanmıyorlar. Kadınların sözlerine inanılması onları tedirgin ediyor ve sinirlendiriyor. Çünkü zihniyetleri suçlu. Zihniyeti temiz olan kimsenin bu ilkeyle bir derdi olmaz, niçin olsun ki? “Her türlü şiddete ve cinayete rağmen kırsın dizini evinde otursun, aile bu sonuçta, katlansın” diyen seri suçlu zihniyet bu. Aile onlar için rahatça suç işleyebildikleri bir kapalı kutu. Olması gereken anlamda güvenli ve sevgili bir yoldaşlık değil. İşte bu olumlu kavramı paravan olarak kullanarak insanların beyinlerini yıkıyorlar, tek derdi şiddeti önlemek olan sözleşmeleri ve yasaları karalıyorlar.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye ilişkin yok hükmündeki karardan sonra, kadınların, çocukların ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle şiddete maruz bırakılan herkesin temel hak ve özgürlüklerine (artık kazanılmış haklarına sınırını çoktan aştı vaziyet) saldırmaya devam edeceklerini tahmin ediyoruz. Bu saldırılar; nafakanın sınırlandırılmasıyla mı, boşanmada zorunlu arabuluculukla mı, istismar faillerine afla mı olur şimdilik muamma. Lakin, işin bir ucu 6284 Sayılı Yasa’ya da varabilir. Bugün, siyasî iktidar her ne kadar bu Yasa’ya sahip çıkıyor gibi görünse de, nasıl ki hoplaya zıplaya imzaladıkları İstanbul Sözleşmesi’nde hukukî darbe yaparak çıktılarsa, 6284’ü de kaldırmaya niyetlenebilirler. Kadınları güçlendiren her şeyle büyük kavgaları var çünkü. Şimdi kötü ihtimali enseyi karartmayarak ama gerçeğin de farkında olarak kenara alalım. Zaten, kuvvetle muhtemel, ömürleri de yetmeyecek bu Yasa’ya kaldırmaya.

Diyelim ki, şiddete maruz bırakıldınız veya bir şiddet tehlikesiyle karşı karşıyasınız, koruma kararı almak üzere karakola gittiniz, polis memuru size “İstanbul Sözleşmesi yok artık, biz koruma kararı veremeyiz, Savcılığa gidin” minvalinde gerekçelerle talebinizi reddetti, bu durumda ne yapacaksınız? Öncelikle, yukarıda açıkladığımız üzere, 6284 Sayılı Yasa’nın yürürlükte olduğunu, bunun ülkemizin iç hukukunda var olan bir yasa olduğunu, bu Yasa’ya göre koruma talebini işleme almaları gerektiğini, söylemelisiniz. Polis memuru ısrarla işlem yapmıyorsa, kendisi hakkında görevi kötüye kullanmaktan suç duyurusunda bulunacağınızı, hatta il emniyet müdürlüğüne şikâyet dilekçesi vereceğinizi ve CİMER’e de bildirimde bulunacağınızı söyleyin. Israrla yapmamaya devam ediyorsa, bu söylediklerinizi yapın.

Şiddete maruz bırakılanlarla muhatap olan tüm kamu görevlilerinin öncelikle bu konuda özel olarak eğitilmesi ve görevini layıkıyla yapmayan görevlilere yaptırım uygulanması zaruridir. İşini çok iyi yapanlar olduğu gibi, ne yazık ki halen koruma talep eden kadınları korumayan, şiddet faillerinin sırtını sıvazlayan polis memurları da var ve sayıları hiç de az değil. Örneğin, Emine Bulut’u korumayan polis memurları hakkında soruşturma izni dahi verilmedi. Bunların hepsi cezasızlık örneğidir ve failleri düpedüz cesaretlendirmek demektir.

Bunların yanı sıra, 6284’ün uygulamasında gerileme olduğu da bir gerçek. Bu konuda, sahada avukatlık yapan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; koruma taleplerimiz reddedilmeye başladı. Eskiden katiyen böyle bir şey olmadığı gibi, tüm koruma taleplerine 6 ay üst sınırdan koruma kararı verilirdi. Şimdi delillendirilmiş talepler bile reddedilirken, koruma süreleri 1 aya kadar düştü. 6 ayı geçtim, 3 aylık korumaya bile pek rastlamıyorum. 1 ay dediğiniz göz açıp kapayıncaya geçiyor ve kadınları her defasında karakola veya adliyeye yönlendiriyorsunuz. Bu da muazzam bir caydırma politikası…

Tüm bunlara rağmen, biz her defasında hakkımızı almaya gideceğiz. Bizler lütuf ya da merhamet istemiyoruz sevgili kadınlar; bizler hakkımızı istiyoruz. Üstelik de yaşam hakkımızı istiyoruz, doğuştan ve kendiliğinden sahip olduğumuz haklarımızı istiyoruz, temel hak ve özgürlüklerimizi istiyoruz. Hakkımızı korumayanlara, hakkımızı zapt edenlere karşı mücadele etmek, yalnızca kendi hakkımızı değil tüm kadınların, tüm çocukların, tüm ikincilleştirilenlerin hakkını savunmaktır. Bunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.