Suç belgelerinin şiiri: ‘tutanak’
Heimrad Backer’ın çalışması 'nachshrift', Erhan Altan ve Selda Saka çevirisiyle 'tutanak' adıyla Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Somut şiir deneyiminin kaynak metinlerinden ve aynı zamanda bir belgesel çalışma oluşu nedeniyle belgesel şiir diye de adlandırılan 'tutanak', modern Türkçe şiir için bu yönüyle de önemli bir kazanım olarak değerlendirilebilir.
Nazilerin işlediği ve yüzyılın en büyük suçlarından biri olan Yahudi soykırımından kalan belgelerin şiirleştirildiği ve sözcüğün gerçek anlamıyla sıra dışı olan bir kitap, Almanca aslından Türkçeye çevirilerek yayımlandı. Ayrıntı Yayınları, Heimrad Backer’ın çeyrek asırlık çalışmasının ürünü 'nachshrift' adlı başyapıtını, 'tutanak' adıyla okurla buluşturdu. Kitabın çevirmenleri Erhan Altan ve Selda Saka. Bu arada kitabın adını bilerek küçük harfle yazdık. Bu konuda kitapta herhangi bir bilgi yer almıyor… Ancak kitabın sonunda yer alan yazıların tümünde küçük harf kullanılmış. Ayrıca kitabın adı Almanca aslında da küçük harfle.
Heimrad Backer, 9 Mayıs 1925’te Viyana’da doğar. On üç yaşında kendini Avusturya’nın Hitler Almanyası tarafından ilhakıyla başlayan dalganın içinde bulur. Dönemin kültürel iktidarını oluşturan faşist ideolojiyi benimser. Yaşadığı bölgede birtakım yayıncılık faaliyetlerinde bulunur. Bu dönemdeki faşist ideolojiye bağlılığı, daha sonra onun ömür boyu sürecek (ve kendi deyimiyle ancak ölümle son bulabilecek) travmasını ve araştırma alanını oluşturur.
Çeyrek yüzyılı aşan süre üstünde çalıştığı başyapıtı 'tutanak', deneysel şiir de denilen somut şiirin başyapıtlarından biri olarak gösteriliyor… Augusto de Campos tarafından 1956’da yayımlanan 'Somut Şiir Manifestosu'yla modern sanat ve yazın dağarcığına giren tarzın başat özelliğini, her türlü tipografik gösterenin sayfa boşluğu üzerinde hiçbir biçimsel kural olmadan düzenlenmesi olarak tanımlayabiliriz. Şiire ait duygu ve düşüncenin aktarımı sözcükler, seslerinden tamamen kopmuş olmasalar bile büyük oranda görsellikleri üzerinden gerçekleşir. Somut şiirde grafik, sessel benzerlik ve yakınlık unsurları bir kompozisyon öğesi olarak değerlendirilir. Uzamın özgürce kullanılması, anlamın ideogramik senteziyle bağlaştırılır. Gözün ve sesin birleştirilmesiyle sözsel, sessel, görsel bir bütünlük sağlanır.
Somut şiir deneyiminin kaynak metinlerinden ve aynı zamanda bir belgesel çalışma oluşu nedeniyle belgesel şiir diye de adlandırılan 'tutanak', modern Türkçe şiir için bu yönüyle de önemli bir kazanım olarak değerlendirilebilir.
Kitap tek bir “somut şiir metnin”den oluşuyor. Metinler faşist rejim süresince Yahudileri hedef alan ve soykırımla sonuçlanacak insanlık suçunun belgelerinden yola çıkılarak üretilmiş…
Anlaşılan o ki Heimrad Backer, Adorno’nun Aushcwitz’den sonra şiir yazmanın barbarca olduğu iddiasını noktasından virgülüne kadar kale alarak çalışmış. Çünkü 'tutanak', Auschwitz’den sonra yazılmış şiir değil. Bizzat Auschwitz’in yazıldığı bir kitap olmuş…
Yeri gelmişken ünlü düşünürün bu konudaki sözlerini hatırlayalım: “Auschwitz’ten sonra şiir yazmanın barbarca olduğu iddiamı yumuşatmak gibi bir niyetim yok. Bu söz, angaje (committed) edebiyata ilham veren dürtüyü olumsuz biçimiyle ifade ediyor. Sartre’ın ‘Mezarsız Ölüler’ oyunundaki bir karakterin sorduğu ‘İnsanları kemikleri kırılıncaya dek döven birilerinin var olduğu bir dünyada yaşamanın herhangi bir anlamı var mı?’ sorusu, aynı zamanda, artık herhangi bir sanat eserinin var olma hakkı olup olmadığı sorusudur; toplumdaki gerileme yüzünden, angaje edebiyat kavramında doğası gereği entelektüel gerilemenin söz konusu olup olmadığı sorusudur. Fakat edebiyatın bu hükme direnmesi gerektiğini söyleyen Enzensberger’in cevabı da doğruluğunu koruyor: Başka deyişle, edebiyat, Auschwitz’ten sonra var olmasının kinizme teslimiyet anlamına gelmeyeceği bir varlık göstermeli. Gerçek acının boyutları unutuşun hiçbir türlüsünü affetmez; Pascal’ın teolojik bağlamdaki sözlerini (On ne doit plus dormir) sekülerleştirmek gerekir. Ama Hegel’in keder bilinci dediği bu acı, sanatı bir yandan yasaklarken bir yandan da varlığının sürmesini talep eder; acının hâlâ kendi sesini, tesellisini –onun tarafından anında ihanete uğramaksızın – bulabildiği tek yer fiilen sanattır artık. Çağımızın en büyük sanatçıları bunu görmüştür. Eserlerinin tavizsiz radikalliği, tam da formalizm diye karalanan özellikleri, zamanımızın kurbanlarına adanmış biçare şiirlerde bulunmayan dehşetengiz bir güç verir onlara.”
'tutanak'ı yalnızca deneysel bir çalışma; somut şiir, görsel şiir anlayışının uygulandığı bir kitap olarak değerlendirmek yanlış olur. Kitap, aynı zamanda büyük bir suçun işlendiği süreçte, buna karşı çıkmayan herkesin, her şeyin nasıl ortak edileceğini de belgelemekte. Böyle zamanlarda sözcüklerin, simgelerin sembollerin, sayıların, rakamların da birer suç aletine dönüşmesinin işten bile olmadığı, şiirin en uç diliyle ispatlanmakta. Backer, böylesi zamanlardaki toplumsal suç ortaklığını Freud’dan ödünç alarak kullandığı “ruhsal enfeksiyon”kavramıyla tanımlıyor.
'tutanak', aynı zamanda, özellikle “dehşetin estetize edilmiş olması” gibi bıçak sırtı bir noktadan itiraza ve tartışmaya açık bir kitap. Bu konuda şairin, kendisiyle yapılan ve kitabın sonunda yer alan söyleşide dile getirdiği açıklamasının yanı sıra Fredrich Achleitner imzalı “Betimlenemez Olanın Betimlenmesi Üzerine veya ‘tutanak’a Bir Son Söz” başlıklı yazıdaki şu ifadeler yol gösterici olabilir: “Nasyonal sosyalist cinayet mekanizmasının topyekûnculuğu saptırılmış ahlakın ve imhanın kinik diyalektiği, ırksal hijyen ve hunharlık ne betimlenebilir ne de temsil edilebilir. Her türlü betimleme gerçekliğin yolunu tıkar, ortaya çıkmasına engel olur. Bir yığın çıplak, ölü, kemikleri sayılacak kadar zayıf insan vücudunun fotoğrafı göze bir nakış gibi görünmeye başlar; bunlar korkunç bir resim gerçekliği oluşturmalarına rağmen gerçek dehşet ve acının boyutlarını yansıtmaktan çok uzaktır. Bütün bu gerçekliği, asıl gerçekliği aktarabilecek bir araç, bunun yerini tutabilecek bir gerçeklik yoktur. Her deneme abartılamaz olanın abartılmasıyla sonuçlanır. Böylece sonunda ulaşılan ikincil bir gerçeklik ya da kitsch olur. Bu açıdan bakıldığında Heimrad Backer’in yazarlık girişiminin diğerleri gibi daha başından ümitsiz olması gerekirdi.” Achleitner’e göre Backer, dehşetin estetize edilmesi tuzağına düşmeden kitsch engelini somut şiirin yöntemlerini kullanarak ve gerçeklik illüzyonuna gerek duymadan aşıyor.
Listeler, kayıtlar, sayımlar, yasaklar, tutuklama nedenleri, yakılmış sinegoglar, yasaklanmış davranışların listeleri, talimatlar, tanımlar, tabirler, konuşmalardan alıntılar, veriler, sayılar, rakamlar, raporlar, kısaltmalar, isimler, meslekler, etkinlikler, sorular, emirler, plan lejantları, numaralandırmalar, fragmanlar, tıp deneylerinin betimlemeleri, tarihler, infaz listeleri, ideolojik kalıplar, resim altları, ara notlar, kenar notları, duruşma protokolleri, son mektuplar, sorgu tutanakları, ifadeler, itham metinleri, günlük yürüyüşlerin ölüm sayılı kilometre listeleri vs… Bunlar ne mi? Hitler faşizminin sesi, sözü, imgesi, izi, simgesi, sembolü… Belgelerdeki, kayıtlardaki, arşivlerdeki kayıtları. Bunlar aynı zamanda somut şiirin diliyle oluşturulmuş başyapıtlardan biri olan 'tutanak'ın kaynak metinleri… Gerçekliklerine müdahale edilmeden, somut şiirin diline aktarılmış. Sayfa on ikiden bir bölüm alıntılayarak örnekleyelim:
alman kanından kişilerle arkadaşlık ilişkisinde
bulunduğu için
defalarca ari hasta tedavi ettiği için
yahudi dostu davranışlar nedeniyle
yahudi dostu davranışlar nedeniyle
yahudi dostu davranışlar nedeniyle
yahudi dostu davranışlar nedeniyle
sözü edilen dükkandan yahudi bir kadına 1 kg bisküvi satıldığı için
Backer, dehşetle ilgili bir betimleme yapmıyor. Rapor da hazırlamış değil. Faillerin ve kurbanların en geniş anlamda kaydedilmiş dilini alıntılıyor ve bunu yeterli görüyor… Okuyacağımız alıntı kırk üçüncü sayfadan:
daha sonra II no.lu kamp içindeki alan
tırmıkla düzeltilecek ve müteakip grup için tekrar
şüphe uyandırmayacak bir hale getirilecek
'tutanak' anıtsal bir yöntem kullanarak değer ve önem kazanan bir yapıt değil. Belgelerin somutluğu ve tanıklığında girişilen bir hesaplaşma denilebilir. Sayfa yetmiş birden iki cümle alıntılayacağız. Ama okuyunca hak vereceksiniz;
iki cümleden çok daha fazlasını anlatan iki cümle bu:
muhtemelen seni bir daha görmeyeceğim,
sesini artık duymayacağım,
seni artık öpemeyeceğim.
oysa ne çok isterdim seni görmeyi,
sadece bir kez bile olsa!
'tutanak'ta faşizmin uygulanması, soykırımın yürütülmesi sürecinde gerçekleşmiş toplumsal suç ortaklığının boyutu belgelerden yola çıkarak tahayyül edilebilir hale getiriliyor. Şiir adına her şeyden önce yol açıcı, kışkırtıcı bir tavır… Dili bulunduktan sonra anlatılamayacak, açıklanamayacak boyutları gösterilemeyecek acı yoktur denilebilir mi? Ancak dilini bulmak şartı önemli… Bir başka alıntıyla devam edelim. Sayfa seksen beşten dehşetin bir başka boyutunu aktaran satırlar:
infaz: 20 ya da 21 polonyalı kurşuna dizildi
infaz: 19 ya da 22 polonyalı kurşuna dizildi
infaz: 18 ya da 24 polonyalı kurşuna dizildi
infaz: 20 ya da 21 polonyalı kurşuna dizildi
infaz: 29 ya da 22 polonyalı kurşuna dizildi
Hitler’in öncülüğünde Yahudileri ve tüm rejim karşıtlarını hedef alarak gerçekleştirilen soykırım, somut şiire dönüştürülürken şair tarafından “malzemenin tozunun, tarihsel kirine dokunmadan alındığına” da dikkat çekmek isteriz. Son bir alıntı yapacağız. Sayfa yüz on beşteki tek cümle:
bu benim son mektubum ve sana
1 eylül’de, saat altıda kurşuna
dizildiğimi bildiriyorum.
Bazı şiirlerin, bazı şiir kitaplarının, bazı yapıtların, uzatmayalım bazı şiir girişimlerinin öncelikli hedef kitlesi şairlerdir. 'tutanak', modern Türkçe şiirde şairler için kılavuz ve kışkırtıcı olması muhtemel bir kitap. Ama bu demek değil ki şiir okurlarının, okurların ilgisini çekmez… Açık söyleyelim 2020 yılının şiir adına önemli gelişmeleri sıralanırken 'tutanak'ın, somut şiirin başlangıçtan günümüze başyapıtları arasında gösterilen bu yapıtın, Türkçeye çevirilerek yayımlanmasının, ilk sıraya yazılması gerektiğini düşünüyoruz…