Sorumluluk
Başarısızlık bir geri bildirimdir. Sistemin çalışmazlığına dair en iyi geribildirimdir. Başarısızlık görünür olduğunda aksayan yerler onarılır. İstifa, aksayan yerin ilanıdır. Bu iktidarın keyfiyeti bizi aksayan yeri gereğince onarma imkanından ve yeteneğinden yoksun bırakıyor.
1.
Evinizde bir vazo kırıldı. Öyle ahım şahım bir vazo değildi, pahalı sayılmazdı ama o kırıldığında bir küçük cam parçası da içinize battı. Neden?
Siz kırmadınız onu. Eşiniz de kırmadı. Çocuğunuz kırdı. Bunu kesinkes biliyorsunuz. Ne olacak canım, ondan değerli mi? Değil tabii, değil de içiniz sıkılıyor biraz. Çünkü sordunuz söylemedi, hatta “ben kırmadım” dedi, gözlerini devirdi, kaçtı sizden.
Neden söylemedi diye içiniz içinizi yiyor. Bir küçücük vazoyu kırdığını bile sizden saklayacak mı? İyi de neden söylemedi? Siz o kadar öfkeli anne baba mısınız, sorumluluk almasına alacak da sizden mi korkuyor mu? Neden sorumluluk almıyor bu çocuk?
Bir psikiyatra anlatsanız, “siz peki sorumluluk alıyor musunuz” der mi?
2.
Bir psikiyatr değilim ama içimden şunu söylemek geliyor: Sorumluluk tek başına bir eylem değildir. Tıpkı iyilik ve kötülüğün de tek başına var olmadığı gibi. Sorumluluk bir ortamdır, bir atmosferdir. Sorumluluk, hayattan ve bizden beslenir.
Bir psikiyatr olmadığım gibi devlete dair ucuz alegoriler peşinde koşan biri de değilim. Devleti terbiye veren ana baba, toplumu ya da toplumdaki bazı fertleri de vazoyu kıran çocuklar olarak görmüyorum. Hayır, toplumda, yaptıklarının sonuçlarına dair sorumluluk alanlar ve almayanlar var. Hem işini kötü yapan hem de bunun sorumluluğunu almayanların hatalarıyla hayatları mahvolanlar var. Bin tane hata yapsa da bir kenarda ses çıkarmadan zamanın geçmesini bekleyenler var. Üstelik devletin de terbiyeyle ilgili bir görevi yok. Devlet ne bir anne ne de baba, devlet bir mevzuatlar toplamı sadece.
Hal böyleyken, adına memleket dediğimiz yerde gitgide daha az insan yaptıklarının sorumluluğunu alıyor. Vazolar kırılıyor. Kimse kabahatini söylemiyor. Neden?
3.
Birkaç sebebi olduğunu düşünüyorum. Birincisi, bir kavram olarak adaletin artık iyiden iyiye hukukun yerini alması. Adalet çok yüce pek yüce, tamam ama nedir adalet, ne zaman yerini buluyor, sana göre değil de ona göre bulduğunda ne oluyor? Adaletin tecelli ettiğine tam olarak nasıl karar veriliyor? İktidar partisinin adında adalet olması tesadüf değil… Keyfiyetin iktidarı hukukla, normla kurulamıyor; sana görelikle bana görelikle ama en çok ona görelikle kuruluyor. Toplumdaki adalet fikri bir grubun ama en çok da o grup içindeki tek bir kişinin fikri, yalan mı? Hukukla böyle bir ilişki kurulabilir mi peki?
Sorumluluk işte buralarda yitip gidiyor. Adaletin tesis edileceğine inancımızın tam olması bekleniyor. Ama bu adalet vaadi hep bir müphemlik, bir belirsizlik de içeriyor. Halbuki sorumluluk hukuki kesinlikten doğar. Sorumluluktan kaçınmak ise müphemlikle mümkündür.
Müphemlikle anonimlik de çok örtüşüyor. Biz anonimlikten medet ummayı alışkanlık haline getirmiş bir toplumuz. Askerde tüm tabur hatasını kabullenmeyen, açıkça söylemeyen birinin cezasını hep beraber çeker. Ya da tam tersi… Herkes Kara Murat’tır... Zalimin karşısına “Kara Murat benim” diye dikilme repliği elbette bir kusuru örtmek için söylenmemiştir; acıda ve cefada ortaklaşmak için söylenmiştir ama nihayetinde anonimliktir.
Anonimlik de sorumluluk için elverişsizdir. Sorumluluk “ben bu dünyada varım, yaptıklarımı ben yaptım, ben kendi yaptıklarıma imzamı atarım” diyen bir insan olmayı gerektirir. Liberteryen bir bireycilik değil bu; illa toplum için yaşamak da değil. Bu, insanın en temel değeri. Sorumluluk evvela insanın eyleyen bir varlık olmasını gerektirir.
Kaşığı terse doğru bükersek, istifa da işte böyle bir eylemdir.
4.
İstifaya gelmeden…
Başına neler geleceğini düşünmeden sorumlunun sorumluluk almasını istemek de böyle bir eylemdir. Bir gruptan dışlanmayı, gözden düşmeyi, hatta sevdiklerini hayal kırıklığına uğratmayı göze alarak hesap sormak da böyle bir eylemdir. Hesap sormak da sorumluluktur.
Mesela bir Turizm bakanına, sağlık bakanına değil sadece; hiçbir norma, hiçbir etik kurala sığmaz şekilde, müthiş bir keyfiyetle otelciyi turizm bakanı, hastaneciyi sağlık bakanı yapana da hesap sorabilmek gerekir. Olan biten karşısında gerçekten üzülen insanların -ki öyle- kafasına göre hesap sorma keyfiyetine son vermesi, ideolojisine göre kutuplaşmaması gerekir. Hesap sormak toplumun haysiyetidir ve tüm katmanlarının topyekûn sorumluluğudur.
Hesap sormak, rahat zamanda değil; gündem değişmişken, acı çekenler acısıyla baş başa kaldığında değil, “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günlerde” daha da bir sorumluluktur. Hesap sormak, “gün siyaset yapma günü değil” itirazıyla karşılaştığında esas sorumluluktur.
Hesapsızlık, sorumsuzluk ortamını da doğurur. Hesap sormak da vermek kadar sorumluluktur.
5.
Gelelim istifaya…
Başarısızlık bir geri bildirimdir. Sistemin çalışmazlığına dair en iyi geri bildirimdir. Başarısızlık görünür olduğunda aksayan yerler onarılır. İstifa, aksayan yerin ilanıdır.
Bu iktidarda insanların istifa etmemesi, edememesi, bu iktidarın başarısız görünmeme fantezisi yüzünden memleketi dünyanın en iyi işleyen geri bildiriminden mahrum bırakması sadece aksayan yerlerin onarılmamasına yol açmaz; insanların, belki çoktan istifa edeceklerin bile onları insan kılan eylemliliklerini kaybetmesini de beraberinde getirir.
Çok ağır geliyor her şey. Bolu, İliç, Aladağ, Ermenek, Çorlu, Soma, Pamukova… Ne istifa ne geri bildirim ne sorumluluk ne hesap…
Sorumluluk bir ortamdır. Atmosferdir. İyilik ve kötülük gibi… Yokluğu da bir ortamdır. Sorumluluk almayan hesap sormayı da öğrenemez. Hesap sormayan sorumluluk almaz. Hesaba çekilmeyen sorumluluktan kaçar. Hesap sormaya en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerdeyiz.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
İngilizce akvaryumunun içinde yüzen balıklar gibiyiz 12 Ocak 2025
Ferdi Tayfur’u kim dinliyordu? 05 Ocak 2025
Zor Zamanlar Felsefe Bürosu 29 Aralık 2024
Dünyayı hangi kitaplar değiştirdi? 22 Aralık 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI