Stratejik Pusula: AB yumuşak güçten sert güce mi geçiyor?

AB artık yumuşak gücün yanı sıra sert güç unsurlarına da odaklanmaya başlıyor. Bununla birlikte, söz konusu askeri gücün NATO ile birlikte hareket etme modelleri üzerinde de çalışılıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları, güvenlik ve savunma alanlarında daha güçlü ve daha ehil bir kimliğe erişmek ve uluslararası barışa katkı sağlayabilmek amacıyla yeni strateji rehberi olan “Stratejik Pusula”yı 21 Mart günü kabul etti ve belgenin 24-25 Mart tarihlerinde AB liderleri tarafından onaylanması bekleniyor.

Toplamda 47 sayfalık Stratejik Pusula’nın çalışmaları 2020 yılı haziran ayından beri devam ediyordu, ancak Rusya’nın Ukrayna saldırısının ardından rapor metninde değişikliklere gidilerek tamamlandı.

Etkin birçok-taraflılığın savunulduğu Rapor’da Ukrayna krizine dair çarpıcı bir ifade yer alıyor: “Bu kriz, ham güç siyasetinin şekillendirdiği bir dünyada yaşadığımızı çok daha net bir şekilde gözler önüne serdi. Bu dünyada her şey silahlandırılmış olup, keskin bir anlatılar mücadelesiyle karşı karşıyayız.”

Dolayısıyla, Ukrayna Savaşı birçok açıdan AB ülkelerinin NATO ortaklarıyla birlikte Avrupa’da barışın tesis edilmesi için neler yapmaları gerektiği ve Avrupa’daki yeni gerçekleri yansıtması açısından bir yol gösterici oldu.

BEŞ BİN KİŞİLİK ACİL MÜDAHALE

Farklı kriz türlerine karşı hazırlıklı olmak amacıyla bloğun eyleme geçmesi, güvenliğini koruması, yatırım yapması ve üçüncü ülkelerle ortaklıklar kurması başlıklarıyla dört kısımdan oluşan bir politika uygulamayı hedefleyen AB, özellikle kısa vadede 5 bin kişilik AB Acil Müdahale Kapasitesi geliştirmeyi ve Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası kapsamındaki misyonlarını etkinleştirmeyi öngörüyor.

Ancak, 2016’dan beri zaten savunma kapasitesini güçlendirmeye çabalayan AB henüz bir Avrupa ordusu kurmayı hedeflemiyor. AB Dışişleri ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, “NATO halen Avrupa’nın savunmasında bir köşe taşı” diyerek bu durumu netleştirdi. Birliğin acil durumlarda “hızlı intikal kuvvetinin” oluşturulması ise, şu anda daha acil bir öncelik. 

Yani AB artık yumuşak gücün yanı sıra sert güç unsurlarına da odaklanmaya başlıyor. Bununla birlikte, söz konusu askeri gücün NATO ile birlikte hareket etme modelleri üzerinde de çalışılıyor.

Söz konusu kuvvet, tehdidin niteliğine bağlı olarak, bir grup AB üye ülkesi tarafından koalisyonlar şeklinde oluşturulabilecek. Bu, AB’nin savunma ve güvenlik tarihinde bir ilk olacak ve bu yönde yıllardır eleştirilen siyasi irade eksikliğinin giderilmesi sağlanacak.

Bu kapsamda örneğin 30 gün içinde tam donanımlı 200 Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası uzmanı görevlendirilmeye hazır durumda olacak.  

AB SINIRLARI DIŞINA KONUŞLANDIRMA İMKANI

2025 yılı itibariyle kurulmuş olması planlana görev gücünün AB sınırları dışına da konuşlandırılması için 27 AB üyesinin oy birliği ile karar alması bekleniyor.

Ayrıca karada ve denizde düzenli tatbikatların yapılması ve siber saldırılara karşı korumanın sağlanması, AB çapında bir siber savunma politikası oluşturulması ve Yabancı Bilgi Manipülasyonu’na sistematik bir şekilde müdahale edilmesi de hedefleniyor.

Almanya’nın saygın düşünce kuruluşlarından Bilim ve Siyaset Vakfı (Stiftung Wissenschaft und Politik/SWP) uzmanı araştırmacı İlke Toygür, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden beri AB ülkelerinden tarihi açıklamalar görüyoruz. Özellikle Almanya’nın savunmaya harcayacağı bütçe ve Danimarka’nın dış ve güvenlik politikasının dışında kalmaktan vazgeçme olasılığı taşların yerinden oynadığını gösteriyor” diyor.

Stratejik Pusula, Avrupa Birliği’nin güvenlik politikasının sekiz yıl içerisinde, yani 2030 yılına kadar güçlendirilmesini hedefliyor ve bunun için de AB’nin özerkliği, değerleri ve çıkarlarını koruyacak şekilde savunma stratejilerine yatırım yapılması gereğine dikkat çekiyor.

Toygür’e göre, önümüzdeki dönemde dikkat etmemiz gereken bir konu AB ülkelerinin arasındaki işbirliği ve koordinasyon.

“Bu savunma harcamaları koordineli bir şekilde ortak kapasite geliştirmeye yönelik yapılırsa tarihi adımlar atılmış olur” diyen Toygür, söz konusu metnin Alman dönem başkanlığında tartışılmaya başlandığını ve Fransız dönem başkanlığı altında kabul edildiğini vurguluyor.  

“Dolayısıyla AB’nin entegrasyon lokomotifi de olan bu iki ülkenin ortak bir girişimi olup, 27 üye ülkenin katkıları ile son halini aldı. Yani Avrupa Birliği’nin tüm dokümanlarında olduğu gibi bir taviz ve uzlaşma dokümanı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ise Avrupa’da çok farklı bir hava estirdi. Metne ruh ve eylem planı verecek olan bu havanın getirdiği sonuçlar olacak.”

AB, ortaklıklar başlığı altında NATO, Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Afrika Birliği ve ASEAN gibi stratejik ortaklarla işbirliğini de hedefliyor.

Ancak Çin’in de bir işbirliği ortağı olarak raporda yerini alması ve Çin’in küresel güvenliğe katkı sağlayacak şekilde bölge entegrasyonu ve gelişimine dahil edilmesi gereğine yapılan vurgu karşısında ABD’nin nasıl bir hamlede bulunacağı merak konusu.

Savunma politikaları analisti Arda Mevlütoğlu’na göre, “Stratejik Pusula Avrupa'nın krizlere mukabele gücünün ve ortak savunma altyapısının güçlendirilmesini, AB dışı ortaklarla ilişkilerin geliştirilmesini, istihbarat paylaşımının artırılmasını öne çıkarıyor.”

TÜRKİYE’NİN YERİ TARTIŞMA KONUSU

Türkiye ise raporda “ortaklar” ve “stratejik çevremiz” başlıkları altında yerini alıyor.

AB’ye 1999 yılından beri aday ülke olmasına rağmen bu statüsünden söz edilmeyen, sadece “partner” olarak nitelendirilen, ancak bir yandan da NATO’nun ikinci büyük ordusuna da sahip olan Türkiye, “NATO üyesi olan ancak AB’de yer almayan Norveç ve İngiltere” ile aynı kategoriye dahil edilmedi.

İlgili bölümde, ihtiyatlı bir işbirliği mesajı olarak yorumlanan şu ifadelere yer verildi:

“Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nın misyon ve operasyonlarına katkıda bulunan Türkiye ile ortak çıkar alanlarında işbirliği yapmayı sürdüreceğiz. Karşılıklı yarar sağlayan bir ortaklık geliştirmeye bağlıyız. Ancak bu, Türkiye'nin 25 Mart 2021 tarihli AB Konseyi açıklamasına uygun olarak, işbirliği yolunda ilerlemek, sürekli gerilimi azaltmak ve AB’nin endişelerini ele almak için Türkiye'nin vereceği eşit taahhüdü gerektiriyor.”

Mart 2021’de AB Konseyi deklarasyonunda, Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlığın ilgili tarafların diyaloguyla ele alınması ve gerilimin düşürülmesi kaydıyla Türkiye ile pozitif bir gündemin başlatılması öngörülmüştü.

DOĞU AKDENİZ ELEŞTİRİSİ

Stratejik Pusula’da, ayrıca, Doğu Akdeniz’de yaşanan deniz yetkilendirme alanlarına dair gerilimde AB üye ülkelerinin egemenlik haklarına dönük “provokatif” ve “tek taraflı” eylemlerden söz edilen raporda, Türkiye zımni olarak hedef alındı ve Türkiye, düzensiz göçü bir araç olarak kullanmakla suçlandı.

Bununla bağlantılı olarak, “İyi komşuluk ilkesi doğrultusunda istikrarlı ve güvenli bir ortamın yanı sıra işbirliğine ve karşılıklı yarara dayalı bir ilişkinin sağlanması hem AB'nin hem de Türkiye'nin çıkarınadır” ifadelerine yer verildi.

Toygür, Türkiye’ye yapılan referansların metnin ilk taslak hali ile aynı olduğunu kaydediyor ve Ukrayna savaşı sonrası değiştirilmediğini özellikle vurguluyor.

“Geçen yıllarda Türkiye-AB ilişkilerine Doğu Akdeniz’de yaşanan tansiyonlar damgasını vurmuştu. Bu durum bu stratejik dokumana da yansımış” diyor Toygür.

Öte yandan, Toygür’e göre, Dış ve Güvenlik politikası alanında işbirliği konusunda Türkiye’ye NATO üyesi ve üçüncü ülke olarak yaklaşılması, üyelik müzakerelerinin tamamen durduğu son dönemde, Türkiye’ye yönelik olarak AB’nin son yıllardaki tüm dokümanlarında gözlemlenen bir durum.

ANKARA’NIN YANITI

Ankara ise, dışlayıcı olarak nitelendirdiği bu tanımlamalar karşısında eleştirilerini Dışişleri Bakanlığı yoluyla resmi düzeyde dillendirdi. Öte yandan Türkiye’ye atıfta bulunulan Doğu Akdeniz bölümünün objektif bir dille yazılmadığı da belirtildi.

Açıklamada, “Bu anlayışla doğru yönü göstermekten şaşarak 'pusula' olmaktan çıkan belgeyi 'stratejik' olarak görebilmek de güçtür. Bu belgenin AB'yi Doğu Akdeniz'de, çözümlerin değil, sorunların parçası yapacağı ve doğru stratejilere taşımayacağı aşikardır” değerlendirmesi yapılırken, “Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin bu denizdeki haklarını yok sayan ve maksimalist deniz yetki alanı iddiaları bulunan iki AB üyesi tarafından AB'ye dikte ettirildiği, bu hâliyle uluslararası hukuka, teamüle ve hatta AB'nin kendi müktesebatına aykırı ve gerçeklikten kopuk olduğu görülmektedir” şeklinde bir eleştiri de dillendirildi.  

Oysa, AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Logadinsky, 18 Mart günü yaptığı açıklamada “Türkiye gibi kilit bir ülkeyi AB dış ve güvenlik politikasının dışında tutmak bu ve benzeri krizlerde AB'nin hareket kabiliyetini sınırlamak anlamına gelmektedir” demişti.

Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) direktörü Sinan Ülgen’e göre, metindeki bu bölüm, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan’ın baskısıyla formüle edilmiş görünüyor.

“Ama işin daha geneline bakmak lazım. Türkiye bağlamında olumlu veya olumsuz bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Bu belge, AB çapında değişen güvenlik paradigmasına işaret ediyor ama Türkiye gibi AB üyesi olmayan ama NATO üyesi olan ülkelere yönelik yaklaşımını açıkça belli etmiyor. Bizim beklentimiz ise değişen konjonktür çerçevesinde Türkiye’nin kalıcı bir açılım beklentilerinin karşılanması” diyor.

BREXİT SONRASI DÖNEMİN AVANTAJI

Ülgen’e göre savunma ve güvenlik eksenli bu tartışmaların Brexit sonrasında yapılması da Türkiye açısından bir avantaj, çünkü Türkiye gibi İngiltere de artık AB üyesi olmayan, NATO üyesi olan ülkeler arasında.

“Ayrıca Rusya’nın net bir şekilde tehdit olarak ortaya çıkmasından sonra Avrupa güvenliğinin ABD ile rekabet içerisinde sağlanamayacağı da görülmüş oldu. Yakın zamana kadar ABD’den bağımsız bir Avrupa güvenlik yapılanması konuşulurken, artık NATO ve ABD ile rekabet ederek değil onun yetenekleriyle daha uyumlu bir vizyon çiziliyor” diye ekliyor Ülgen.

Öte yandan Ukrayna krizinin ardından Almanya, Polonya ve İtalya gibi birçok AB ülkesi münferit olarak savunmaya yönelik harcama limitlerini artırdılar. Almanya, savaşın ardından her yıl gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 2’sinden fazlasını savunmaya ayırma taahhüdünde bulunurken yeni dönemde silahlanma için 100 milyar Euro’luk özel bir fon tahsis etti. İtalya ise, 2021’de savunma harcamalarına 24,4 milyar Euro (GSYİH’nın yaklaşık yüzde 1,5’u) harcarken, yeni dönemde bunu yüzde 2’ye çıkarmaya dönük maddeyi onayladı. Varşova yönetimi ise, MQ-9 Reaper insansız hava araçlarından satın almak için harekete geçti.

Ülgen’e göre, yeni güvenlik bağlamının AB üyesi ülkelerinin askeri yeteneklerine ne şekilde yansıyacağı ve bunun ne kadar kalıcı hale getirileceği, önümüzdeki dönemde Stratejik Pusula’nın somut yansımalarını gösterecek.

“AB ülkelerinin askeri yeteneklerine yönelik savunma harcamalarını kalıcı şekilde artırmaları gerekiyor. AB çerçevesinde daha kalıcı yeteneklerin oluşturulmasına odaklanılmalı” diyor Ülgen.

SAVAŞ GRUPLARI

Öte yandan, 1999 yılında Helsinki’de düzenlenen Avrupa Konseyi Zirvesi’nden bu yana AB üye ülkelerinin kriz anlarında hızlı yanıt verebilen, tabur büyüklüğündeki savaş grupları (battle groups) kurmaları önerisi tartışılıyordu.

Avrupa Birliği’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası bağlamında kurulan, toplamda 18 tane olan ve yaklaşık beş ila on beş gün içerisinde görevlendirilmeleri beklenen bu askeri koalisyonların her birinde 1500 birlik bulunacaktı. Ancak halihazırda mevcut gruplar, yeterince büyük, kalıcı ve manevra yeteneği yüksek nitelikte değiller. 

Ancak, Ülgen’e göre, savaş grubu konseptleri hazırlandı, ama bular pratiğe çok yansımadı.

“AB bayrağı altında bu tür grupların kalıcı bir şekilde ortaya çıkması gerekiyor. NATO-AB işbirliğinin daha güçlenmesi ve burada da Avrupa’nın NATO’ya rekabet halinde değil, tamamlayıcı bir savunma yeteneğinin ortaya çıkması gerekiyor. On yıl öncesine oranla çok daha zengin bir AB-NATO işbirliği ortamı söz konusu” diyor Ülgen.