Söylenceler ve ezoterizm: Semender

Şafak Efendioğlu'nun romanı 'Semender', Holden Kitap tarafından yayımlandı. Efendioğlu, "Yazma serüvenim de kişisel yolculuğum ile paralel evriliyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Şafak Efendioğlu yeni kitabı 'Semender' geçtiğimiz günlerde Holden Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Efendioğlu, kadın-erkek ilişkilerine farklı bir yerden bakarken, söylencelerden, ezoterizmden de faydalanmayı ihmal etmiyor.

Biz de bu vesileyle Şafak Efendioğlu’yla 'Semender'i konuştuk. 

'EN YAKININDAKİ İNSANI GERÇEKTE NE KADAR TANIYABİLİRSİN?'

Kitabın yazım süreciyle başlayalım istiyorum; 'Semender' nasıl bir derdin ürünü, kitabın yazım sürecine dair bizimle paylaşmak istediğiniz şeyler neler?

'Semender'in hikâyesi tek cümle ile başladı aslında: “En yakınındaki insanı gerçekte ne kadar tanıyabilirsin?” Mehlika da kocasını kaybolduktan sonra tanımaya başlıyor. Sır, çok gizemli bir sözcük. Ben de bu gizin peşine takılıp yazmaya başladım. Kitaptaki her bölümü önceden planladım, ayrı ayrı hikâyeler tadında yazmaya çalıştım. Fakat yazarken Mehlika’nın ve anneannenin karakteri öne çıkmaya başladı. Bazen kurgumu aksatsalar da akışa engel olmak istemedim.

Mehlika elbette benden bağımsız değil. En azından benim seçimlerim onun hikâyesini yazıyor. Çevremdeki kadınların bazı yönlerinin öne çıkarıldığı yaldızlanmış bir karakter.

“Bir insanı tanımak çok mu zor? Süre mi önemli olan, yanında daha fazla kalsaydı; daha fazla vakit geçirseydiniz sonuç değişir miydi? Bir anda sevdiğin birini belki de tanımak istemiyorsun, hayal kırıklığına uğrama korkusu hep zihninin bir köşesinde. İçten içe kemiriyor, tanısan sevemezsin. Senin yaptığın da bu, tanımak istemedin onu. Gördüğünü sevdin sen, ötesinden korktun.” Mehlika, tesadüfen tanıştığı ve doğru düzgün tanımadığı/tanımak istemediği/beceremediği Elşad’la iki hafta sonra evlenme kararı alıyor. “İnsan ölmeye doğduğu an başlar,” fikrince ayrılmak da birleşince mi başlar?

Mehlika ve Elşad bir arada olmayı beceremeyen iki karakter. Bunu genellemek istemem, kimse ayrılmasın. Aslına bakarsanız kitapta Elşad sanal bir karakter, idealize edilmiş. Her kadının âşık olduğu Jane Austen’in Bay Darcy karakteri gibi. Yok öyle biri… Hiçbir gerçekliğe uymaz. Elşad da Mehlika’nın âşık olduğu bir masal kahramanı, Kaf Dağı’nın ardındaki Ateş Beyi. Onu bu yaşamın akışına oturtamazsın.

Ayrılık ve birleşme birbirinden ayırt edilemez bence. Bu dünyanın dualite üzerine kurulu olduğunu düşünürsek ölüm de yaşama dair. Bunu sadece işleyen bir sayaç gibi düşünmeden doğanın işleyişi gibi bakabiliriz. Gün içinde sayısız hücremiz ölürken bir yandan yenileri doğar. Evlilik çatısı altında da her birey biraz yalnızdır. Romanda da evliliğe rağmen iki tarafın başka ülkelerde yaşamaya devam etmesi onları kopma noktasına getiriyor.

'HZ. MEVLANA: BULANMADAN, DONMADAN AKMAK, NE HOŞ!'

Roman ilerledikçe Mehlika’nın açmazlarıyla daha çok yüzleşmeye başlıyoruz. Bunu perçinleyen en büyük etmenlerden biri de çocukluk yılları, anneanneli zamanlar. Bizi belirleyen geçmiş midir ya da şöyle soralım; geçmişle baş etmenin bir yolu var mıdır?

Duygu ve düşüncelerimizi yüksek oranla bilinçaltımız yönetiyor ve bilinçaltı da altı yaşına kadar şekilleniyor. Carl Jung’a göre ayrıca kolektif bilinçaltından da etkileniyoruz. Bilinçaltı da o kadar masum değil elbette, korku ve kaygılarımızı her gün köpürterek farklı bir şekilde önümüze getirir. Travmalar için psikoterapi desteği gerekliliğini bir kenara koyarsak bunun ilacı anı yaşamak için kendimizi disipline edebilmek sanırım. Bu coğrafyada gelecek kaygısı taşımadan yaşamanın zorluğunun farkındayım elbette. Ama akışa güvenmek rahatlatıcı bir his. Hz. Mevlana’nın söylediğini gibi: “Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş! Dünle beraber gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”

Semender, Şafak Efendioğlu, 152 syf., Holden Kitap, 2021.

Gelecek çoğunlukla geçmişte yaptığımız seçimlerden ibaret. Romanda Mehlika, geçmişinin onu ve geleceğini yönettiğini fark ediyor. Anneannesinin yarı-kaçık halleri de ona geçmişten kalan miraslardan… Evinden, geçmişinden ne kadar kurtulmaya çalışsa da saplanıp kaldığını fark edince artık mücadeleyi bırakıyor.

Biçimsel olarak bakınca ilk göze çarpan şey kitabın sen anlatıcı tarafından yazılmış olması. Bunun yanı sıra zaman-mekân gelgitleri, hayal-gerçek ilişkisi, geçmiş-şimdi bağlantısı hızlı geçişlerle karşımıza çıkıyor; Mehlika gibi, Elşad gibi… Böyle bir biçim tercih etme nedeninize dair neler söylemek istersiniz?

Sen anlatıcı tarzında yazmamın en önemli nedeni, okuyucuya direkt hitap etmesi. Ayrıca daha şiirsel buluyorum. Evet, kitapta zaman çizgisel akmıyor. Senaryo matematiği kullanmak istedim, olayları flashback’lerle anlatmayı çok seviyorum. Sinemadakinin aksine okurken ekstra dikkat gerektirse de anlatıma zenginlik katmak için bence zamanla oynanabilir.

Romana biraz masal tadı katmak istedim. Mehlika da zamanla anneannesi gibi gerçek ve düşü karıştırmaya başlıyor. Aslında yaşamdan çok kopuk bir durum değil bu, kendi kendine yalan söylemeye başlayan ya da zihni oyunlar oynayan biri gibi. Bu konuda tanıdığım birkaç kişiden esinlendiğimi söyleyebilirim.

'EZOTERİZMDE ATEŞ ELEMENTİNİN SİMGESİ SEMENDERDİR'

Semenderler Anadolu söylencelerinde ateşte yanmayan, hatta içine atıldığında ateşi söndüren canlılar olarak bilinirler. Bir diğer inanışta semenderin ateş olduğu; ateşin aşk, semenderinse âşık olduğu söylenir. Divan edebiyatında bu ilişkiye nadir pek çok beyit de mevcuttur. Peki ya Mehlika? Mehlika semender midir, ateş mi, yoksa odun mu?

Ben karakterime isim verirken Yahya Kemal Beyatlı’nın harikulâde şiiri Mehlika Sultan’dan esinlenmiştim. Diğer karakterimiz Elşad, Azerbaycan’da yaşar. Bu ülkenin diğer adı da Odlar (ateş) Diyarı’dır. Azerilerde hâlâ şamanizmden kalan inanışlar yer yer kendini gösterir. Ateşe büyük bir saygı duyulur ve sönmeyen ateşin olduğu bir ateş mabedi (Ateşgah) vardır. Ezoterizmde ateş elementinin simgesi semenderdir. Karakterlerimi kurgularken bunlar mihenk taşlarımı oluşturdu. Şeyh Galip’in Ateş Gazeli’nde dediği gibi: “Zemin ateş, zaman ateş, bütün görünümler ateş olmuş.” Mehlika için de, Elşad neyse o da odur, hatta fazlası… Aynanın sırrı ve yansıma gibi... Kitaptaki bazı gizleri önceden açıklamamak için detaya giremiyorum fakat elbette sonunu da bu elementlere göre kurguladım.

İlk kitabınız 'Yaldız' (2004) Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan, 6-12 yaş grubuna yönelik yazılmış bir çocuk kitabı. Yazma serüveniniz çocuk kitabıyla başlayıp 'Semender' gibi varoluşsal yönü ağır basan bir kitaba doğru evrilirken yine masallardan, çocukların o fantastik dünyasından el aldığınız hissediliyor. Buna sebep olan esas şey söylencelerin zamansız-mekânsız olması mı?

Ne kadar sancılı olsa da harika bir coğrafyada yaşıyoruz. Anlatı kültürümüz, köy-seyirlik oyunlarımız, tasavvuf birikimi, Antik Yunan eserleri… farkında olmasak da bunlar kodlarımıza işlemiş. Ben de çocukken babaannemin olağanüstü masallarıyla büyüdüm. Bundan kopamıyorum sanırım. Benim için yaşam hâlâ büyülü, farklı düşünsem sanırım dünya daha katlanılmaz olur. 'Yaldız'ı yazdığımda üniversiteden yeni mezun olmuştum, yaşam sevincimi, heyecanımı yitirmemiştim. O nedenle şu an 'Yaldız'ı yazamam ama o süreçte de 'Semender'i yazamazdım. Yazma serüvenim de kişisel yolculuğum ile paralel evriliyor sanırım.

'ERKEKLERİN YAZDIĞI KADIN KARAKTERLER YÜZEYSELDİR'

Özgeçmişinizde kurmacanın yanı sıra akademik makaleler de yazdığınızı, genel olarak ilgilendiğiniz konuların da kadın hakları, insan hakları olduğunu görüyoruz. Kadının günümüz toplumundaki yeri üzerinden 'Semender'e, Mehlika'ya dair neler söylemek istersiniz?

Şu an bir distopyanın içindeyiz sanki. Kurmacada bile bu kadar kötüsünü hayal edemezdik herhalde. Bu toplumdaki kadınlar zor bir süreçten geçiyor. Elbette bitecek ama kiminin benim gibi gençlik, kiminin çocukluk, kiminin de tam rahata ereceği yıllarını çaldığı muhakkak. Bazen böyle kötüye gidişatı gördüğümüzde küskünlük dönemleri olabiliyor. Boşa kürek çekme gibi… 'Semender' de böyle bir dönemde yazıldı, bu nedenle apolitik bir çalışma.

Yazılarımda ana karakterler genellikle kadın, bunun daha başarılı ve gerçekçi olduğunu düşüyorum. Edebi ya da sinema eserlerinde yazarın cinsiyetini ve yaşını şaheserler hariç çoğunlukla tahmin edebiliriz. Erkeklerin yazdığı kadın karakterler genellikle yüzeyseldir. Tabii aynı durum kadınlar için de geçerli, biz de erkek karakter yazamıyoruz. Bir karakter oluştururken onu çevresinden bağımsız, toplumsal şartlardan uzak kurgulayamayız. 'Semender'de ise sosyolojik unsurlardan ziyade psikolojik gelgitler öne çıkıyor. Fakat evlilik olgusunun sorgulandığını söyleyebilirim. Evlilik, günümüzde hâlâ kadına yönelik bir baskı unsuru. Sadece toplumsal değil, psikolojik boyutu da söz konusu. Evlilik illa aynı çatı altında yaşamak mıdır? Taraflar, evlilik içinde ne kadar şeffaf? Bunlar romanda cevabı aranan sorulardan birkaçı...

'YENİ KADIN HİKÂYELERİNDE BULUŞMAK ÜZERE...'

Şu sıra yeni bir çalışmanız var mı?

Bir üstteki soruya atıf yaparsak; yine evlilik ve aile kutsallığını(!), hiç evlenmemiş yaşlı bir kadın karakter üzerinden sorguladığım bir tiyatro oyunu yazdım. Henüz bitti. Bir sonraki çalışma da engelli bir kadınla ilgili olacak inşallah. Yeni kadın hikâyelerinde buluşmak üzere...