Şövalye İspanyollar
Birçok gol pozisyonu, sırf final vuruş planı organize edilmedi diye heba oldu. İspanyollar rakip kaleye 16 şut attılar. Sadece 5 tanesinde isabet vardı ve biri hariç neredeyse hepsi doğaçlamaydı.
Gözüm de gönlüm de futbola, bu güzel oyuna doydu. Allah İspanyollardan razı olsun. 105 metreye 65 metrelik oyun alanının her santimetrekaresini bir haritacı titizliğinde kullanan İspanya, bu oyunun itiş kakıştan fazla bir şey olduğunu yeniden hatırlattı. Barcelona ve Guardiola’nın mirası olan bu oyun, aklın egemenliğini, hengamenin egemenliğine neden tercih edeceğimizi, nedenleriyle tekrar gösterdi. Bir kere kaleciden başlayan açılış pasları mükemmeldi ve sözüm ona karşılarında rakip olarak dünyanın en iyi önde basan takımı bulunuyordu. Ama açıkça görüldü ki, dünyanın açık ara önde en iyi baskı yapan takımı İtalyanlar değil; çünkü onlar da bu maçta bu konuda beyaz bayrak çekerek, iddialarından vazgeçtiler. İspanyol ataklarını ikinci bölgede karşılamak ayıp değildi ve İtalyanlar çok kolayca bu ayıp olmayan şeye dört elle sarıldılar.
İtalyan takımı savunma merkez ve direncini ikinci bölgeye çekince, başta Jorginho olmaz üzere, Barella, Verratti ve Insigne kayboldu, buharlaştı. Bu dörtlünün buharlaşması, salgın bir hastalık gibi, bütün takıma sirayet etti ve özellikle Chiellini, Bonucci’den eser kalmadı. Tipik kesici ve uzaklaştırıcı stoper kimliğine büründüler. Açıkça söylemek gerekirse ben uzun yıllardır bu oranda niteliksizleşen bir İtalyan takımı görmemiş izlememiştim.
Rakibin gerisinde geniş alan arayan, kollayan Mancini’nin taktik örüntüsü, Atlas Okyanusu'ndan daha büyük ve geniş alan bulmasına rağmen hiç iş göremedi. İspanyol takımının geride bıraktığı, inanılmaz iştah açıcı geniş alanlar, orada öylesine bomboş dururken hiçbir şey yapamamak çok acı verici olmalıydı. Buna göz diken her İtalyan hemen oracıkta ofsayt engeline takıldı.
Geriden bırakılan geniş alan İspanyol oyununun özüdür. Geride bu kadar geniş alan bırakmadan bu pas oyununu oynamak imkânsız. İmkânsız olan ikinci şey ise bu kadar kısa sürede topu rakipten geri almaktır. İspanyol takımı oyunu üç bölgede oynamıyor; oyun iki bölgede oynanıyor. Bu bölgelerin, klasik bölgecilik anlayışıyla hiçbir akrabalığı da yok. Birinci bölge topun olduğu bölgedir ve top sizdeyse oynarsınız, değilse çoklu presle o topu hemen geri kazanmaya çalışırsınız. Bu eylem mevkilere bakmaz. Topun olduğu bölgede, o bölgeye yakın olan herkesin birinci görevi budur. İkinci bölge ise topun muhtemelen atılacağı bölgedir ve buradaki görev de yeterli kişi ile o bölgeyi kapsayarak kontrol altına almaktır. Bu oyun anlayışında hiç kimse rakip geriye sızar diye bedava alan bekçiliği yapmıyor.
İspanyollar yoğunlaştırmış iki bölgeli oyunda, geçişleri çok kolay yapabiliyor. Çünkü her zaman o bölgeye rakipten daha fazla oyuncu gönderme cesaretine sahipler. O nedenle de onlardan topu kapmak kolay değil. O nedenle onlara karşı baskı ve pres yapmak kolay değil. Geriye tek şey kalıyor; geriye çekilip mevzilenmek ve gelişlerini beklemek. İtalyan takımı da tam olarak bunu yaptı. Diğer bir değişle, Mancini, maç öncesi bütün taktik versiyonları rafa kaldırıp, klasik İtalyan savunma prensiplerine sığındı ve golü ise kontralara havale etti.
İspanyol oyunun iki büyük eksiği vardı. Birincisi, pasa bu kadar değer biçen bir takım, bu oyuna bir oyuncu gibi katkı yapacak, ayak içleri temiz bir kaleciyi monte eder. Bu oyunun olmazsa olmaz koşullarından biri budur. İkinci eksiklik ise teknik direktör L. Enrique'den kaynaklanan, final vuruş organizasyonuydu. Belli ki Enrique paslaşa paslaşa gol atmaktan başka bir şey düşünmemiş. Oyunun her üç koridorunu rakip ceza alanına kadar bu kadar güzel kullanan bir takıma, mutlaka çok özel bir final vuruş planı monte etmek gerek. Birçok gol pozisyonu, sırf final vuruş planı organize edilmedi diye heba oldu. İspanyollar rakip kaleye 16 şut attılar. Sadece 5 tanesinde isabet vardı ve biri hariç neredeyse hepsi doğaçlamaydı. İspanya bu sorunu çözmezse bu oyunun harikalığı özlem duyduğu gol meyvesiyle kolay taçlanmaz.