Sonra soğanı karamelize olana kadar kavurun….
Ülke çalışanlarının yüzde 50’den fazlasının asgari ücretle çalıştığı ve bu çalışanların kahhar ekseriyetinin, gecekondu kiralarının bile 5 bin TL’yi geçtiği İstanbul, Ankara, Antalya, İzmir gibi büyük şehirlerde yaşadıklarını düşünürseniz; mucize, gökten kudret helvası yağması değil, ahmak yerine konulmanın karşısında insanların saraylarınızı, rezidanslarınızı, iki yüzlü ahlakınızı başınıza çalmıyor oluşudur belki de.
Türkiye’de seçimler yaklaştıkça, sağ muhafazakar popülizmin yoğun etkisiyle, mutfak popülizmi etrafında dönen bir sembolizmin eşlik ettiği metaforlar giderek daha çok önem kazanır.
1979 senesinde parlamentonun tıkanmasına rağmen Erbakan’ın neden hala hükümete dışarıdan destek vermeye devam ettiği sorusuna yanıt olarak, yaklaşan seçimleri ima ederek, “kadayıfın altının kızarmasını beklediğini” söylemişti. Demirel de, Özal’ın “çağ atladık, çelik tencere getirdik”li tencere tava söylemlerine karşı “boş tencerenin deviremeyeceği hükümet yoktur” demişti. Erdal İnönü, 1987 genel seçimlerini “beş yıl daha limon sıkılmak istemiyorsanız” sloganı etrafına oturtmuştu; Turgut Özal 1983’ten itibaren “Arım Balım Peteğim” (1) şarkısını kendi seçim kampanyaları için uyarlamıştı buna karşılık, yükselmekte olan Süleyman Demirel’in seçim şarkılarını (2) da yapan o yılların seslendirmeli teatral kasetleriyle meşhur sanatçısı, Ali Avaz 1987’de yayınladığı bir albümde adını açıkça söylemese de Özallı yılların kendisini soğan erkeğine döndürdüğü söylemişti. (3)
…
AKP’nin özelleştirme ve ithalat ile yarattığı ve ucuz krediler ile halkı da ortak ettiği iktidarının asr-ı saadetinde, mutfak popülizmi siyasetin merkezinde değildi. Bu yılların anahtar kelimeleri, inovasyon, teknoloji, sanayileşme, kalkınma, zenginlik vb. oldu. Bu yıllarda AKP (hala) görülmeyen uçakları uçurdu, İtalya’da tasarlanan parçaları Çin’den gelen otomobilleri banttan indirdi, her bir parçası dünyanın bir köşesinden gelen yerli ve milli tankları üretti.
2016’dan beri yaşanan sert düşüşler ve yoksullaşma, orta-sınıfın tasfiyesi, ithalat rantı, kent rantı ve mirasyedi iktisadının tatlı günleri tükenince, AKP’nin elinde yoksullar için yerli ve milli kahramanlık hikayeleri, beka söylemi ve “ama pahalılık” diyenlere de “bir mermi kaç para senin haberin var mı?” retoriğinden başka bir şey kalmadı.(4)
Dolayısıyla döndük dolaştık geldik, mutfak popülizmine.
Geçen haftaki yazımda (5), iktidarın bir baş soğanın karşısına savaş gemileri ile çıkmaya çalıştığını anlatmıştım. Durum hala değişmedi. Soğan meselesi hala devam ediyor.
Zira, Tayyip Erdoğan ve kurmay heyeti, soğan ile ilgili yeni stratejiler geliştirmiş bulunuyorlar.
Soğanın (ve patatesin) gerçek fiyatının bu olmadığı, karaborsacılar ve spekülatörler tarafından, seçim döneminde muhalefetin eline koz vermek için bilinçli olarak soğanın fiyatının yükseltildiği söylemi arka planda dolaşımdaki yerini korumaya devam ediyor. Öte yandan, Tayyip Erdoğan dünkü konuşmasında, soğanı bir tür istismar ve ikiyüzlülük meselesi olarak ortaya koydu. Ve konuşmasında şöyle dedi: “Anadolu köylüm onları gayet iyi biliyor. Ama sen ne soğanı ne de lezzetini bilirsin... Şöyle soğanı masaya koyup da vurup dağıtabiliyor musun? Dağıtamaz, onların lüksünü bozar.”
Erdoğan, buradan “hala anlamadınız mı meselenin 3-5 ağaç olmadığını” retoriği üzerinden, “boğazda viskisini yudumlayan monşerler” arketipine doğru bir kanal açıp, soğan meselesini kendi lehine çevirmek istiyor ama meselenin öyle olmasının mümkün olmayışı tam da Erdoğan’ın sormuş olduğu “şöyle soğanı masaya koyup da vurup dağıtabiliyor musun?” sorusunda gizli. Yanıt herhangi bir lafazanlığı kaldırmayacak kadar sarih: vurup dağıtamıyoruz, çünkü Türk mutfağının yapı taşı olan soğan-patatesin kilosu 20-30 bandında geziyor ve yazlık turfanda sebzeler yetişene kadar da fiyat ucuzlayacakmış gibi görünmüyor.
Soğan ile mücadeleye katılanlardan birisi de AKP’nin halen İslam demokratikleşmesini temsil ettiği zamanlarda vitrinindeki adamlarından birisi olan sosyolog Yasin Aktay.
Aktay, Musa’nın Exodus’u gerçekleştirip, İsrailoğullarını özgürleştirdikten sonra, onların kibir ve açgözlülükleri sonucu başlarına gelen felaketlerin anlatıldığı kıssaya göndermek yaparak “Hz. Musa kavminin de Firavun’dan kurtulduktan sonra Hz. Musa’ya yapmadıkları kaprisi bırakmadığını, gökten Kudret helvası ve bıldırcın yağarken 'Yok mu başka bir şey, hani soğan, hani sarımsak, mercimek?'” dedi. Aktay, teoloji ile sosyolojiyi şu analiz ile taçlandırarak devam etti: “Hz. Musa’nın liderliğinde kendilerine sağlanmış olan o özgürlük ortamında, üstelik en kaliteli, belki üst sınıf insanlara özgü yiyecekler karşısında soğan talep edilmesi yine tesadüf değildir. Soğan belli bir konfora alışıp onu rutin olarak yaşayanlara çoğu kez musallat olan bir geçmişe özlem, yani nostaljinin ifadesidir.” (6)
Teknik olarak baktığımızda burada yazılanların tamamı teolojik olarak doğru şeyler. Hatta, o meşhur piyango çıkması hayali kuran köylü fıkrasındaki gibi, statüsü değişen, zenginleşen ama huzurları kaçan insanların, geçmişi bir tür yoksul ama mutlu, fakir ama ağız tadı zamanları olarak tahayyül etmelerinin vazgeçilmez objesinin soğan olduğu bile doğrudur. Vaktiyle bunun türküsü bile yapıldı. Ali Ercan’ın, müreffeh bir hayat için çocuklarını, yuvasını ve kocasını arkada bırakıp Almanya’ya giden karısının ardından ağıt yakan bir adamın ağzından yazdığı türkünün ismi “Dön gel Zeynebim soğan ekmek yiyelim”dir. (7)
Bununla birlikte bütün sosyal bilimler gibi (Bourdieu’nun deyimiyle aynı zamanda bir dövüş sporu olan) sosyoloji de belirli bir bağlamda yapılır. Ama Türkiye’de nasıl, siyaset ve bürokrasi cemaati hapse atıp fikirlerini iktidara taşıdıysa, sosyal bilimler tarafında da Taraf tasfiye edildikten sonra, onlardan yadigar kalan bağlamsızlık sosyal bilim yapmak için artık bir norm.
Örneğin, burada Aktay’ın yaptığı analojiyi Türkiye toplumu bağlamına oturtmaya çalışalım. Örneğin Musa ve İsrailoğulları hikayesini Türkiye’ye uyarlamaya çalışalım. Burada bir analoji olacaksa en büyük soru olan Musa’yı ve Firavun’u kimin oynayacağı sorusu öncelikli olarak havadadır. Türkiye toplumu İsrailoğulları mitolojisindeki Exodus'a benzer bir özgürleşme yaşayıp yaşamadıkları bir başka büyük mesele. Dahası, bu kudret helvası kıssasındakine benzer bir şekilde, Türkiye toplumu özellikle AKP’li son 10 yılın hangi döneminde bir eli yağda bir eli balda yaşadığı halde, görgüsüzlük, aç gözlülük, kibir, kendini beğenmişlik yapacak şekilde, hoşafta salça, sofrada kuş sütü aramıştır?
Medine hurması, manda yoğurdu, ejder yumurtalı smoothy, saray ve avanesinin rutin yiyeceği olabilir, sarayda yaşayanlar gerçekten altın kafesin içinde, soğan kokulu ağız tadını özlemiş olabilirler ki mesela görevden affedilen sabık Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ilk ‘sivil’ tweetinde, dağ başında kara demlikten çay içerken bir fotoğrafını “aydınlık” (8) notuyla paylaşmıştı.
Fakat, ülke çalışanlarının yüzde 50’den fazlasının asgari ücretle çalıştığı ve bu çalışanların kahhar ekseriyetinin, gece kondu kiralarının bile 5 bin TL’yi geçtiği İstanbul, Ankara, Antalya, İzmir gibi büyük şehirlerde yaşadıklarını düşünürseniz; mucize, gökten kudret helvası yağması değil, bu kadar açlık, zulüm, hakaret, yoksulluk ve ahmak yerine konulmanın karşısında, soğan alamıyor olmaktan şikayet etmenin bile maymun iştahlılıkla karşılaştırıldığı bir yerde, insanların saraylarınızı, rezidanslarınızı, iki yüzlü ahlakınızı başınıza çalmıyor oluşudur belki de.
(1) https://www.youtube.com/watch?v=aUoRonqlC7s
(2) https://www.youtube.com/watch?v=IFYTELQmyPU
(3) https://www.youtube.com/watch?v=JVglkdeSShA
(4) https://bianet.org/bianet/siyaset/205343-erdogan-domatescilere-sesleniyorum-bir-mermi-kac-para
(5) https://www.gazeteduvar.com.tr/soyup-sogana-cevirmek-makale-1613312
(6) https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/akpli-yasin-aktaydan-sogan-cikisi-sogan-konfora-alisanlarin-gecmise-ozlemidir-2071932
(7) https://www.youtube.com/watch?v=ya71y4Tfizo
(8) https://www.cumhuriyet.com.tr/galeri/abdulhamit-gulun-istifa-sonrasi-ilk-fotografi-1907778#photo-3