YAZARLAR

Stratejisiz taktiklerin gürültüsü: Türkiye’de 'ana' muhalefet

Bugünün Türkiye’sinde sol bir iktidar stratejisi, 2023 seçimlerinin sonuçlarını etkileyecek bir ağırlığa sahip olmanın yolları üzerinde düşünmeyi, sonrasında ortaya çıkabilecek yeni siyaset sahnesine güçlü şekilde müdahale etmenin araçlarını, zeminlerini ve yöntemlerini tasarlamayı ve bütün bu süreçlere halkın en geniş kesimlerini katmayı gerektiriyor.    

Çok değil bundan yaklaşık dört ay önce Türkiye’de siyasetle ilgilenen insanların önemli bir kısmı AKP-MHP bloğunun olağan koşullarda gerçekleşecek bir genel seçimi kaybetmesine kesin gözüyle bakıyor, iktidarın bu durum karşısında nasıl refleksler sergileyebileceği hakkında akıl yürütüyor ve seçim sonrası bir iktidar değişikliğiyle Türkiye’nin nasıl bir ülke haline gelebileceğine dair öngörüler geliştirmeye çalışıyordu. Daha önceki seçim dönemleriyle karşılaştırıldığında insanlar, aşırı temkinli ve karamsar olanları bir yana koyarsak, belki de ilk kez AKP’nin “nasıl her seferinde kazandığını” değil, “bu kez nasıl kaybedeceğini” tartışmaya başlamışlardı. Böyle bir “havaya” zemin hazırlayan nesnel koşullar ise fazlasıyla mevcuttu: Geçim sıkıntısıyla her gün daha fazla beli bükülen emekçilerin homurtuları gündelik hayatta kendisini keskin bir şekilde açığa vuruyor, yönetim zaafları her gün yeni bir olayla kendisini gösteriyor ve siyasal iktidar bunlar karşısında söz/söylem üretmekte zorlanıyordu. Tüm bunlara Cumhur İttifakı’nın oylarının mutlak bir hezimeti işaret edecek şekilde düştüğünü gösteren anket sonuçları eşlik ediyordu.

Bugün ise dört ay öncesinde belki de çok hesaba katılmayan ve bahsettiğimiz bu “havayı” dağıtmaya başlayan bir gerçekliği vurgulamak gerekiyor: AKP iktidarının, kendisi karşısında bir iktidar alternatifi olarak gösterilen Millet İttifakı’ndan farklı olarak bir “stratejiye”, bir iktidar stratejisine sahip olması. Strateji ile, önceden belirlenmiş olan bir hedefe ulaşmaya yönelik her bir aşamada revize edilmeye açık bir eylem planını kastediyorum. Bir stratejiye sahip olmak, belirli bir hedefe ulaşmayı mümkün kılacak araçların bilinçli seçimini gerektirir. Özel olarak bir ülke ölçeğinde hayata geçirilecek iktidar stratejisi ise; o ülkenin nesnel koşullarının gözetilmesiyle oluşturulmuş iktidarın nasıl ele geçirileceğine, ele geçirildiğinde benimsenen toplum projesine yönelik hangi adımların atılabileceğine dair ana hatları belirgin bir politik eylem hattını içerir. İktidar stratejisi olan bir siyasal özne gündemini, tepkilerini, araçlarını ve müttefiklerini buna göre belirler. Benimsenen hedefe, belirli bir toplum tasavvuruna ulaşmaya yönelik bir araç artık işe yaramaz hale geldiğinde bir diğeri devreye sokulur. Kullanılan araçların esneklik derecesi de belirlenen nihai hedefin niteliğine göre değişebilir. AKP bu anlamıyla seçim kazanma taktiklerini içerip aşan iktidar stratejisine sahip bir yapı iken, onun önümüzdeki seçimlerde esas rakibi ve aynı zamanda iktidar alternatifi addedilen Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin ve bu ittifakın yapıcısı CHP’nin elinde bir iktidar stratejisi değil yalnızca seçim kazanma taktikleri bulunmaktadır.

AKP’NİN KIRILGAN İKTİDAR STRATEJİSİ

AKP iktidarının son 20 yıl içerisinde birbiriyle çelişen pek çok “açılım” yaptığına, bir dönem müttefik olduğuna başka bir dönem düşman kesildiğine (ya da tersi) ve genel bir stratejik doğrultuyu zedeleyebilecek düzeyde şahsi-kısmi çıkar arayışlarına ve çatışmalarına sahne olduğuna bakan birisi onun iç bütünlüğe sahip bir stratejiye, bir iktidar stratejisine sahip olduğu önermesini yadırgayabilir. Halbuki, hamle ve taktik esnekliği bir iktidar stratejisinin varlığını yanlışlayan, ona dışsal bir gösterge değildir. Bir iktidar stratejisi başta da söylediğimiz gibi ulaşılması hedeflenen bir toplum vizyonunun, bir hegemonya projesinin varlığını ve benimsenen yöntem, araç ve taktiklerin bu hedefle uyumlu olmasını zorunlu kılar. AKP, bu açıdan normatif değerinden bağımsız olarak seçim arifesinde bir siyasal hedefe ve buna eşlik eden bir toplum projesine sahiptir. 

Yahya Madra’nın Express dergisinde kaleme aldığı “Neoliberalizmin Krizi ve (iç) savaş ekonomisi” yazısından da çıkarsanabileceği gibi bu hedef neoliberalizmin küresel krizinin beraberinde getirdiği belirsizlik ortamında, devleti kamu-özel ortaklığında bir şirket olarak yönetmeye devam etmektir. Esasında bu neoliberalizmin hakimiyetinde dünyadaki bütün sağ partiler için geçerli bir yönelimdir. AKP iktidarını neoliberalizme bağlı diğer siyasal iktidarlardan farklı kılan şey ise şirketleşmiş devleti aynı zamanda kendi iktidarını sürekli beslemeye, süreklileştirmeye ve mutlaklaştırmaya yönelik olarak seferber etmeye çalışmasıdır. AKP’nin iktidar stratejisi bu açıdan aynı zamanda şirketleşmiş devlet ile parti ikbali arasındaki bağlantıyı mümkün kılan bir siyasal-ideolojik ortamın tesisini de içermektedir.   

Neoliberalizmin küresel krizi bu hedefi sekteye uğratan pek çok yapısal kısıt ortaya koymakla birlikte AKP iktidarı bu krizin beraberinde getirdiği küresel ölçekteki siyasal ve ideolojik belirsizlik karşısında bahsettiğimiz hedefle uyumlu ve hatta bu hedefi daha da pekiştirmeye yönelik yanıtlar üretmeye çalışıyor. Ekonomi alanında Madra’nın sözleriyle, “enflasyon, devalüasyon, kronik ve yüksek işsizlik ve örgütlü emeğe baskı ile, Türkiye’yi ucuz emeğe dayalı bir ihracat merkezi haline getirmek” şeklinde özetlenecek bir program neoliberalizmin söz konusu küresel krizine verilmiş bir yanıt olarak düşünülebilir. İdeolojik alanda ise buna, bu ekonomi politikasının derinleştirdiği eşitsizliklerden doğan yakınmaları siyasetsizleştirmeye yönelik olarak İslamcı-milliyetçi söylem ve sembollerin ve varoluşsal güvenlik tehdidi anlatılarının devreye sokulması eşlik ediyor. Geçici de olsa “maddi rahatlama” hissiyatı oluşturma amaçlı çoğunlukla ücret artışlarına, geçim yardımlarına ve rant paylaşımına yönelik vaatler ve düzenlemelerle artan hoşnutsuzluklar “idare” edilmeye çalışılıyor. Bahsettiğimiz şirket-devlet ve parti ilişkisinin süreklileştirilmesi ve mutlaklaştırılması hedefi aynı zamanda bu modelin karşısında ortaya çıkabilecek alternatif bir iktidar odağının daha doğmadan baskılanmasına ya da türlü müdahalelerle içeriden çökertilmesine yönelik araçların devreye sokulmasını beraberinde getiriyor. Hepsinin bütününün meşruiyeti “sandıkta” kendisini ifade ettiği düşünülen “millet iradesiyle” sağlanıyor. Devlet kaynaklarının kullanımında benimsenen öncelikler, yapılan/bozulan ittifaklar, zor aygıtlarının işleyişi, yeni medya yapılanmaları vs. Tüm bu araçların, yöntemlerin ve taktiklerin listesi alabildiğine uzatılabilir. Kimi zaman birbiriyle çelişiyormuş gibi gözüken tüm bu yöntemlerin bahsettiğimiz ana hedefle uyumlu bir şekilde seferber edildiğini, bu açıdan bir mantığa ve bütünlüğe sahip olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bir iktidar stratejisine sahip olmak da zaten tam anlamıyla bu demektir: Bir politik/toplumsal hedef, ona ulaşmaya yönelik bir eylem planı ve bununla uyumlu yöntemler ve araçlar.

İçinde bulunduğumuz dönemi ve yaklaşan seçimleri son 20 yıllık dönemde özel hale getiren belki de en önemli unsur AKP’nin bahsettiğimiz bu iktidar stratejisinin bugün büyük yapısal açmazlarla malul olmasıdır. Deyim yerindeyse bahsedilen “stratejinin tutmama” ve hedefin gerçekleşmeme ihtimali bugün yakıcı bir şekilde kendisini hissettiriyor. Zira AKP’nin benimsediği hedef doğrultusunda attığı “stratejik” adımlar aynı zamanda daha ileri bir adımın atılmasının önüne engel koyan “bozucu” çelişkiler doğuruyor.  Son üç yılda Türkiye’yi bir ucuz emek cennetine çevirmeye yönelik birikim modeli Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’dan ücretlilerin aldığı payın yüzde 14 azalması ile kendisini gösteren eşi benzeri görülmemiz bir servet transferi ve bölüşüm şokunu beraberinde getirdi. Bu durum, zaten AKP-MHP bloğundan uzun süredir hoşnutsuz olan kemik muhalif kesimlerin yanına bu partiden ve mevcut rejimden yabancılaşmış yeni hoşnutsuz kitleleri ekledi. Bu hoşnutsuzluğu soğurmaya yönelik bahsettiğimiz ideolojik ve siyasal araçlar bariz bir yoksullaşma tablosu karşısında istenilen sonuçları veremeyebiliyor ve bir sonraki adımın önünü açmayı garanti etmiyor. Bahsedilen stratejinin en önemli sac ayaklarından biri olan “sandıktan" alınan onay ve meşruiyetle hedefi konsolide etme yönteminin ters tepme ihtimali bu kez oldukça yüksek. Evet, AKP’nin bir iktidar stratejisi bulunuyor; ama sürekli çelişki ve açmaz üreten bu strateji bugün kendi yarattığı çelişkiler karşısında tökezliyor.

DÜZEN MUHALEFETİ: STRATEJİNİN TAKTİKLE İKÂMESİ

Peki AKP iktidarının bu stratejik açmazları karşısında CHP’nin ve “mimarı” olduğu ittifakın karşıt bir iktidar stratejisi olduğundan bahsedebilir miyiz?

Başta da belirttiğimiz gibi bir belirli bir toplum/hegemonya projesini gerçekleştirme ya da yeniden üretme hedefi bir iktidar stratejisinin önkoşuludur. Benimsenen siyasal yöntemler, devreye sokulan siyasal araçlar, etkinlik gösterilecek sahalar, öne çıkarılacak tema ve söylemler, seslenilecek kitleler ve içerisine girilen ittifaklar bu hedefe yönelik olarak tasarlandığında ve hayata geçirildiğinde bir iktidar stratejisinin yürürlükte olduğundan bahsedebiliriz. CHP’nin seçim öncesinde belirli araçları/söylemleri özellikle tercih ettiği, belirli ittifaklar içerisine girdiği ve kendi dışındaki siyasal yapılarla güç mücadelesi verdiği yani bir siyasi faaliyet içerisinde olduğu muhakkak. Fakat bunların bütününün bir iktidar stratejisine denk düşmesi için her birinin belirli bir toplum, siyaset, devlet anlayışını gerçekleştirmeye yönelik bir hedeften türetilmesi gerekir. CHP’nin de içinde bulunduğu sistem içi muhalefet aktörlerinin bütününü bugün karakterize eden ise bu aktörlerin bu hamlelerinin esasında bir toplum tasavvuruyla ya da bir hegemonya projesiyle ve bununla ilişkili bir iktidar stratejisi ile bağlantılı olmamasıdır. CHP ve Millet İttifakı’nın diğer bileşenleri bugün bir seçim kazanma taktiğine sahip ama iktidar stratejisinden yoksun durumdadırlar.  

Bu elbette CHP ve Millet ittifakı partilerinin rastgele, öngörülemez bir şekilde hareket ettikleri anlamına gelmiyor. Siyasal tercihlerini ve kullandıkları yöntemleri şekillendiren bir ana yönelimin varlığından bahsedebiliriz. Öte yandan bu ana yönelim bir iktidar stratejisinin içerisinden çıkmaktan çok 2019’daki yerel seçimlerde işlediği düşünülen bir “seçim kazanma taktiğini” bu kez Türkiye ölçeğine uyarlama çabası tarafından belirleniyor. Yani CHP ve müttefiki partiler özellikle İstanbul’da sonuç vermiş bir seçim kazanma taktiğini bir iktidar stratejisi olmaksızın hayata geçirebilmekten ibaret bir ufka sahipmiş gibi görünüyorlar. Peki bu bahsettiğimiz seçim kazanma taktiğini tekrarlama yönelimiyle ulaşılması beklenen hedef ne?

Bu partilerde yer alan tek tek siyasetçilerin benimsediği amaçlardan ve ideallerden bağımsız olarak CHP ve ittifak halinde olduğu yapıları bir arada tutan ortak hedefi şöyle tarif edebiliriz: Devletleşen AKP döneminde kamu kaynaklarının kullanımını ve idari kurumların yapılandırılmasını ilgilendiren süreçlerden bütünüyle dışlanmış olma durumunu sona erdirmek; bu alanlarda etkinlik sahibi olmaya yönelik kanalları açmak. Bu hedef, üç büyükşehrin belediyelerini elinde tutan ama siyasal iktidarın basıncı yüzünden bu belediyeler üzerinde istediği gibi söz sahibi olamayan CHP’yi özellikle ilgilendiriyor. Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nı oluşturan partiler 2023 seçimlerinde tablonun aynı kalması durumunda bu kanalların kendileri için bir kez daha açılmayacak şekilde bütünüyle kapanacağının ve bir seçim başarısızlığının kendileri için bir varoluş problemi ortaya çıkaracağının farkında olarak hareket ediyorlar. Tersi bir durumun, yani kendi belirledikleri yöntem ve araçlarla AKP iktidarını alaşağı edecek ya da en azından geriletecek bir seçim başarısının ise sermaye düzeninin yeniden üretim sürecinde kendilerini bir özne haline getirme ihtimali bulunuyor. Böyle bir seçim başarısının bu partilere kurumsal varlıklarını daha güçlü bir şekilde yeniden üretme şansı sunacağını düşünebiliriz. Bu açıdan seçimlerden başarıyla çıkma amacını gerçekleştirmek için bu partilerin benimsediği araçlar ve yöntemler bir toplum vizyonuna ve bununla ilişkili bir iktidar stratejisine denk düşmekten çok bir “kurumsal” yeniden üretim kaygısının uzantıları olarak ortaya çıkıyor. Bu partilerin içerisindeki siyasetçilerin olası “iyicil” umut ve ideallerinden bağımsız olarak düzen içi muhalefetin ufkunun yapısal olarak bununla sınırlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu sınırlı hedefin merceğinden bakıldığında CHP’nin oluşturduğu ittifakların, müttefikleriyle girdiği çekişmelerin ve cumhurbaşkanı adayının kim olacağına dair bitmek bilmeyen ihtilafların ne anlama geldiğini yerli yerine oturtmuş oluruz. Keza ortada bir iktidar stratejisi olsaydı bugün AKP iktidarının yarattığı düzeni baştan aşağı değiştirme iddiasındaki muhalefetle ilişkili konuşulan şey cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceğinden ibaret olmazdı.

Millet İttifakı’nın bileşenlerinin bugüne kadar üzerinde uzlaştığı tek başlık olan parlamenter sisteme geri dönüş, kurumsal yeniden üretim ve güçlenme için gerekli kanalların yeniden açılmasının önkoşulu olarak gözüküyor. Öte yandan, parlamenter sisteme geri dönme vaadi bir toplum vizyonuna, bütünlüklü bir hegemonya projesine ve böylelikle de iktidar stratejisine denk düşmüyor. Kendisini sınıfsal olarak sermaye düzeninden ayrıştıramayan düzen içi muhalefet partilerin yapıp ettiklerinin bütününü sermaye düzeninin belirlediği sınırlar içerisinde kendi kurumsal yeniden üretimlerini en risksiz şekilde gerçekleştirmeye yönelik tercihlerin toplamı olarak görebiliriz.

STRATEJİ YOKSUNLUĞU VE RİSKLER

Bir siyasal yapı varlığını illa ki kendisinin tasarladığı bir iktidar stratejisine bağlı olarak sürdürmek zorunda değildir; ama mevcut rejimin çürümüşlüğü tespitiyle yerine yenisini koyma iddiasına sahip bir siyasal öznenin bir iktidar stratejisine sahip olmaması ortada büyük bir boşluğun varlığına işaret eder. Bugünün Türkiye’sinde bu strateji yoksunluğu AKP iktidarının, kendisi için son derece elverişsiz koşullarda bile, stratejik esnekliğe sahip olmasını ve siyasal eylem sahasını kendi hamleleriyle doldurmasını mümkün kılan büyük boşlukların ortaya çıkmasına yol açıyor. Bir iktidar stratejisinden yoksun olmak, buna sahip olan öznelerin stratejileri tarafından belirlenmek, onların hamleleri karşısında hazırlıksız ve kırılgan yakalanma riskini beraberinde getirir. Bunun dışında iktidar perspektifinden yoksunluk bir siyasal öznenin geniş kitlelerle kalıcı ve sağlam bağlar kurmasını engeller. Zira ortaya beraberce yürünecek bir hedef konulmadan, bu hedefe kilitlenmeden ve ona ulaşmayı mümkün kılacağı düşünülen eylem planına insanları dahil etmeden geniş kitlelerle olgun ve kalıcı bir bağ kurmak mümkün olmaz. Bu yüzden de anketlerin seçimi kazandırmaya yetecek düzeyde olduğunu “muştuladığı” seçmen yönelimini mutlak bir veri olarak almamak, bunun bir iktidar stratejisiyle hareket eden siyasal iktidarın hamleleriyle çok hızlı bir şekilde değişebileceğini hesaba katmak gerekir. Bugün dört ay öncesi ile kıyaslandığında böyle bir ihtimal kendisini çok daha güçlü bir şekilde hissettiriyor.  

Peki Türkiye’de bu bahsettiğimiz stratejik boşluğu doldurma kapasitesine sahip Millet İttifakı dışında bir siyasal özne ortaya çıkamaz mı? Kapitalizmin ve onun neoliberal aşamasının küresel bir kriz içerisinde olduğu düşünüldüğünde yalnızca Türkiye’de değil esasında bütün dünyada düzenin sınırlarını aşan üretim araçlarının toplumsallaştırılması temelindeki yeni bir toplum tasavvurunu ve buna bağlı bir iktidar stratejisini geliştirmek açısından sosyalist sol büyük bir potansiyele sahip olmaya devam ediyor. Türkiye’de de bu stratejik boşluğun bir iktidar stratejisi için gerekli olan yeni bir toplum tasavvuruna sahip sol siyaset tarafından doldurulmasının zorunlu olduğu bir dönemden geçiyoruz. Diğer yandan bir iktidar stratejisi sermaye düzeninin yıkıcılığını teşhir etmekten ve karşısında dünyanın her yeri için geçerli olabilecek bir dizi ilkeyi sıralamaktan daha fazlasını gerektirir. Bugünün Türkiye’sinde sol bir iktidar stratejisi, 2023 seçimlerinin sonuçlarını etkileyecek bir ağırlığa sahip olmanın yolları üzerinde düşünmeyi, sonrasında ortaya çıkabilecek yeni siyaset sahnesine güçlü şekilde müdahale etmenin araçlarını, zeminlerini ve yöntemlerini tasarlamayı ve bütün bu süreçlere halkın en geniş kesimlerini katmayı gerektiriyor.     


Cenk Saraçoğlu Kimdir?

1979 yılinda Tokat’ta doğdu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans derecesini tamamladıktan sonra, 2008 yılında Kanada’daki University of Western Ontario’dan sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora derecesini aldı. 2008-2012 yılları arasında ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü’nde, 2012- 2013 arasında ise Başkent Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmıştır. 2013 Aralık ayından itibaren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışmaktadır. Praksis dergisi yayın kurulu üyesidir.