YAZARLAR

Sonbahar rapsodisi

Önce motor sesi geldi, sonra Koreli balıkçının kayığı. Çocuklarını alıp gelmişti ve pirinç rakısını ve sendika bayrağını. Her şey daha güzel oldu. İyi anlaşıyorduk. Balık yine çiğdi.

‘Kalabilir miyim’ dedim, hiçbir dilden ama. Anlaşacağımız ortak bir dil yoktu. Bu yüzden iki elimi birleştirip, yanağıma yasladım, başımı üstüne koyup gözümü kapadım. Önce bir yukarıya baktı, sonra Korece bir şeyler söyledi. Evet dedi gibi geldi bana. Bulutlar gölün üstünde kara karaydılar halbuki. Bir balıkçıdan daha iyi bilemezdim. Evet dediyse ama. Gölün ortasında bacaklarını suya sarkıtmış bir kulübeydi. Biraz önce beraber topladığımız ağı iyice kenara çekti. Biraz ıslaklık kaldı çektiği yerde birkaç da balık yüzgeci galiba, parlıyordu çünkü yer.

Bir şeyler daha dedi. Ne dediğini çıkarmaya çalışıyordum. Yüzünden anlaşılmıyordu. Ben anlamıyordum daha doğrusu. Her dilin kendi mimiği var bence. Çok sert görünüyordu. Sanki biraz sonra, cebinden keskin bıçağını çıkarıp, Kore filmlerine yakışır bir şiddet haliyle beni bıçaklayacak gibi geliyordu. Bıçakta da vardır mutlaka yüzgeçler.

Böyle olmadığına emindim gerçi. İngiltere’de Çin lokantasında çalışıyordum bir ara. Her seferinde bana kızıyorlar zannediyordum. Kovdular, kovacaklar diye düşünüyordum. Belli olmuyor aslında. Tam buna alıştığımda, dönüp kovdu patron beni. Yemekleri güzeldi halbuki. Ördek yiyebiliyordum her gün…

 -Ne ırkçılık değil mi Koreli, Çinli, Japon filan hepsi koy aynı sepete. Onlar da bizi hep birbirimize benzetiyor ama ki eğer onların da ırkçı olması bize ceza indirimi sağlayacaksa. Bir arkadaşım anlatmıştı, onu oralarda gören çocuklar, işaret parmaklarıyla gözlerinin yanından içeri bastırıp, ‘yuvarlak göz’ yapmışlardı, dalga geçmişlerdi.-

Sonra bir şeyler daha dedi. Yukarı baktı bir daha. Hâlâ karaydı bulutlar. Kalmasam iyi olur diye düşündüm. Sonra o, birden atladı gitti kayığa. Küçük motorun sesi, bir süre havada asılı kaldı. Çok güzeldi etraf. Sonbahardı. Kırmızı, yeşil ve sarıydı orman. -Sevgili editör, renk sırasını karıştırmayınız sakın- İnsan kendini harika hissediyordu ama yanında mesela uyku tulumu bile olmadığı aklına gelene kadar. Belki ağda balık kalmış olabilirdi. Çiğ balık, henüz sabah yemiştik, ince ince kesip veriyordu bana, demiştim ya bıçağında yüzgeçler vardır diye, tuzlanmış filan de değildi balık, yeni yakalamıştık, ama denizden ve bu yüzden, biraz deniz tuzu vardı üstünde belki…

Daha kötüsü, pirinç rakısı da yoktu. Orman hâlâ çok güzel görünüyordu. Acıkmamıştım henüz demek ki.

Bir de güneş daldı birazdan ormana, batarken kızıl, rengarenk bir curcuna…

Önce motor sesi geldi, sonra Koreli balıkçının kayığı. Çocuklarını alıp gelmişti ve pirinç rakısını ve sendika bayrağını.

Her şey daha güzel oldu. İyi anlaşıyorduk. Balık yine çiğdi. Rakı yine çok sert ve kenara astığı sendika bayrağı, kızıl…

 


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...