YAZARLAR

Sonrayı daha sonraya bırakmak

Tek adama yaslanan düzen sorun yaratmaya devam ediyor ama karşısına konulan alternatif de, “sonra bakarız” demekten ileri gidemiyorsa, seçmen belirsizlikten kaçarken kararsızlığa yuvarlanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “helallik istemesi”, muhalefet liderlerinin erken seçim çağrılarını ateşledi. Bu haftanın grup konuşmalarında, basın açıklamalarında, halkla temaslarda, “iktidarın sonunun geldiği” teması çokça işlendi. Sosyal medyadan ateşlenen, “sandıkta helalleşelim” çağrısı sık sık tekrar edildi. Muhtemelen muhalefet önümüzdeki dönemde de “seçim baskısını” artıracak. Diğer yandan muhalefet cephesinde temas trafiği de hızlanmış durumda. Yoğun gündem hareketliliği arasında yeterince dikkat çekmese bile açık ve kapalı –bazen dolaylı– irtibatın sürekli hale geldiği görülüyor. İttifak ihtiyacı, bu konuda liderlerin esneme çabası ve inadı daha açık ifade ediliyor. “Başarı” ihtimali büyüdükçe moral denge de değişiyor. 

İktidarın köpürtmelerine, kışkırtmalarına, yandaş kanallarda –bazı “muhalefet” sözcülerinden alınan provokatif laflar eşliğinde– yapılan sabit oturumlara rağmen, muhalefetin birlikte durma kararlılığı fazla etkilenmiyor hatta pekişiyor. Alerjik reaksiyonlar, bütün gayretlere rağmen fazla etkili olamıyor, bazen alevlense bile çabuk yatışıyor. Buna karşılık, anketlerdeki iktidar aleyhine “sıkıntı” da büyüyor. Bir süre önce, Erdoğan’ın kişisel desteğiyle boy ölçüşebilecek aday bulunamazken, şimdi “arkadan kopup gelen” çeşitli adayların birer birer Erdoğan’ın önüne geçtiğini gösteren araştırmalara rastlanıyor. “Erdoğan’ a karşı kim kazanır” tartışması, yerini “kimin kazanması daha iyi” sorusuna bırakmış gibi.

Bu resmin, bu resim karşısında iktidarın yaşadığı bocalama ve çaresizliğin, muhalefet cephesinde yüksek bir özgüven yarattığı ortada. Bu yüzden, güçlü bir ihtimal olarak beliren “zafer” için yapılması gerekenler, asla yapılmaması gerekenler konusunda çok canlı –zaman zaman agresifleşen– tartışmalar yaşanıyor. Aday isimlerinden ittifak seçeneklerine kadar çeşitli taktik alıştırmalar yapılıyor. Siyasi aritmetikte dengenin kolay değişmeyeceği düşünüldüğü için, acilen sonuç alınabilecek bir sandık hesaplaşması hevesi çok yüksek. Bu aciliyet hissi ve “kazadan korunma” ihtiyacı, “eşiği bir geçelim, sonrasına bakarız” düşüncesini iyice öne çıkartıyor. Tersini ima edenlerden pek hoşlanılmıyor.

İki üç haftadır, iktidarın önce memleketi, sonra tabanını şimdi ise bizzat kendisini içine soktuğu karmaşık dertler karşısındaki çuvallamasını yazıyorum. Artık her seviyede kendisini gösteren, her zaviyeden açıkça görülen bir kriz tablosuyla karşı karşıyayız. İktidarın hem seçmen desteği hem yönetme kabiliyeti üzerinde yıkıcı kayıplar yaşadığı bariz. İktidar çevrelerinde zaman zaman panik havasına ulaşan bir tedirginlik yayılıyor. Bunun geriye döndürülebilir eşiği aşıp aşmadığı tartışılsa bile, ağır hasarın kalıcı olacağı ortada. Bunlarla baş etmek için ortaya konulan savunma stratejilerinin, iletişim kazalarını geçip skandallara dönüştüğünü de ibretle izliyoruz.

Muhalefet kendine pay çıkartsa bile, bu tablonun büyük ölçüde iktidarın “başarısı” olduğu açık. Gerilime dayalı olağanüstülük, giderek koyulaşan otoriterlik ve kalıcı bir sistem değişikliğiyle yaratılmak istenen güvence, kimse için gerçekleşmiş değil. Vaat edilenlerin –umut edilenlerin– hiçbiri olmadığı gibi, giderek ağırlaşan ve artık ölüm kalım mücadelesi düzeyine varmış sorunlar, bir yığına dönüşüyor. İktidar, salgın ve salgın yönetimi performansıyla “ötekiler” kadar kendi yüzde ellisiyle de hızlı bir yabancılaşma sürecine ilerliyor. Yaratılan eşitsizlik alanının ayrıcalıklıları küçüldükçe kavga da kopma da derinleşiyor. Taban çözülüyor, tavan içine doğru çöküyor. Bu tablonun giderek siyasi aritmetiğe daha fazla yansıması, bunun da “değişim” ihtimalini güçlendirmesi kaçınılmaz.

Muhalefet açısından en ciddi paradoks, işte tam da bu noktada ortaya çıkıyor. İktidarı değiştirmeyi mümkün kılacak, en azından bunun daha güçlü bir ihtimal olarak belirmesine neden olan koşullar ile buna verilecek cevapların hazır edilememesi gibi önemli bir açmaz var. Muhalefete iktidar yolu en hazırlıksız ve en zorlanacağı güzergahta açılıyor. İktidarı değiştirmek için, “ondan sonrası” hakkında konuşma ihtiyacı önemli bir başlık. İttifak veya ittifakların asgari ortaklık zeminini tehlikeye atmayacak bir ortalamada tutmak diğer bir mesele. İktidarın kullandığı olağanüstülük ve kimlik zorlamalarına direnç geliştirmenin kolay bir formülü de yok. Muhalefet sandığından daha fazla şeyi kanıtlamak zorunda; birlikte durabileceğini, kazanabileceğini ve sonra da yapabileceğini.

Muhalefet açısından ana eksen, parlamenter sisteme geri dönüş ve bütün sorunların kaynağı olan ucube başkanlık sisteminden kurtulma hedefi. Risksiz ve kolay bir ortaklık zemini gibi duruyor ama bazı gerekleri var. Tek adamlığa alternatif olmak için, aday seçiminden başlayarak Erdoğan’a denk karizmatik bir başkanlık iddiasının uzağında durması gerekiyor. Bir anlamda, olağanüstü yetkileri kullanmaktan özellikle kaçınacak bir aday ve sonrasında da böyle bir performans önermek zorunda. Ancak ekonomiden dış politikaya, hukuk sisteminden bürokrasiye kadar çok geniş bir alanda birikmiş sorunlar ve bunlarla ilgili acil çözüm bekleyen kalabalıklar var.

Bu durumda, iktidarın sonunu getirecek olan sorunlar yumağı, muhalefetin de önünü tıkayan engel olarak kalmaya devam edebilir. Tek adama yaslanan keyfilik düzeni çözüm ürütemiyor hatta sorun yaratmaya devam ediyor ama karşısına konulan alternatif de, “sonra bakarız” demekten ileri gidemiyorsa, seçmen belirsizlikten kaçarken kararsızlığa yuvarlanıyor. Hep sonraya randevu vererek idare eden iktidar karşısında, yine sonrayı beklemeyi öneren muhalefet seçeneği anketlerdeki potansiyeli sandığa taşıyamayabilir. 2018’deki seçimde “ekonomik kriz geliyor” korkusunu avantaja çevirmeyi deneyen iktidar, birlikte duramayan muhalefeti, “Erdoğan’ı göndermekten” başka söz bulamaz olarak da gösterebilmişti. Muhalefet ittifakının hızlı bir erken seçim baskısı yaratırken ortak program oluşturmasındaki güçlük de ortada.

Muhalefetin, “daha sonraya” bırakarak nispeten rahatlamış göründüğü bir başka mesele, bir arada durma becerisi. Büyük ölçüde muhalefet liderlerinin elinden çıkmış ciddi bir sonuç bu. Üstelik iktidarın yüksek enerji harcayarak bozma gayretlerine rağmen sürdü. Son zamanlarda taraflar –yine özellikle liderler– birbirlerinin zorunluluklarına daha fazla saygı gösterme eğilimindeler. Ancak çok zorlu koşullarda, ağır saldırı altında becerilmiş olsa bile ortak zeminin, içselleştirilmemiş ve “köprüden geçene kadar” havasından çıkamamış olması önemli. Çünkü demokratik, çoğulcu bir parlamenter sistem iddiası için, kısa vadeli bir amaç uğruna katlanılan bir ortaklık yeterli değil. Siyasi meşruiyetin ancak hukuksal sınırlarla çizilebileceği fikri, “sonraya bırakılabilecek” veya mesafe ayarlarıyla sorgulanabilecek bir mesele olamaz. Bu ertelemenin, iktidar için kaşınmaya devam edilebileceği bir imkân verdiği, hızlanan gayretlerden anlaşılıyor.

Sonrayı daha sonrayı bırakmanın sıkıntıları açısından bir başka başlık da, kimlik siyaseti ve kutuplaştırma mevzuu. Muhalefet çevrelerinde pek rağbet gören “iktidarın tuzaklarından korunma” argümanı, iyice yaklaşmış “vuslat” nedeniyle daha çok taraftar topluyor. “İktidarın bizden beklediğini yapmayıp sürpriz yapıyoruz, şaşırtıyoruz” görüşü de daha fazla alkış alıyor. Fakat 5-6 senedir, onlarca kere ve yüzlerce başlıkta tekrar edilen “şaşırtmacanın” sürpriz değeri biraz tartışmalı. Ya sürekli aynı şeyi yapacağınızı düşünerek benzer hamlelerde ısrar eden iktidarı aşırı saf buluyorsunuz ya da sizin sürprizler herkesin beklediği bir ezber haline gelmiş. Fakat bu konuda asıl önemli olan, kimlik siyaseti ve kutuplaştırma ataklarına karşı, muhalefet ittifakını bir kimlik koalisyonu gibi sunmaya kalkmak. İnsanların yerine meseleleri kimlik etiketlerinden kurtarmak daha önemli aslında. Zaten hayat bunu kendiliğinden yapıyor.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).