Sosyal haklar için sosyal devlet

Tüm sosyal hakların öznesi insanlardır. Bu özneler arasındaki hiyerarşinin de ortadan kalktığı bir güvenceyi oluşturmak gerekiyor. Devleti sosyal yapan tüm vatandaşlarına ulaştıracağı haklardır.

Google Haberlere Abone ol

Melda Onur*

Ana akımın yerle yeksan, tuzla buz oluşuna tanıklık eden şanslı bir nesiliz. 

Bir yandan da ceremesini çekenleriz. Hepimiz değilse bile, o ana akımın içinde sıkışıp kalmış, Procrustes’in yatağının(1) şeklini verdirircesine eğilip bükülmeye çalışılan haklarını söke söke almaya çalışan, “Biz de sizin kadar eşitiz” diyenleriz.

Hak mücadelesinin şanlı tarihinde özne olamamış kesimlerin, birinci nesil haklar içinde kendilerinin olmadığını, topluma eşitlik vadeden bu haklar içerisinde pek çok alanda yer bulamadıklarını, bazılarının diğerlerinden daha eşit olduğunu fark etmeleriyle ikinci nesil hakların mücadelesi başlamıştı. Zaman 20. yüzyıla doğru ilerliyordu.

Vadedilen haklar ve özgürlükler; sağlıkta, eğitimde, ulaşımda, çalışma hayatında, kültürde, sanatta, sporda toplumsal yaşamı dönüştürüyordu. Bu dönüşüm sosyal devletin de doğuşuydu. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, sosyal devlet anlayışını daha 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde hayata geçirmeye çalıştı. 

Sosyal adalet için sosyal devlet gerektiğini söyleyen Atatürk şöyle diyordu:

"Kabil midir ki, bir kitlenin her parçasını geliştirelim, diğerini de geri bırakalım da kitlenin bütünü gelişmeye ulaşabilsin. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı zincirle topraklara bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselsin” 

Sosyal haklar başta BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi olmak üzere birçok uluslararası konferans, toplantı ve referans metnin konusu oldu. Devletler iç hukuklarındaki düzenlemeleri, vatandaşların yalnızca temel insan haklarından yararlanmaları üzerine değil, sosyal haklardan da eşit bir şekilde yararlanabilmeleri üzerine oluşturmaya başladılar.

UNUTULMAK MÜMKÜN MÜ

Haklar genişlemeye, derinleşmeye, çeşitlenmeye devam etti; ama bu kez de her başlıkta toplumun kılcal damarlarına dek ulaşılamıyordu. Zaman geçtikçe eskiden hak olarak görülmeyen veya toplumun farklı kesimleri için bir hak konusu olmayan ya da hak öznesi olabileceği düşünülmeyenler bugün sosyal mücadele ve hukuk alanını üçüncü nesil haklar olarak zorlamaya başladı. Dayanışma hakkı, direnme hakkı, kalkınma hakları, çevre hakkı, barış hakkı, gelişme hakkı diye talep edilen tüm özgürlükler, hak kavramı ve hukuk konusu olarak karşımıza çıktı. 

Günümüzde daha üçüncü nesli sindiremeden dördüncü nesil haklara doğru yol alıyoruz.

“Unutulma”nın bir gün bir hak olacağını tahayyül edebilir miydik? 

Sosyal medyanın çok kısa bir sürede ana akım medyayı zorlayıp kurallarını alt üst edecek kadar yaygınlaşması ve kuralsızlığın hakimiyeti, kişilerin geçmişlerini kazıyıp çıkarmaya başladı. Bu kez hak konusu, kişinin geçmişe ilişkin bilgisine, daha üstün bir menfaat olmadığı takdirde, diğer kişiler tarafından sürekli ulaşılmasının önüne geçmekti. 

İnsanların bütün hayatlarını sosyal medya hesaplarından deşifre ederek, takip edilmeyi, gözetlenmeyi göze aldığı bu çağda, unutulmak mümkün olacak mı bilinmez. Ama daha bir süre sosyal hak alanını ilgilendiren dördüncü nesil haklar hukukçuları ve mevzuatçıları meşgul etmeye devam edecek. Türkiye’de yüksek yargı da “Unutulma Hakkı”nı 2015’te ilk kez şöyle tanımladı: 

"Üstün bir kamu yararı olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan geçmişte yaşanılan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği kişisel verilerin silinmesini ve yayılmasının önlemesini isteme hakkı". Burada unutulma hakkını talep eden kişi geçmişte bir suçtan hüküm giymiş, cezasını çekmiş ancak ismi açıktan bir ceza hukuku kitabında yer almıştı. 

MEDYASININ PATRONLARI

Tüm unutulma gayretlerine rağmen, vatandaş haber alma hakkını yine söke söke alıyordu. Bağımsız medyalarının bile iktidar baskısına direnemediği, küçük medya kuruluşlarının büyük medya tekelleri içinde eridiği, haber alma özgürlüğünün siyaset-iş dünyası marifetiyle engellendiği konvansiyonel bir dünyadan baş döndürücü bir hızla herkesin kendi başına birer muhabir, foto muhabiri, yazar hatta medya yöneticisi olduğu günlere geldik. Herkesin kendi küçük gazetesi, dergisi, köşesi hatta medya grubu oluştu. Mesela benim kendi medya grubumda Twitter Haber Ajansım, Facebook Gazetem, Instagram Fotoğraf Ajansım, Youtube Televizyonum, LinkedIn Dergim, Spotify Radyom var. Sıcak haberi yerel medya görevi gören yurttaş gazeteciliği ile alabiliyorum. Çünkü onlar Türkiye’nin ve dünyanın her yerinde.

Peki bu haberlere nasıl güvenebilirim? Manipülasyon olmaz mı? Olur, mevcut durumda ana akım medyada olduğu kadar olur.

Gezi Direnişi de kendi medyasını doğurmuştu. Ana akım kanallar Gezi’de yaşam alanları için direnenler yerine penguen belgeseli yayınlamışlardı. Taksim’de yaşananlar cep telefonu kameralarıyla kaydedilmiş ve o zaman en popüler olan iki sosyal medya kanalı Facebook ve Twitter yoluyla ülke geneline yayılmış, oradan da dünya duymuştu. Bu ortamda Çapul TV Gezi Parkı’ndan canlı yayına başladı ve günlerce Türkiye’den ve başka ülkelerden milyonlarca kişiye olanı biteni izletti. O güne değin ana akım medyanın dışında kalmış televizyon kanalları ortak ve sürekli canlı yayınlarla, kimi zaman görüntü kalitesi düşük ama haber kalitesi çok yüksek işlerle haberciliğin kurallarını alt üst ettiler. Twitter’ın “baş belası kuş” olma yolunda hızla uçtuğu günlerdi.

HABER DURDURULAMAZ

Haber alma hakkında sokakların zaferi tescillenmişti. Sıra TBMM’deydi. 17-25 Aralık’ta iktidar kanadındaki paylaşım kavgasında açığa çıkan yolsuzluklar, 4 bakanın fezlekelerinin TBMM’de görüşülmesine kadar büyüyecekti. Ancak TBMM’deki bu tür hayati tartışmaların vatandaş tarafından görülmesi TBMM TV’nin kapanış saati olan 19:00’dan sonraya denk getirildiği için mümkün olmuyordu. O gün Ustream teknolojisini kullanarak tabletimle TBMM Genel Kurulu’ndan canlı yayına geçtim ve 2 saatten fazla kesintisiz yayın yaptım. O gün Genel Kurul’daki milletvekillerini şaşkına çeviren, Twitter’da “trendtopic” olan ve birkaç ay sonra bana hayatımın en değerli ödülü Yurttaş Gazeteciliği Dalında Metin Göktepe Özel Ödülü’nü kazandıran bu yayın, Türkiye’deki haber alma hakkında yeni bir alan açtı. Artık vatandaş TBMM’de hiçbir oturumdan habersiz kalamayacaktı.

Haber alma hakkı en önemli sosyal haklardan. İfade özgürlüğünün, basın özgülüğünün bir tamamlayıcısı. Hızla gelişen teknoloji ile dönüşen habercilik kurumunun da eski kurallarla, eski alışkanlıklarla devam edemeyeceği belli. Bu nedenle medya ve ifade özgürlüğü ile birlikte haber alma hakkı yine sosyal hukuk ve mevzuat çalışmalarında ikinci yüzyılda masada olacaktır. 

EĞİTİM HAKKI

Gezi Direnişi içinde pek çok sosyal hak talebini barındırıyordu. Bu taleplerinin etkisi hala sürüyor; tabii Gezi’nin de ruhunu taşıdığı için iktidar medyası tarafından her türlü hak arayışı yeni bir “Gezi Kalkışması” diye hedef gösteriliyor. 

Mesela eğitim hakkı… 

Gezi Direnişi’nin en kalabalık bileşen grubu öğrenci kolektifleriydi. O gün parasız eğitim isteyen öğrenciler Gezi Direnişi’nin ardından bu taleplerini Türkiye genelindeki park forumlarında dile getirdiler. Aradan 8 yıl geçtikten sonra eğitimde sorunların giderek ağırlaşması, yaşanan yurt sıkıntısı, ev kiralarının öğrencilerin ödeyemeyeceği boyutlara tırmanması ve bir de dini cemaatlerin yurtlarında yaşanan baskılarla öğrencilerin intihar girişimleri, ülkede ağır eğitim hakkı ihlallerini gözler önüne seriyordu. Gençler parklarda yatarak durumu protesto etmeye başladılar. Ama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, parklarda yatanların eylemlerinin 'Gezi Parkı'nın bir başka versiyonu olduğunu ve bu kişilerin gerçekte öğrenci olmadığını ileri sürüyordu. 

AKP iktidarı döneminde sayısız eğitim hakkı ihlaline tanıklık ettik. Parasız eğitim, kamusal ve laik eğitim isteyen gençlerin ‘terörist’ muamelesi gördüğüne, tutuklu öğrencilerin cezaevlerini doldurduğu yıllara, dinci bir cemaatin yurtlarına mecbur edilenlerin, iktidarın o cemaatle arası açıldığında bir gün içinde nasıl ‘teröriste’ dönüştürüldüklerine tanık olduk. 

Bir de ölümlere tanık olduk. Mesela Aladağ’da.

KÜLLERDEKİ HAKLAR

Aladağ Kız Öğrenci Yurdu yangınının küllerinde pek çok hak ihlali var. Bunları ailelerin ifadelerinden okuyabilirsiniz. İlkokul çağındaki kızların ailelerine yurttan nasıl şikâyet ettikleri bir bir mahkeme tutanaklarında yazılı. Onca yoksulluğa ve yokluğa rağmen, şehir merkezinden uzaklığa rağmen, kız çocukları okusun diye çırpınan annelerin evlatlarını emanet ettikleri yurtta; bulaşık yıkatmadan tuvalet temizletmeye, çocukların ders çalışmaları için gereken zaman ve enerjilerinin, sabah namaz saatinden başlayarak gün boyu kim tarafından verildiği hala belli olmayan sözde bir dini eğitimle tüketilmesine kadar yapılan her şey ağır bir eğitim hakkı ihlali değil de nedir? Çocuğunun koşullarını görmeye giden babayı "Burası kız yurdu, erkekleri içeri sokmuyoruz" gerekçesiyle geri gönderen zihniyete teslim edilen çocukların ölümü, eğitim hakkının sözde kaldığının en büyük göstergesi değil mi?

Ne yazık ki bugün hala en önemli sosyal haklardan biri olan eğitim hakkı en çok tehdit altında olan haktır. AKP iktidarı döneminde defalarca değişen sistem her yıl yeni sınav mağdurları ve hak gaspları yaratırken, eğitimin kamusal, laik ve bilimsel yapısının çökertilmesi, dini cemaatlere peşkeşi, zenginle yoksul arasındaki uçurumla büyüyen çözümsüzlük Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında karşımızdaki en büyük tehlikedir. Kendi gazeteciliğinizi belki yapabilirsiniz ama çocuğunuzu okuldan alarak eğitemezsiniz.

ULAŞIM HAKKI

Aladağ dedik madem. Oradan devam edelim. 

Adana’nın Aladağ ilçesine bağlı dağ köylerinde okul binası olmasına rağmen, bu okullar öğretmensiz ve metruk bırakıldı. İlkokul çağındaki çocukların ailelerinin yanında, kamusal eğitim alma hakları gasp edilince bu çocuklar yakın ilçelerde okumaya gönderildi. Halbuki taşımalı eğitimle sabah gidip akşamları evlerine dönebilirlerdi. Ama pahalı ve geçiş garantili otoyolları ve köprüleri olan bu ülkenin dağ köyleri yolsuz bırakılmıştı. Köy yollarının ne halde olduğuna 2016 yılında yaşanan o felakette ölen çocukların cenaze arabalarının çamura saplandığı görüntülerde tanık olduk.

Eğer ülkenin ulaşım yatırımları “kişi başına düşen” diye hesap ediliyorsa, hepimizin ayakları çamura saplanmıştır çoktan. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılında tek bir köy çocuğunun dahi okula taşımalı eğitimle gidip gecelerini sıcacık evinde geçirmediği gün olmamalıdır. Ulaşım hakkı demek ülkenin çocukları için yapılmış köy yolları, güvenli okul servisleri, kadınlar için gece ve gündüz güvenle kullanabileceği toplu taşımalar, yaşlılar ve engelliler için uygun otobüsler, metrolar, trenlerdir. 

BARINMA HAKKI

Aladağ’ın bütün imar yönetmeliklerini hiçe sayarak baştan aşağı yanıcı malzemeyle yapılan kız öğrenci yurdunun en önemli sosyal haklardan biri olan barınma hakkını ve bunun sonucu olarak yaşam hakkını ihlal etmesinin ardından TBMM bir komisyon kurdu ve Türkiye’deki tüm yurtlardaki güvensizliği açığa çıkardı. Yalnızca yurtlar da değil. 

Barınma hakkı ülkenin tüm insanları için ve özellikle iklim adaletini sağlamada kırılgan kesimler için hayatidir. İklim krizinin ilk atakları olan, sıcak hava dalgaları ve kent sellerine karşı savunmasız karşıladığımız 21. yüzyılda, barınma hakkı acildi. Barınma hakkı insanların başlarını bir yere sokmasından ibaret de değildir. Barınma hakkı sağlıklı ve güvenli bir çevrede, kentin imkanlarına en güvenli ulaşılabilecek, insanın onuruyla yaşayabileceği asgari konforu olan konutlardır. İnsanların doğup büyüdükleri mahallelerden “soylulaştırma”yla çıkarılmamalarıdır. Çocuk ve genç için konutunda çalışabileceği ayrı alan, çevresinde oyun alanı, okul, kültür sanat ve spor merkezlerinin bulunmasıdır. Ailenin her “deprem” lafı geçtiğinde evin duvarlarına bakıp ürpermemesidir.

Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında kentler yatırımcıların para kazandığı değil o şehrin insanlarının yaşadığı yerler olmalıdır.

ÇALIŞMA HAKKI

Çalışma hakkı, sağlık önlemleri alınmış bir çevrede, çalışma sürelerinin insani olduğu, sendika, toplu sözleşme ve grev haklarının kısıtlanmamış olduğu haliyle sosyal haktır. Bunun aksi kapitalizm rantıdır. İş cinayetlerinin son bulması, ekmek parası için çalışan emekçinin yaşamının bir kepçe darbesi, bir asansör düşüşü, bir kask eksiği ile son bulmaması gerekir. Ülkenin madenlerinde olabilecek kazaları cinayete ya da toplu katliama dönüştürmemenin yolu vardır ve dünyanın madencilikle uğraşan tüm medeni ülkelerinde uygulanır. Rant hırsı, denetimsizlik, ihmallerin sonucu ölümler kaza değil cinayettir. 

Sosyal hakların ilk sırasındaki çalışma hakkı Türkiye’deki en sorunlu alanlardan biridir ve ülkenin ekonomisi neoliberalizmden sosyal devlet çizgisine döndürülmeden bu hak gaspı ortadan kalkmayacaktır.

DOĞANIN HAKLARI

Yukarıda dedik ya, haklar gelişip derinleştikçe bazı öznelerin hakkının olduğunu yeni yeni öğrendik. Bunlardan biri doğanın hakları. Hak talep etmediği için doğanın hak sahibi olamayacağı savından yola çıkan hukukçularla, doğanın bir hak öznesi olduğunu savunanlar arasındaki karşıtlık giderek sönümlendi. Bugün herkes doğanın haklarının farkında. İklim krizi, seller, sıcaklıklar, orman yangınları insanların doğanın haklarını vekaleten savunmalarını gerektiriyor. Dünyanın pek çok devletinde ekoloji, anayasaları yeniden yazıyor.

Doğanın ve yeryüzünün yeniden tanımlanması ile insan-doğa ilişkisi de yeniden tanımlanıyor. Bu bakış açısındaki sorumlu vatandaşlık tanımında insan doğanın emanetçisi olarak görülüyor. Doğal yaşam alanlarının tahribi, suyun, madenlerin, ormanların, tarım alanlarının özelleştirilmesi ve/veya amaç dışı kullanımını önleyecek ilkelerin Anayasa’ya dahil edilmesi gerekiyor. Su, tohum ve diğer doğal varlıkların kaynak olarak değil, doğanın bir parçası ve onlara bağlı yaşayan tüm canlılara ait olarak görülmesi gerekiyor. Bugün sokak ve yaban hayvanları da hak öznesi haline gelmiş durumda, sosyal hukukta yerleri var. 

Tüm bu alanlar Cumhuriyet'in ikinci yüzyılının önünde bekliyor.

HAK ÖZNELERİ

Ve tüm bu sosyal hakların öznesi insanlar… 

Bu özneler arasındaki hiyerarşinin de ortadan kalktığı bir güvenceyi oluşturmak gerekiyor. İlk elden prototip insanın hakkıymış gibi davranılan, oysa her bir insan grubunun farklı ihtiyaçlarını karşılaması gereken bu hakların öznelerinden biri çocuk mesela. Çocuğun sağlık hakkı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, güvenli gıda hakkı, oyun oynama, spor yapma hakkı, güvenli ulaşım, kamusal, laik ve bilimsel eğitim hakkı, tatil hakkı var. Gençlerin eğitim ve eğitimle ilgili ulaşım ve barınma hakları var, öğretim, iş bulma, güvenli bir gelecek için özgür iradesiyle seçim yapabilme hakları var. Kültür, sanat ve spor faaliyetlerine ulaşma, tatil ve seyahat hakları var. Kadınların evin yükünü, evin diğer fertleriyle paylaşmalarını sağlayacak sosyal hizmetler var. Çocuk bakımı, yaşlı bakımı, engelli bakımı, ev işlerinin kotarılmasının her biri ayrı yük getiriyor kadına. 

Yaşlılar ve engellilerin hak yelpazeleri ise daha geniş. Güne gözlerini açtıkları andan itibaren hakların kullanımında dezavantajlı gruplar olarak, sosyal haklara eksiksiz ve kesintisiz ulaşabildikleri gün, hak yerini bulmuş olacaktır. Toplumda ayrıştırılan, ötekileştirilen, hedef haline getirilen, farklı dil, din ve inanışa, yaşam tarzına sahip olan kırılgan kesimlerin korunması için ise sosyal haklar apayrı bir hassasiyet taşır. Yine sığınmacı üst başlığındaki insanların ve ailelerinin sosyal haklara kavuşması bir ayrıcalık değil, sosyal hukukun gereğidir.

Ve en çok sosyal hak gaspına uğrayanlar, bu konuda en az görünür olanlar LGBTİ bireyler… Nasıl büyür, nasıl eğitim alır, nasıl iş bulur, nasıl barınma hakkına, sağlık hakkına, çalışma hakkına kavuşur? Yaşayan bilir.

Devleti sosyal yapan tüm vatandaşlarına ulaştıracağı haklardır.

Haklar ve özgürlükler herkese eşit ve adilse ülke vatandır.

*24. Dönem Milletvekili

(1) Yunan mitolojisinde Procrustes, kendisine konuk olan yolcuların boylarını yatağa uydurmak için kol ve bacaklarını çekip uzatan, ya da kırıp kısaltan dev.