Storytel: Kulaktan dolma bilgi mi?
Görsel uyaran girişinin sessel olana galebe çaldığı bir kültürde Storytel tarzı uygulamalara tereddütle yaklaşan çok sayıda okur var. Bu uygulamaların iyi yanlarını da göz ardı etmemek lazım. Mesela, seferi olunduğu durumlarda hammaliyeyi ortadan kaldırması, yaya iken veya trafikte insanı mutlu eden, faydalı bir meşgale olması. Ama kitapçı gezmenin, kitap kokusu almanın, kitaba dokunmanın, onu satın alıp kitaplığa yerleştirmenin, her fırsatta gözlerinizle okşamanın yerini tutamaz.
Okuyamasa delirecek biri olarak gözlerimin bozuk olmasına, yakın gözlüğüne geçiş yapmama ve katarakt yaşımın yaklaşmasına içerliyordum hep. Bir de, Braille alfabesiyle yazılmış kitapların ve sesli kitapların azlığını düşünüp görme engellilerin okuma olanaklarının bu kadar kısıtlı olmasına dertleniyordum. Derken Storytel uygulaması ortaya çıktı. Ve giderek yaygınlaşıyor. Akıllı telefonlara indirilebilmesi ve ücretli olması bakımından herkesin harcı değil. Hele de bu zamanda başta öğrenciler olmak üzere okuyan kitlenin önemli bölümü için lüks kategorisine bile girebilir. Ama kitap fiyatları hesaba katılınca, Storytel’in yıllık abonelik ücreti karşılığında dinleyebileceğiniz kitap sayısının, aynı ücreti ödeyerek bir yılda satın alabileceğiniz basılı kitap sayısından fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Storytel piyasaya çıkmıştı çıkmasına ama ben henüz görebiliyor ve okuyabiliyorken kitap dinleme fikrine inatla karşı çıkıyordum. Çünkü, eğer uzun yaşarsam, okumakta zorlanmaya başladığımda ve sosyal hayattan da çekilmek zorunda kalırsam kitapları seslendiren bir uygulamaya tenezzül ederim diyordum kibirle. Böyle düşünürken, yeğenim bir jest yapıp Storytel aboneliği hediye etti bana. Kısa süreli bir direnişin ardından, yürüyüşlerde, uzun yolculuklarda dinlenen podcast’lerin tahtına oturdu sesli kitaplar. Ursula LeGuin’in “boşa geçirilecek zaman yok” yaklaşımını şiar edinerek ve ilerleyen yaşımı hesaba katarak ama hepsinden çok hiperaktivitemin yönlendirmesiyle, yalnız olduğum ve kafamın başka bir işle meşgul olmadığı her zaman diliminde kitap dinlemeye başladım.
Basılı kitap okumaktan vazgeçmememe rağmen, 1 ay içinde 4. kitabımı bitirmiş ve 5.’sine başlamışken, yazılı olanı okuma ile dinleme tecrübesi arasındaki farkın ne olduğunu düşünüyorum bu aralar. Hikâye anlatma geleneği insanlık tarihi kadar eski. Dillerin homurtular, çığlıklar, inlemeler ve tıslamalardan ibaret olduğu dönemler kadar eski hatta. Storytel de adı üstünde bir dijital “hikâye anlatıcısı”. Oyalamak, avutmak, bilgilendirmek, duygulandırmak, ikna etmek, paylaşmak, farkına vardırmak, tahlil etmek, manipüle etmek, empoze etmek ve sayılamayacak kadar çok amaçla yazılmış metni kulağımıza fısıldıyor. Okumaya vakti olmayanlardan çok okumayla arası iyi olmayanlara hitap eder görünüyor. Ve bir de, gözleri, elleri meşgulken zamanı değerlendirmek yahut avutulmak isteyenlere…
Uygulamayı kullandığımdan beri edindiğim izlenimlerle yetinmeyip, kitapların altında paylaşılan yorumlara bakıp, Storytel’i düzenli olarak kullanan yakın çevremle de konuşup Storytel kitabın veya dinleme okumanın yerini tutabilir mi, sorusuna yanıt aradım.
METİNLE OKUR ARASINDAKİ YABANCI
Okurken metinle aramıza kimse girmiyor. Gürültü ve başka ayartıcıları saymıyorum. Bir metinle her ne kadar başka insanların, olayların, duyguların ve kişisel farklılıklarımızın yükünü taşıyarak ilişkileniyor olsak ta, okurken metne bizden başkasının gözü, yorumu değmiyor demek istiyorum. Okurun aynı zamanda yazar olup metni yeniden yazdığı, kendine malettiği teorisine inanan biri olarak bu mahrem ilişkiye çok önem veriyorum. Nitekim, Storytel’deki kurgusal metinlerin, bir anlatıcı olarak ne kadar mahir olurlarsa olsunlar, başkalarının sesi, vurgusu ile okura ulaşmasının, anlatılanları hayal etme, içselleştirme, müzakere etme, onlarla ilgili izlenim edinme bakımından okumaktan farklı ve daha zayıf bir deneyim olduğu ortaya çıktı kullanıcılarla konuşmalarım neticesinde. Hatta okuyucu/anlatıcının mahareti, metni onun gözüyle/sesiyle ve tabii bakış açısıyla algılamamıza sebep oluyordu. Seslendirenin ses tonu, vurguları, sesine kattığı duygular iyimser olabilecek bir metnin boğuntu yaratmasına veya tam tersi, karanlık bir metnin uçarı bir hikayeymiş gibi algılanmasına yol açabiliyordu.
Bilimsel içerikli metinlerde bu risk bir ölçüde azalsa da, edebi metinler, özellikle de şiirler, metni, okuyanın duygusuyla algılama ihtimalini çoğaltıyordu. Vurgu meselesi çok mühimdi. Okuyanın nerelere vurgu yaptığı, sesinin nerelerde titrediği, nerelerde tizleşip boğulduğu, nerelerde coştuğu, nereleri gönülsüz/üstünkörü, hatta hatalı okuduğu metnin bütününe ilişkin izlenim edinmekte çok etkili oluyordu. Bunu metinlerin altına yapılan yorumlardan da anlayabiliyordunuz.
Bunun yanında, yeknesak ve duygusuz okunduğu düşünülen metinler ile diyalogların aynı kişinin ağzından çıkıyormuş gibi aynı tonda seslendirilmesi de eleştiri konusu oluyordu. O sebeple, bir kitabı yazarının okuması çoğunlukla tercih edilen bir durumdu. Hele bu bir anı veya otobiyografiyse. Kendi kurgusal metnini hakkını vererek okuyan bir yazar da büyük heyecan yaratıyordu dinleyiciler arasında. Hem de bir ünlü yazarla karşılaşılmış ve o yazar okuruna özel bir okuma seansı yapmış gibi oluyordu. Teatral okuma yapan veya kitabın içeriğine uygun bir seslendirme tasarlayıp seslendirenler de coşkuyla karşılanıyor ve daha çok seslendirme yapmaları talep ediliyordu yorumlarda. Tekdüzeliğin bu kadar şikâyet konusu olması Storytel’de “Sesli Sahne” ve “Radyo Tiyatrosu” uygulamasının devreye girmesine sebep olmuş olabilir. Çok bilinen tiyatro eserlerini veya klasik romanları birden çok ünlü oyuncunun canlandırdığı uygulamalardı bunlar. Storytel’in en çok dinlenenleri arasında üst sıralardaydılar.
Seslendireni yazarla özdeşleştirmek de yaygın bir itiyaddı. Bu tüm metinler için geçerli bir tespit olsa da, özellikle anı, biyografi ve otobiyografiler söz konusu olunca daha yaygındı. Bir oyuncuyu sık canlandırdığı veya en son canlandırdığı karakterle özdeşleştirmek ve onunla ilişkiyi kurgusal kişilikler üzerinden kurmaya benzer bir yaklaşım olsa gerek bu durum. Erol Taş sokakta dayak yerken, Hulusi Kentmen’in sevgi çemberine alınması yahut gerçek hayatta bambaşka biri olan Cüneyt Arkın’ın öldükten sonra bir halk kahramanına dönüşmesi gibi.
HANGİ KİTAPLAR EŞİĞİ GEÇEBİLİYOR?
Storytel’in kitap seçkisine bakınca hangi tür metinlerin, hangi yayınevleri ve yazarların filtreden geçebildiğini, gençler ve çocuklar için seçilen kitapların hangi kriterlere göre seçildiğini düşünmeden edemiyor insan. Görünüşte bir çokseslilik var. Ama bazı yayınevlerinin ağırlığı olduğu da hemen fark ediliyor. Tabii bir de bestseller’ların ağırlığı çöküyor üstünüze. En çok dinlenenler seçkisinde yine onlar üst sıradan gözünüze sokuluyor. Bu anlamda bir kitabevinin rafları arasında dolaşıyormuşsunuz izlenimi veriyor uygulama size. Bestsellerlar ile ayakta kalabilecek kazancı sağlarken, bu sayede sanatsal niteliği olan kitaplara, kısıtlı da olsa yer ayıran bir kitabevi. Keşfetmeniz için kategoriler sunuyor uygulama. Fazladan okur yorumlarıyla da yönlendiriliyorsunuz. Kimi dinleyicinin göklere çıkardığı bir içerik veya seslendirme, hemen alttaki bir dinleyici tarafından yerin dibine batırılıyor. İnsan kriterin ne olduğunu düşünmeden edemiyor. Entelektüel seviyeye göre mi, yoksa beklentiye ve o süreçteki ruh haline göre mi yapılıyor bu yorumlar acaba? Bu anlamda, insanı hayattan soğutan bir sosyal medya uygulamasından farkı yok yorumların. Yer yer ahlakçı yaklaşımlar, ayrımcılık, cinsiyetçilik, önyargılar havada uçuşuyor. Kültürümüze has antientelektüalist tavrın bir kitap dinleme uygulamasında da karşımıza çıkması trajikomik. Teorik tartışmalara yer veren bir metni veya bir edebiyat klasiğini sıkıcı ve dinlemeye değmez bulanların sayısı az değil. Kimi dinleyici, inancı veya politik angajmanına uygun düşen metinleri göklere çıkarırken, ters düşenleri yerin dibine batırıyor. Sapkın veya muzır bulunan birçok metinden de söz edebiliriz.
Bu tür uygulamalarla edindiğimiz kulaktan dolma bilgi güven telkin etmeyen, yaralı ve eksikli bir bilgi. Gözle görmek bunun zıddı. Daha inandırıcı, güven veren bir tecrübe. Görsel uyaran girişinin sessel olana galebe çaldığı bir kültürde Storytel tarzı uygulamalara tereddütle yaklaşan çok sayıda okur var. Aynı şekilde kitap dinlemenin okurluğa halel getireceğini düşünenler de. Bu uygulamaların iyi yanlarını da göz ardı etmemek lazım. Mesela, seferi olunduğu durumlarda hammaliyeyi ortadan kaldırması, yaya iken veya trafikte insanı mutlu eden, faydalı bir meşgale olması. Ama kitapçı gezmenin, kitap kokusu almanın, kitaba dokunmanın, onu satın alıp kitaplığa yerleştirmenin, her fırsatta gözlerinizle okşamanın yerini tutamaz. Şu soruları kucağınıza bırakarak yazıyı bitireyim: Ne yani, artık kitapçı gezmeyecek miyiz, tsundoku* riskine rağmen “bir gün okuruz” diyerek kitap istif etmeyecek miyiz? Peki Storytel ve benzeri uygulamalar yaygınlaşırsa kitap satışları nasıl etkilenecek? Yayıncılık zaten krizdeyken özellikle küçük yayınevleri ve kitabevleri bu baskıyla nasıl baş edecekler? Külliyatlarını bu tür uygulamalara pazarlayarak mı geçinecekler?
* Hiç okunmayacak kitapların biriktirilmesi alışkanlığı
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI