Sosyal medyada kadın kıyımı: Şiddetin piramidi

Kadınların özgürlüğü ve hakları, toplumsal eşitlik olmadan mümkün değildir. Tüm toplumun bu mücadelede aktif rol alması, şiddet kültürünü yıkmada etkili olacaktır.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Doğurduklarımız tarafından öldürülüyoruz!

Kadına yönelik şiddet, bireysel bir sorun olmaktan ziyade toplumsal ve kültürel kökenlere dayanan bir olgudur. Şiddet, ayrımcı dil ifadeleriyle başlayıp kadın cinayetlerine kadar uzanan karmaşık bir süreçtir. “Şiddet piramidi” grafiği, bu konuyu ele almama ilham verdi. Piramit, kadının toplumsal konumunu ve bu konumun yaşamını tehdit eden davranışlarla ilişkisini gösterir. Her basamak, daha ağır şiddet biçimlerini besler ve normalleştirir. Fiziksel, duygusal, psikolojik, ekonomik ve kültürel baskıları içerir. Bu yazıda, şiddet piramidini ve sonuçlarını inceleyeceğiz.

Cinsiyetçi küfürler, şakalar ve kabalık: Toplumsal şiddetin dilsel temeli

Cinsiyetçi küfürler ve kadınları değersizleştiren şakalar, kadına yönelik şiddetin sinsi biçimlerini temsil eder. Bu dil, toplumsal normları taşır ve şiddeti meşrulaştırır. Pierre Bourdieu’ya göre, dil bir iletişim aracı olmanın ötesinde bir şiddet biçimidir. "Amk", "anasını s...", "oç" gibi ifadeler, kadın bedenini aşağılayarak cinsiyet hiyerarşisini güçlendirir.

Kadın düşmanı şakalar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini normalleştirir ve kadınları daha büyük saldırılara hedef haline getirir. Judith Butler, mizahın cinsiyetçi şiddeti normalleştirme gücünü vurgular; bu durum, dil yoluyla inşa edilen şiddet yapısının parçasıdır.

Cinsiyetçi küfürler bireylerin özgüvenini zedelerken, toplumsal cinsiyet eşitliğine giden yolda önemli engeller oluşturur. Bu söylemlerin yayılması, toplumsal bir çürümenin işareti olarak görülmelidir. Toplumsal cinsiyet normlarının sorgulanması ve bu dilin reddedilmesi, toplumsal dönüşüm için kritik adımlardır. Şiddetin dilden başladığını unutmamak ve bu dilin kullanımını sorgulamak, kadın haklarının korunması açısından hayati öneme sahiptir.

Kadınları değersizleştiren söylemler: Kültürel şiddetin normalleşmesi

Kadınların toplumsal rollerini küçümseyen söylemler, kadına yönelik şiddeti besler. Bu ifadeler, kadını fiziksel görünümüyle sınırlayarak onu "zayıf" olarak görmeyi pekiştirir. Antonio Gramsci'nin hegemonya teorisine göre, bu söylemler egemen normları yeniden üreterek kadını korunması gereken bir varlık olarak konumlandırır.

Sosyal medya, bu değersizleştirici söylemlerin yayıldığı ve normalleştiği bir platform haline gelmiştir. Kadınların kariyer başarıları ve kişisel yeteneklerine yönelik küçümseyici yorumlar, kamusal alandaki seslerini kısmaya yönelik bir girişimin parçasıdır. Kendini geliştiren ve özgürleşen kadınlar, kıskanç erkekler tarafından zehirli bir dil ile aşağılanmakta ve itibarsızlaştırılmaktadır. Bu durum, bireysel olduğu kadar, toplumsal bir hastalığın göstergesidir.

Sözlü taciz ve kişisel alan ihlali: Dijital dünyada kadına yönelik şiddet

Sosyal medyada kadınların maruz kaldığı sözlü taciz ve kişisel alan ihlalleri, dijital şiddetin yaygın biçimleridir. Pew Research Center’ın 2021 araştırmasına göre, kadınların yüzde 41’i çevrimiçi tacize uğruyor; yüzde 75’i ise cinsiyetçi hakaretler ve tehditler alıyor. Bu sözlü saldırılar, kadınların toplumsal varlıklarını sınırlamayı hedefler.

Kişisel alan ihlalleri, kadınların fotoğraflarının izinsiz paylaşılması, bedenleri hakkında aşağılayıcı yorumlar yapılması ve mahremiyetlerinin ihlali gibi biçimlerde kendini gösterir. Bu durum, kadının dijital varlığını tehdit eden ve onu kamusal alanda görünmez kılmaya yönelik bir saldırıdır. Siber zorbalık, bu ihlalin dijital platformlarda ne kadar yaygın olduğunu gözler önüne serer.

Rıza almadan dokunmak: Fiziksel sınırların ihlali

Rıza almadan dokunmak, kadının bedensel bütünlüğüne saldırıdır. Bir kişinin izni olmadan bedenine müdahale etmek, şiddetin erken aşamalarındandır ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştirir. Feminist kuramda rıza kavramı önemlidir; Catharine MacKinnon, rızasız dokunmayı cinsel şiddetin başlangıcı olarak değerlendirir. Rızanın hiçe sayılması, patriyarkal düzenin kadını mülkiyet olarak görme anlayışını yansıtır.

Fiziksel, duygusal, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet: Kadının tüm yaşamına yönelik baskı

Kadına yönelik şiddet, fiziksel saldırılarla sınırlı değildir. Duygusal, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet gibi daha az görünür ancak yıkıcı biçimler, kadının yaşamını kontrol altına almayı hedefler. Ekonomik baskı, kadını mali bağımlılıkta tutarak özgürlüğünü kısıtlar; psikolojik şiddet ise özgüveni zayıflatır ve korku ortamı yaratır.

Bu şiddet türleri, birbirini besleyen ve güçlendiren çok katmanlı bir baskı mekanizması oluşturur. İlişkisel şiddet teorisi, bu çok boyutlu baskıyı açıklamaktadır. Örneğin, psikolojik şiddet fiziksel saldırıya geçişin habercisidir. Sürekli aşağılanma, kadının varoluşunu tehdit eden bir baskı ortamı oluşturur.

Tecavüz: Beden üzerinde mutlak kontrol girişimi

Tecavüz, kadının bedensel bütünlüğüne yönelik en ciddi saldırılardan biridir ve rızanın tamamen yok sayıldığı bir güç gösterisidir. Susan Brownmiller, tecavüzün bireysel bir saldırı değil, toplumsal bir kontrol aracı olduğunu vurgular; bu eylem, kadının bedenine ve özgürlüğüne karşı bir saldırıdır, aynı zamanda sosyal statüsünü tehdit eder.

Sosyal medyada tecavüz mağdurlarının hikâyelerinin görünür hale gelmesi farkındalığı artırsa da, mağdurların yeniden travmatize olmasına neden olabilir. Dijital dünyada, tecavüz suçlamalarıyla karşılaşan kadınlar, mağdur suçlayıcı tutumlarla yüzleşmek zorunda kalır. Bu, toplumsal şiddetin başka bir boyutunu temsil eder.

Görünürlüğün sağlanması, tecavüz ve cinsel saldırı konularının daha fazla tartışılmasında kritik rol oynar. Bu, travmaların gizlenmesini önleyerek mağdurların acılarını anlamamıza katkı sağlar. Ayrıca, yaşanan travmalardan kurtulmaları için kadınların dayanışması hayati önem taşır. Bu çabalar, yalnızca mağdurların sesinin duyulmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumda cinsiyet eşitliği ve adaletin sağlanması adına önemli bir adım olur.

Kadın cinayetleri (Femicide): Şiddet piramidinin zirvesi

Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddetin en uç noktasıdır ve sadece "aile içi şiddet" veya "kişisel öfke" olarak değil, sistematik bir sosyopsikolojik sorun olarak ele alınmalıdır. Diana E. H. Russell ve Jill Radford, bu cinayetleri cinsiyet temelli suçlar olarak tanımlar ve "femicide" kavramını ortaya atarak, kadınların cinsiyetlerinden dolayı öldürüldüğünü vurgular. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, artan kadın cinayetlerini toplumsal bir sorun olarak ifade eder.

Yasal korumaların yetersizliği ve toplumsal cinsiyet rollerinin güçlenmesi, cinayetlerin temel nedenlerindendir. İstanbul Sözleşmesi gibi kadınları koruyan uluslararası anlaşmaların geri çekilmesi, durumu daha da kötüleştirmektedir.

Son günlerde İstanbul'da iki genç kadının katledilmesi, kadına yönelik şiddetin korkunç yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Semih Çelik, arkadaşları Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner'i vahşice öldürdü; İkbal'in başının kesilip surlardan atılması, erkek şiddetinin karanlık doğasını simgeler.

Patriarkal yapı, erkeğin toplumsal yaşamda egemen konumda olmasını sağlarken, erkeklerin kadınlar üzerindeki şiddet eğilimlerini derinleştirir. Gerici aile kültürü, kadınları nesneleştirirken, eğitim sistemi erkekleri güçlü bireyler olarak yetiştirir, kadınları ise pasif bırakır. Bu yapı, kadına yönelik şiddetin normalleşmesine ve erkek şiddetinin meşrulaştırılmasına yol açar.

Dijital oyun platformlarında şiddet ve cinsiyetçilik: Gençlerin tehlikeli dünyası

Dijital oyun platformları, özellikle Twitch, Discord ve Steam, sadece eğlence ve eğitim değil, şiddet ve cinsiyetçilikle dolu tehlikeli sosyal alanlar haline gelmiştir. Bu platformlarda cinsiyetçi küfürler ve taciz yaygınlaşmış, gençler zihinsel sağlıklarını tehdit eden bir toksik ortamla karşı karşıya kalmıştır.

Discord'daki “İstemsiz Bekaret” (Involuntary Celibacy) “incel” grupları, genç erkekleri manipüle ederek kadın düşmanlığı ve şiddet ideolojilerini yayıyor. Araştırmalar, gençlerin yüzde 70’inin bu platformlarda cinsel tacize maruz kaldığını göstermektedir. Küfürler ve tecavüz şakaları, genç zihinleri zehirliyor.

Bu dijital bataklık, sanal dünyanın ötesine geçerek gerçek hayatta da şiddet ve ayrımcılığı normalleştiriyor. Devletin ve teknoloji devlerinin sessizliği, bu sorunları derinleştiriyor. Dijital platformlarda sert düzenlemelerin yapılması ve ebeveynlerin bilinçli olması kaçınılmazdır; aksi takdirde, geleceğimizi kaybetme riskiyle karşı karşıyayız.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE YAPISAL ÇÖZÜMLER

Kadınların özgürlüğü ve hakları, toplumsal eşitlik olmadan mümkün değildir. Kadınların bedenleri üzerinde söz sahibi olmaları, temel bir haktır. Ancak kadına yönelik şiddet, bireysel çözümlerle değil, toplumsal dönüşümle sona erer. Sosyal medya farkındalığı önemli olsa da, köklü yapısal değişiklikler gereklidir; medya, eğitim ve aile kurumlarında reformlar şarttır.

Tüm toplumun bu mücadelede aktif rol alması, şiddet kültürünü yıkmada etkili olacaktır. Eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliğinin benimsenmesi açısından kritik bir adımdır. Kadınları koruyan güçlü yasalar çıkarılmalı ve etkin bir şekilde uygulanmalıdır. İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası anlaşmalar, şiddeti durdurmada önemli bir rol oynamaktadır.

Dijital dünyada kadınlara yönelik şiddet ve taciz artmaktadır. Bu nedenle, kadın dayanışması, şiddete karşı güçlü bir silahtır. #MeToo, #LasTesis ve #ÖzgecanAslan gibi kampanyalar, kadınların sesini duyurmasının ve adalet talep etmesinin önemini vurgular.

Kadına yönelik cinsel şiddet, toplumsal bir utançtır. Korkuyu yenmek, güçlenmeyi getirir; cesaretle ses yükseltmek, bu zalimlerin yüzlerini, kimliklerini ifşa etmek, hem bireysel hem de toplumsal özgürlüğü güvence altına alır. Utanılacak bir şey yoktur; utanç, sizin bedeninizde değil, bu cürümde saklıdır. Her kadın, kendi hikayesiyle bu mücadelede bir savaşçıdır. Unutmayın, sesiniz en büyük silahınızdır ve yalnız değilsiniz; sesinizle hayat bulacak bir değişim mümkündür!