Sosyalist sol ne yapmalı?
Laiklik, başörtüsü gibi konularda yalpalayan, IMF yerine Londra bankerlerinden borç para bulmayı marifet sayan, sürekli sağına açılan bir CHP’nin varlığı karşısında sosyalist bir sola gerçekten ihtiyaç var. Peki sosyalistler nasıl bir yol izlemeli?
CHP’nin “sosyal demokrat” bir parti olduğu tartışmalıdır. Parti yönetimi, bir “merkez parti” tutum ve tavrı içerisindedir. Laiklik ilkesi, CHP’nin kuruluş felsefesinde ve ilkeleri arasında yer almasına rağmen pratikte pek sahiplenilmeyen bir konumdadır.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok övündüğü 21. Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde “Laiklik ilkesi” yer almamıştır. Temmuz 2020’deki kurultayda kabul edilen 13 maddelik bu beyannamede laiklikten tek bir satır bile yoktur. Siyasi Ahlak Yasası, Kamu İhale Kanunu, hatta organize sanayi bölgelerinde “Teknoloji Liseleri”nin kurulması bile madde başlığı olurken laikliğin “l”sinden dahi söz edilmemiştir.
Yine Kılıçdaroğlu’nun hiç yeri yokken “başörtü” meselesini gündeme getirmesi, sırf Altılı Masa'daki sağ partilere “şirin görünmek” için gereksiz bir çıkış yapması, AKP ve Erdoğan’ın işine yaramıştır.
KAPİTALİZMDE 'TEMİZ PARA' YOKTUR
CHP liderinin IMF yerine Londra finans çevrelerinden borç para bulmayı bir marifet gibi sayması da yine garip bir tutumdur. Kılıçdaroğlu, “temiz para” bulacağını iddia ediyor. Kapitalizmde “temiz para” yoktur. Bu sömürü düzeni, emek hırsızlığına dayanmaktadır.
Temiz gibi görünen para, aslında emekçinin hakkının gaspıdır, bu anlamda temiz değil kirli bir paradır. Uluslararası finans tekellerinin parası da kirlidir, kirli para deyince akla sadece mafya parası gelmemelidir. Neyse bu meseleyi burada keselim, sosyalistlerin ne yapması konusuna dönelim…
TEK ADAM REJİMİNE SON! ANCAK...
CHP’nin bu tavrı ve Altılı Masa'nın esas itibariyle Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybetmesine ve dolayısıyla “tek adam rejimi”nin son bulmasına yönelik politikası, temel bir hedef gibi gözükmektedir. Millet İttifakı, seçim sonrası bir restorasyon süreci yaşanarak sermaye sınıfı ve egemen güçler açısından "AKP’siz bir AKP rejimi" öngörmektedir.
TÜSİAD dahil sermaye kesiminin “yandaş” olmayan bölümü, düzenin bekası açısından birtakım iyileştirmeler dışında emekçi halkın pasifize edilmesini, bir işçi sınıfı hareketinin siyasal anlamda etkinlik göstermemesini temenni etmektedir. Millet İttifakı'nın temel amacı da bu yöndedir.
Kuşkusuz, Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi, “tek adam rejiminin son bulması”, sosyalistler dahil tüm sol ve demokrat güçler açısından önemli bir kazanım olacaktır. Sosyalist sol da, bu yöndeki çalışmalara katkı vermelidir, vermeye de çaba gösteriyor.
1965 TİP ÖRNEĞİ
Bununla birlikte sosyalist solun varlığı, emekçi kitleleri örgütleyerek bir güç odağı haline gelmesi, kendi sağındaki oluşumları da etkileyecektir. Türkiye tarihine baktığımız zaman, 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 15 milletvekili ile parlamentoya girmesi, toplumda ciddi bir etkinlik kazanması, CHP’yi de etkilemiş ve bu partinin de kendisini “ortanın solu”nda ilan etmesine yol açmıştır.
Kaldı ki, CHP, Ecevit liderliğindeki 1977 seçimlerinde oyunu yüzde 42’ye çıkarırken sağına değil, soluna, toplumsal sorunlara öncelik verdiği için ciddi bir yükseliş göstermiştir. Bir süre önce Brezilya’da sol eğilimli Lula’nın devlet başkanlığı seçimlerini kıl payı da olsa kazanmasında işçi sınıfına dönük, ezilenlerin somut sorunlarına çözüm bulma politikası başarı getirmiştir.
SOMUT TALEPLER ORTAYA KONMALI
Sosyalist solda, şu anda görülen iki odak söz konusudur. Bir tanesi Sosyalist Güç Birliği, diğer de Emek ve Özgürlük İttifakı. Sosyalist Güç Birliği, TKP, TKH, Sol Parti ve Devrim Hareketi’nden oluşuyor. Emek ve Özgürlük İttifakı da, HDP, TİP, EMEP, EHP, SMF ve TÖP’ten meydana geliyor. (Yazı uzayacağı için hepsinin tek tek açılımını yazamadım.)
Her iki oluşumda da, emeğin talepleri ağırlıklı bulunuyor. Ancak önemli olan bu talepleri, daha somuta indirgeyerek emekçi kitlelerle buluşturmak, sahada bilfiil örgütlü çalışma yapabilmektir. Bu talepleri somut başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz:
- Asgari ücret, yoksulluk sınırının üstünde olmalı,
- Asgari ücret sonrası ilk vergi dilimi yüzde 10 olarak gerçekleştirilmeli,
- En düşük emekli aylığı, asgari ücret düzeyine yükseltilmeli,
- Elektrik, su, doğalgaz ve internet faturaları, vergi ve kesintiden muaf olmalı,
- Tüm gıda ürünlerinde KDV sıfırlanmalı,
- Zenginlere servet vergisi getirilmeli,
- Aile sigorta dalı yürürlüğe konmalı,
- İşsizlik sigortasından yararlanma koşulları iyileştirilmeli,
- Ücretsiz fazla mesai uygulaması son bulmalı, haftalık çalışma süresi 40 saat üzerinden gerçekleştirilmeli.
SINIFLA DOĞRUDAN TEMAS
Buradaki diğer önemli bir konu da, sosyalist solun bu talepleri bizzat örgütsel yapılarla, direnişteki işçilerle dayanışma içinde ortaya koyabilmesidir.
Örneğin İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu, Gebze Sendikalar Birliği gibi yerel emek ve demokrasi güçleriyle temas kurmak, bunun yanı sıra Veli-Der gibi eğitim ve öğrenci sorunlarıyla doğrudan ilgisi bulunan derneklerle irtibata geçmek önem kazanmaktadır.
Bir önceki yazımızda işçilerin sınıfsal bilinç düzeyinin düşük olduğunu verilerle ortaya koymaya çalışmıştık. Sınıf bilincinin yükseltilmesi konusunda sendikalarla yapılacak çalışmalarda “ücret sendikacılığı”nı aşan, mücadeleci, militan sendikacılığı öngören bir süreç yaratılabilir.
Sosyalist solun hem sendikal, hem siyasal mücadelede somut sorunlar üzerinden sınıfa dokunan, bu politikasını laiklik ve bağımsızlık temalarını da içerecek tarzda bir program çerçevesinde ortaya koyan, sürece radikal şekilde müdahil olan bir tavrı ve tutumu benimsemesi gerekli gözükmektedir...